Üzülme!
Dert etme can!
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan
Ne mutlu sana!
Elinde olmayanları
söyleme bana
Elinde olanlardan
bahset can!
Üzülme!
Geceler hep kimsesiz
mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek
mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...

* Mevlana

31 Mayıs 2011 Salı

Gidiyoruz


Sen terk ettin beni, ben de başkalarını. Bana sen öğrettin gidişleri. Şimdi bedenimde istemiyor artık beni. O da ruhuma git diyor. Ruhum hızlı, bedenim yavaş. Ruhumun heyecanlarına, sevinçlerine ve hüzünlerine dayanamıyor artık. Kalmak, durmak, dinlenmek istiyor. Senden sonra kimseyi benimsemedi, reddetti, hep karşı koydu. Bu bedenimde derin yaralar açtı. Oysa ruhum her farklı bedende seni bulma ümidindeydi. Yok, olmadı, olamadı. Bulamadı. Bulamadıkça hırsını bedenimden aldı. Senden sonra ruhum ve bedenim savaşa tutuştu. Sanki rakiptiler. Oysa sendeyken ne kadar da uyumlu ahenkliydiler. Neden bunu yaptın bize sen? Ya da biz neden buna izin verdik? Bilemiyorum. Değdi mi? Elbet değmiştir. Ruhumda, bedenimde çok şey öğrenmiştir. Bir taraf isyan etmeliydi bu savaşa. Bedenim cesaretli, akıllı çıktı. Zira ruhum senden intikam alma peşindeydi, bunu da bedenimden çıkartıyordu. Evet, durma vakti geldi. Artık ruhum seni aramaya son veriyor, vermek zorunda yoksa bu dünyada var olamayacak. Ruhum bir felaketle uyandı. İsyanlar iyidir. Uyandırır, aydırır. Ruhumda aydı. Sen yoktun, yoksun. Sen gittin, o kaldı. Şimdi kaldığımız yerden ruhumla bedenimle başlama vakti. Önce ruhum ve bedenim savaştaki yaralarını saracak elbet.
Ne kadar sürecek bilemiyorum ama dönüş yok. Sen ruhum için de öldün artık. Böylece ruhumda aynı bedende ölecek ve yeniden doğacak. Bedeniyle tanışacak, kaynaşacak. Hayata devam edecek; yeni umutlarla, heyecanlarla, sevgilerle.
Biz gidiyoruz sevgilim, senin yaptığın gibi dönmemek üzere. Barış sağlandı. Fırtına bitti. Hasar tespiti yapıldı. Artık yola çıkma vakti...

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Yolcu Yolunda Gerek...



Sevgilim,
Ben yolcu, sen hancıydın. Kendimi arama yolculuğumda seninle karşılaştık. Beni sevdin, bağlandın. Oysa sana hiç sözler vermemiştim. Çünkü benim yarınım belli değildi sevgilim, hala da öyle. Ben günümü yaşıyorum sense geleceği. Sen planları seviyorsun, bense öylece gökte süzülmeyi. Hayata bakışımız farklı. Sen statiksin oysa ben dinamik. Her an değişebilirim, sense oturtmuşsun kafanda her şeyi. Ben yolcuyum sevgilim, iç dünyam değiştikçe rotamda değişecek. Bu yolculuk ne kadar sürecek, varış neresi bilemiyorum, bilmekte istemiyorum. Bilinmezdeyim ben sevgilim. Ama sen herkesin bildiğindesin. Bildik sevdadasın, bense kıyı bucak bana uyan sevda arayışındayım. Sen beni demirlemek istiyorsun kendi özel limanına oysa ben özgür ruhum, bütün limanlar benim. Her limanı keşfetmeliyim sevgilim ta ki demirlemeye yani gerçekten sevinceye kadar. Kal deme sevgilim, kalamam. Benim kalışlarım senin ruhunda derin yaralar açmakta.  Haklısın çünkü ben gerçekten kalmayı henüz bilmiyorum. Benim kalışım hadi kalk gidelim misali tetikte. Ruhum huzursuz. Daha keşfedilecek yerler, limanlar, duygular var. Ben kalsam da ruhum isyan eder. Beni yer bitirir zihnimdeki geveze. Kalırsam ben, ben olamam ki; olsam olsam üstüne toprak serilmiş, ölü bir beden olurum. Ruhumu kaybederim sevgilim. Ruhsuz istemezsin beni yanında değil mi? Sen beni ben olduğum için sevdin. Peki, şimdi neden senin dayattığın hayata mahkûm etmek istiyorsun? Nasıl kıyabiliyorsun bana? Hani seviyordun? Evet, seviyorsun ama yanındayken. Ben uzaklardayken sevmeye kendine izin vermiyorsun. Kapatıyorsun kendini de beni de. Kapanamam ben sevgilim. Kuşlar uçmak ister, uçamazsa ölür. Ben sendeyken, başka yerleri, duyguları keşfedebilirim ama sen ruhen ölürsün. Çünkü sen ormanlar kralı aslansın. Koruyup kollamalısın eşini, kol kanat germelisin. Evet, sen tam bilindik, sevildik, özlemle beklenen kahramansın sevgilim, ama ben yolculuğumda beni daha ilerilere uçuracak  kendi, bilinmedik kahramanımı arıyorum. Sen elimi sıkı sıkı tutuyorsun ama bırak mıyorsun. Oysa ben ellerimin bir olacağı kahramanımı arıyorum. Gel desem gelir misin benimle ya da yolculuğa çıkışlarımda arkamdan su dökebilir misin ya da dönüşlerimin limanı olabilir misin? Olursun biliyorum ama mutsuzluğu yaşarsın dibine kadar, 'sen' olamazsın. Buna hakkım yok. Bu, bir aslanla bir kartalın aşk hikâyesi. Sen topraktasın, bense havada. Ben gidiyorum artık sevgilim. Yok, ağlama, akıtma o güzel yaşlarını. Oysa ben güle güle git ve güle güle gel demeni isterdim ama bu gözyaşları elveda için. Yapma... Elveda etmeyelim. Hayat bu... Piyango gibi ya çıkarsa diyelim.  Aradığım limanın sen olduğunu umarak ayrılalım. Bir bitiş olmasın bu, bir başlangıç olsun, dönüşümün başlangıcı. Ne dersin?  İster misin? Cevap verme. Ruhum bilsin, hissetsin... Ben yokken kendine iyi bak. Yemeğini ye, çok sigara içme, strese girme ve kendine kaos yaratma. Ya da geldiğimde toparlayabileceğim kadar dağıt kendini. Yolundan, rotandan çıkma. Neyse planın onu yaşa. Sevgililerin olsun, yalnız kalma. Belki biriyle planların, kalbin eşleşir. Engel olma kıza da kendine de. Yaşa sonuna kadar. Yanında olmasam da arkandayım, destekliyorum seni sevgilim. Geri döner miyim, dönsem de sen affeder misin  bilemiyorum. Sadece öldürme beni sende. Her gidişin dönüşü vardır sevgilim ama döndüğümde senin sevdiğin mi, yoksa bambaşka mı olurum, kim bilebilir ki ben bile bilmezken. Şimdi sen uyuyorsun, ben valizimi aldım, hazırım sevgilim. Gidiyorum. Seni, hayatın kendisine emanet ediyorum ve içimden tembihliyorum; sana iyi davranması, kollaması için. Tek gidiş kapısını açıp gidiyorum sevgilim. Seni seviyorum yolcunun hancısını sevdiği gibi...

Defans mı Hücum mu ?

Bugün pazar. Hava buğulu ve serin. Sanırım bu sene yaz baya naz yapacak bize; zira yeni gelin gibi kırıtmakta. Gerçi bu sözü de anlamam ben hiç. Yeni gelin neden ya da nasıl kırıtır ki. Ben gelin oldum ama olmasamıydım acaba diye hep düşünmüşümdür. Hiç kırıtmadım ya da kırıtamadım. Bilmem ki kırıtmayı, bilsem var ya erkeklerin hepsi peşimden koşmaz, önümde eğilirlerdi maazallah. Ay Allah korumuş! Düşünsenize erkekleri o şekilde. Çok itici. Valla öyle, en azından benim için. Ne yapayım öyle erkeği değil mi ama? Erkek dediğin ağır olur. Öyle senin kölen olmamalı, aptal aşık olmamalı. Ben var ya öylesini kapının önüne koyarım ya da zaten kapıdan içeri almam, direk kırmızı kart. Zaten aslında kadın erkek ilişkileri de futbol maçı gibi değil mi bazen? Kadınla erkeği düşünün, ikisi de rakip takım misali taktik savaşı içerisindedir daima. Hedef belli, gol atmak, maç başlar, yalnız futbol maçı doksan dakika sürer, bizim maç golü bulana kadar. Futbol maçında hakem vardır, en fazla maçtan atar, diğerinde hakem yoktur, faul serbesttir. Şimdi dedim ya taktik savaşı diye, aynen öyle. Futbolcular korkak tavuk gibi kaleyi asker gibi koruyup, kollarlar maazallah ya gol yerlerse düşüncesiyle. Yaşamda, önce kadın ilk başlarda defansta kalır. Futbolda olduğu gibi bazen korktuğu için, bazen de zoru oynamak içindir. Yani her iki benzer maçta da ‹Çanakkale geçilmez› durumu söz konusudur. Erkek aslında her daim hücum modundadır. Hedefe odaklanmıştır ve golü atacaktır, tabi kadın yerse. Eğer kadın defansta oynamayı seviyorsa erkeğin vay haline. Yandı! İstediği kadar hücum etsin nafile. 'Kale kapalı oğlum uğraşma, başka yol bul kendine' moduna geçer ve nihayetinde eğer sıkılmazsa maçtan, sıradaki taktik bellidir. Evet, bildiniz mi? Kontra atak. Futbolda uyanık taraf saf olan tarafı defansa çeker, boş anında kara şimşek gibi atağa geçer, şut ve gol... Saf taraf ayana kadar çakal taraf hedefi vurmuştur. İşte bizim erkek de zoru oynayan muhteşem defans oyuncumuz kadını kendi sahasında, bir anda sarı kartı gösterip öylece bırakıverir. İlgilenmez, aramaz, sormaz. Bizim saf ama zor oyuncumuza kal gelir. Boşluğa düşer, işte o anda çakal erkeğimiz kontra atağa geçer, koşar şut ve goooool. Canım defans oyuncumuz nereden geldiğini şaşırıverir. Zaten o an önemli değildir ki. Zafer erkeğindir. Sonrasında, peşin sıra penaltı misali goller kadının kalesine. Oley! Zoru oynarken, rehavet içindeyken maçı kaybetmiştir. Oysa onun yerine, arada defanstan çıksa, taktik değiştirse, geliştirse, mesela kontra atağa geçse; bizim çakalcığı aptala çevirecek. İşte o anda hücum yapıp golü atsa, ilk yarı zaferle bitecek. İlk yarı diyorum çünkü bu galip tarafın mağlup tarafı ne derece kendine bağlamak istediğiyle alakalı. İsterse orada bırakır, önündeki başka erkeklerle olan maçlara bakabilir ya da ikinci yarıya devam edip kendini erkek için vazgeçilmez yapabilir. Valla yapar. Ama biz o kadar meşgulüz ki zor, namuslu kızı, kadını oynamakla hayatı yaşamayı ıskalıyoruz, yaşamdan out oluveriyoruz. Zaten hangi devirde yaşıyoruz ki! Öyle şeyler kaldı mı? Ya biz kadınlar neden erkekler gibi cinselliğimizi, kadınlığımızı istediğimiz gibi, dibine kadar, ruhumuzu ve bedenimizi kirletmeden yaşayamıyoruz? Neden korkuyoruz? Soruyorum; sürüye uymak zorunda mıyız? Neden kendi kurallarımız, sınırlarımız, hayatımız yok bizim? Neden bilmem kaç sene önce, kimin koyduğu bile belli olmayan, miadı dolmuş toplumsal kuralların kölesiyiz biz? İsyankâr ve biz olamaz mıyız? Korkarız değil mi? Allah korusun! Sonra ne derler bizim için. Maazallah namussuz, basit ve kolay kadın oluruz değil mi? İşte kime göre ve neye göre? Hiç düşündünüz mü kurallarına uymak zorunda olduğumuz ve bizim de içinde yaşadığımız toplumun ne kadar kokuşmuş bir zihniyeti var? Yaşadığımız toplum ikiyüzlü. Dolayısıyla biz de öyleyiz, İKİYÜZLÜYÜZ. Mahalledeki zavallı Fatma bunu yapınca orospu, kaşar olur değil mi bizim tertemiz toplumumuz için? Ama Etilerdeki sosyetik Fatoş yapsa hanımefendi olur daima. Soruyorum size bu iki yüzlülük değil de ne? Hayır, anlamadığım şey erkeklerin koyduğu bu aptal, kokuşmuş kuralları kadınların daha çok benimsemesi. Koyunuz işte. Ya bize ne oluyor? Bu kadar meraklı mıyız biz güdülmeye, kapatılmaya, korunması gereken bir eşya olmaya ve namus bekçilerimize? Biz niye reform ya da ihtilal yapamıyoruz. Tabi önce kendi içimizde yapmalıyız bunu. Kendi hayatını, cinselliğini dibine kadar yaşayamayan toplum mahalledeki Fatma'yı namussuz ilan etsin ama Fatma en azından kendi hayatının ve cinselliğinin efendisi çünkü o cesaretli, güçlü ve kendi işte öylece. Şimdi düşünür müsünüz, siz neredesiniz? Defansta mı yoksa hücumda mı? Ya da kimsiniz? Hayat maçına ve duygusal rekabete bir sıfır mağlup başlayan, korkak, güdülen, gözetlenen bekçili mahkûm mu? Yoksa cesaretli, özgür, galip, kendi hayatının efendisi mi? El ele, gönül gönüle safınızı değiştirir misiniz benimle? Var mı cesaretiniz önce içinizde sonra toplumda ihtilal yapmaya, isyan çıkartmaya? Korkmayın, ben yanınızdayım her zaman ve daima. Size; içimdeki isyankâr, cesaretli, kahraman yoldaş sözü!
Defansta da kalsanız, hücumda yapsanız sizi seviyorum, içimdeki reformları, isyanları, cinselliğimi, kadınlığımı ve efendisi olduğum hayatımı sevdiğim gibi.

28 Mayıs 2011 Cumartesi

Hoşgeldin Yalnızlığım


Duygusal boşluktayım şu an. Ama bu boşluğu doldurmaya niyetim de hiç yok. Mutluyum ben, dolsam da boş kalsam da. Yalnızım, huzurdayım, sakindeyim. Her duygu bence dibine kadar yaşanmalı. Şimdi benim modum bu. Yaşıyorum, bir süre de yaşayacağım ta ki yalnızlığımda beni keşfedene kadar. Yalnız kalındığında dip köşelerine girersin, hani dip köşe temizlik yaparız ya evlerimizde onun gibi. Mesela dün ben öğleden sonra bir başladım gece on birde arkadaşımın telkinleri ve söylenişlerinden usanarak bitirmek zorunda kaldım. Zaten bedenim de isyana başlamıştı hani. Ama var ya; mis gibi, çiçek gibi oldu canım, (benim) evim. Ama ben bu temizlik konusunda isyankârım. Temizliyorsun en fazla iki gün sonra yine aynı. Nankör, nankör tıpkı erkekler gibi. Ben hiç haz etmem temizlik yapmaktan, sevmem. İçimde bir yerlerde kesinlikle bir prenses yaşıyor. Kadın gelmeyince iş başa düştü işte. Var ya o kadınlar Zeyna mübarek. Benden aldıkları paraların hepsini sonuna kadar hak ediyorlar. Helal olsun bacım saygılar! Oysa kadın fiyatına zam yaptığında ne kızmıştım. İçimden söylenmiştim de yüzüne bir şey söyleyememiştim. Maazallah ya beni bırakırsa, ortada kalırdım, içimdeki prenses isyan ederdi. Kuzu kuzu peki dedim. İkiyüzlüyüm işte. Peki ya siz hep dürüst müsünüzdür? Ama arada yaparım ben temizlik. Amaç temizlik değildir. Kafayı boşaltmaktır. Kafam doluysa, kızgınsam, hırslıysam, mutsuzsam girişirim temizliğe. Hırsımı viledadan alırım. Bol suyla oynarım. Balkonları, banyoyu yıkarım. Su arındırır çünkü bütün negatiflerimizden, iş bahane işte. Dün de öyle yaptım. Duygusal boşluktayım. Boşluğumu temizlikle doldurdum bir güzel. Valla yaparken çok mutluydum. İlk önce zihnim gevezelik ediyordu ama sonra hızıma ayak uyduramayınca susmak zorunda kaldı zalim. Sonunda duygusal boşluğum ile zihinsel boşluğum sevgili olunca, temizlik uçmak gibi oldu bende. Yaptım da yaptım yoruluncaya, bitap düşünceye kadar. Sonra da nefis taze sıcak bir kahveyle benim yerimde; mutfak masamda yazımı yazarak zaferimi kutladım. Aslında şöyle soğuk birayla da olurdu ama bir gün önce arkadaşım zevkle içmişti dolaptakileri. Neyse bu akşam telafi ederim nasıl olsa. Evet, özgürüm ben özgür. Hayat benim ya da ben kendi hayatımın efendisiyim. İstersem çıkarım istersem (benim) evimde keyif yaparım. İster içerim, sarhoş olur, dağıtırım. Gerçi ben öyle dağıtan cinsten değilim. Kışın o en soğuk havaları yaşadığımız gecelerin birinde aç karnına tekilaları üst üste yuvarlayınca baya sendeledim. Başım döndü. Sonra kendime geldim bir kahveyle ve geceyi öylece, güzel ve farkında geçirdim. Eve geldim yattım. Sabah uyandığımda başım dönüyordu. Vay neydi o? Evet gerçekten dünya dönüyordu! Tecrübe ettim. Ayrıca akşamı hiç hatırlamıyordum. İşin ilginç yani kimse kafayı bulduğumu anlamadı, ben bile. Takdir ettim kendimi. Ettim de üç gün terk etmedi beni tekila. Tam kabullenmişken kanımdaki işgali, geçti. Arkadaşlar tavsiye etmem. Siz siz olun aç karına içki içmeyin, özellikle duygusal boşluktayken. Çünkü işte o zaman bir tane içsek de zom oluruz. Tecrübe etmedim ama gözlem yaptım. Şişede durduğu gibi gerçekten damarda durmaz. Damarlarımızda dolaşırken hücrelerimize kadar içimizdeki isyanı çıkartmamız için komutlar verir. Biz de buna karşı koymaz, teslim oluruz. E tabi arada kendimiz olmalıyız değil mi? Bazımız sızarız, bazımız çok neşeleniriz içimizdeki hüzne inat, bazımız kahraman aslan kesiliriz içimizdeki korkak tavuğa rağmen. Aslında içimizdeki olmak istediğimiz insanı ortaya çıkartırız. Ama ne yazık ki biz gerçek kendimizi göremeyiz ve bunun tadına varamayız. Bizim eğlencemizle, neşemizle ve atıp tuttuklarımızla başkaları eğlenir. Ayrıca ceremesini de çeker çünkü bizi koruyup kollamak zorundadırlar. Burada haksızlık yaptığımızı düşünüyorum. Ya mesela ben rahatsız oluyorum. Dışarı çıkmışım, dans edeceğim, kafayı dağıtacağım içmeden, ............ dan. Ama yok biri bu isteklerine inat kafayı bulur, senin neşeni kaçırır. Gerçi artık onu da aldırmıyorum. Ben keyfime bakıyorum. İsteyen istediğini yapmakta, yaşamakta özgürdür. Kimse kimseye bağlı değil şu hayatta. İşte bu akşamda canım isterse çıkıp, dans edip ilk defa gerçekten yaşadığım yalnızlığımı, kendimle olan birlikteliğimi kutlayacağım. Siz de katılır mısınız acaba bana?

Ben Sevgi Periniz katılsanız da katılmasanız da sizi seviyorum duygusal yalnızlığımı sevdiğim gibi...






Çalsana Telefon :)


Telefonum çalmaz oldu. Evet, hem de benim. Nayır, nolamaz! Şimdi şuna bak şımarık demeyin.
Valla beni erkekler yaptı böyle. Nasıl demeyin; erkekler şımarttı beni. Şöyle; yaklaşık iki ay önceye kadar telefonum hiç susmazdı. Sanki hepsi gizli bir yarış içindelerdi ya da ebelemece oynuyorlardı; sende kaldı, bende kaldı hesabı. Ben de az değildim hani. Hepsine mavi boncuk dağıttım. Dağıttım sefam olsun. Mavi boncuk dağıttım ama sadece, gerçekten. Hiç birine yaklaşmadım ya da sözler vermedim. Ben sadece erkekler üzerindeki etkimi belirlemekle meşguldüm. Yani oyun oynamaktaydım. Zaten hayatın kendisi bir oyun değil miydi ki... Bu arada onları keşfettim. Şimdi hepsi ayrı modeldi bunların tıpkı biz kadınlar gibi.
Mesaj kutum hep doluydu. Dıt dıt mesaj sesi sanki bir parçam olmuştu. Neredeyse şaşı olacaktım. Çok şükür bitti. ( Şimdilik mi acaba? ) Neyse ben bunlara mavi boncuk dağıtırken pek eğleniyordum.
Bazılarıyla kahve içtim, bazılarıyla yemek yedim, bazılarıyla dansa gittim. Ama nihai hedef belli modellerin hepsinde. Çakallar! Ama haksızlık da etmeyeyim. Hepsi çakal değildi. Modeller dörde ayrılıyor; çakallar, tilkiler, kurtlar ve aslanlar olmak üzere.
Şimdi çakallar avını belirler, gözlemlemez sadece hedefe odaklanırlar. Yalnız hayvanlar âleminde çakallar sürü şeklinde gezer, insan âleminde ise tek başına. Çakallar hedefi vurmak için yapılması gerekeni bilir ya da bildiğini sanır. Çünkü bütün kadınları aynı kefeye koyar. Hepsine aynı sözler, kurlar, davranışlar. Bunlar o hedef için maddi olarak ta her şeyi vermeye hazırdılar. Ne isterseniz. Ama öyle hemen pes etmek yok. Pes edip av olursanız yandınız. Hop kayıptırlar. Çünkü çoktan başka bir hedefe kilitlenmişlerdir.
Yok, pes etmezseniz her daim peşinizdedirler. Valla! Arada sıkılırlar, geri çekilirler. Ama sonra tekrar gelirler, sonra tekrar, tekrar. Artık hırs yapmışlardır. İlle de avlamalıdırlar. Fakat bu sefer daha tehlikelidirler. Çünkü siz başka kadınlar tarafından oldukça beslenen egolarını yerle bir etmişsinizdir. Bu durumda teslim olmanızı tavsiye etmem. Ham yaparlar sizi Maazallah! Ben av olmadım bunlara, çok şükür hislerime ve canım egolarıma. 'Sürünün çakallar' modum, beni korudu. Ama çok eğlendim. Seviyorum çakallar sizi.
Gelelim tilkilere; tilkiler tam tilkidir işte. Cin olmadan adam çarpamaya çalışır bu modeller. Genellikle ya evlidirler, ya nişanlı ya da bir ilişkileri vardır. Artık birlikte oldukları kadından sıkılmış kendilerine taze bir kan aramakla meşguldürler. Elbet ağlarına bir zavallı ceylan takılacaktır. Bu modeller evdeki düzen bozulmadan sadece ve sadece heyecan ararlar. Bulduklarında karşısındakini bitirene kadar sömürürler. Sonra mutlu, mesut yuvalarına dönerler. Yalancılar. En tehlikelileri bunlardır. Aman dikkat! Sonra kurtlar vardı değil mi? Bunların da nihai hedefi bellidir aslında ama davranış şekilleri farklıdır. Bu modeller bağlanmaya meyillidirler ama bir tarafları şeytan tarafından teslim alınmıştır. İki ruhludurlar. Eşref saatlerine denk gelirseniz ne ala. Yok gelmezseniz yandınız. Med cezirlerinde yorulursunuz, hem bağlanmak isterler hem de özgürlüklerine düşkünlerdir.
Bir de aslanlar var. Bakın bunları ikiye ayırıyorum ben. İlki şöyle halim, selim, korumacı, görmüş geçirmiş, sonsuz güven veren ve sıkıcı. Evet sıkıcıdırlar.
Biz kadınlar durağan erkeklerden sıkılırız. Sıkılmaz mıyız? En azından ben sıkılıyorum... Bu aslanlar sizi sever, kollar, korur, üzerinize titrer. Sizle yüz göz olmaz. İlk zamanlar güzel gelse de bunlarla ilişki bir müddet sonra batmaya başlar. Çünkü heyecan yoktur. Kardeşim heyecansız ilişkiyi ne yapalım ya da ben ne yapayım. Almayayım, alana da mani olayım. Yakmayın kendinizi. Zira bağımlılık yaparlar çünkü hayatınızı kolaylaştırırlar. Ben bunlarla şahsen hiç eğlenemedim. Atraksiyon sıfır. Ayrıca çabuk pes ederler çünkü çok efendidirler. Gelelim ayaklarınızı yerden kesen, modern prenslere. Modern prenslerimiz tam bir aslandır. Ötekinden farkı sadece bunlarda heyecan ve otorite vardır, biraz da egoları. Fakat pazarda yok satılırlar. O yüzden bulmak zordur... Siz en iyisi mi akşam pazarına kalmayın...
İyi güzelde bu tarz aslanlarla olmakta kolay değildir. İstekleri, şartları, şurtları vardır. Onlar size uymaz.
Eğer bu modeli istiyorsanız; sakın özgür kızı oynamayın ya da özgürseniz uzak durun. Mesela ben hem aslan isteyip hem de özgür olmak isteyen aykırı kadın modelindenim. Nasıl olacak. Olacak. Ben istersem olur... Neyse bu modellerin hepsiyle eğlenirken ve ret etme zevk ve rehavetindeyken telefonlarım birden sustu...
İlk zamanlar fark etmedim. Sonra bir gün kulağım ve ellerim boşlukta kaldı. Ne de olsa alışkanlıkları vardı. Sonunda yorulmuşlardı, bıkmışlardı. Sanırım ben sıkılmıştım ve oyundan çıkmıştım! Ama sıkılan ruhum hiç aramadı. Huzur gelmişti. Çünkü aslında haber anlatmak yorucudur. Gelene ve kalana git demek, ava geleni avlamak ruhunda dalgalanmalar yaratır. Egolarını beslerken; senden, ruhundan çalar. O yüzden şimdi yaşadığım sessiz, huzurlu, habersiz mod daha eğlenceli. Unutmayın eğlenmek güzeldir eğer güçlüyseniz ve hayır diyebiliyorsanız. Ya da sınırlanız varsa, onları belirliyebildiyseniz ve koruyabiliyorsanız. Yoksa bu arena da kaybolursunuz. Ruhunuzu ve bedeninizi kirletirsiniz. İnanın değmez.
Sizi seviyorum bu modellerin büyüttüğü egolarım ve yaşattıkları eğlencelerim gibi.

26 Mayıs 2011 Perşembe

Arsız, Ucuzcu ama Mutlu

Ya biz kadınlar ne arsız varlıklarız. Dolabımı düzeltmeye kalkışınca bir kez daha yüzleştim bu trajik gerçekle. Evet, ben ne kadar arsızım. Daha neyim var, neyim yok bilmiyorum. Mesela kaç elbisem, pantolonum, bluzum var? Kıyafetlerimi tek tek ayırdım. Aman tanrım ne çok elbisem vardı benim oysa daha dün yeni bir tane satın alan ben değil miydim?
Ama hangisini kaç kere giymiştim? Çok azını. Zaten haberim mi vardı ki onlardan; giyineyim. Haksızlık yapmayayım değil mi kendime şimdi ama, bilsem giymez miyim. Yalan! Tabi ki yalan. Biz kadınlar bir satın almaktan bir de vermekten zevk alırız. Aralar sadece teferruattır. En azından benim için öyle. Hatta eski eşim alıp atma alışkanlığımdan şikâyet edip dururdu. Bense ona; iyi ya işte bak, dua et seni atmıyorum derdim. Gerçi onu da attım.
Arsızım ben arsızdım ölmeden önce. Benim aslında bir tarzım vardır. Spor giyinirim. Bir kot, t- shirt. Sanki tarzıma zevkime meydan okurcasına aldım o elbiseleri. Ay gelmeyin üstüme aldım işte! Fakat dün aldığım elbise çok yakıştı laf aramızda. Hem de sadece ve sadece yirmi TL. Ucuzcuyum ben ucuzcu. Ucuz şeyler almaya bayılırım. Pahalı çok şey satın almam. Ne de olsa, ne giysem yakışır ya. Yakışırda. Öyle şıkıdım olamam ben. Olmadım hiç. Neysem oyum aslında. Doğal güzel. İyide neden bu kadar alış ve veriş. Sorguluyorum işte sizinle birlikte.
Sizce neden? Yoksa siz de benim gibi misiniz? Öyle iseniz bilirsiniz nedenini. Bir erkek arkadaşım bana neden hep pantolonla kardeş olduğumu sormuştu ve biraz kadın gibi olmamı istemişti. Car car kavga emiştim onunla, ama içimden de acaba mı olmuştum, ne yalan söyleyeyim. Sanırım ben bu elbise satın alma çılgınlığıma o geceden sonra kapıldım. Aldım aldım da aldım.
Bazen giyiyorum da ama çok az. Zaten bu erkekler bizi neden olduğumuz gibi kabul etmezler de hep bir şekle; yani kendi istedikleri şekle sokmak isterler. Hayır, benim şeklimden, şemailimden ya da giyim tarzımdan hoşlanmıyorsun neden benimlesin ki? Dışarıda kokoş, fabrikasyon gibi bir örnek giyinen, süslenen püslenen, takıp takıştıran, çantasını kolunda taşıyan ( bazen bende kendimi o durumda yakalıyorum ) kadın çok. Yok, olmaz; ille de bizi değiştirecekler.
İşte bakın. Egoya gel egoya. Kadınları yani bizi değiştirmiş olacaklar. Vay abiler saygılar. Yok ya! Biz o kadar da kişiliksiz miyiz?
İşte sadece aldırırsınız ama değiştiremezsiniz. Bir de ayakkabı olayım var benim; eminim sizin de vardır. Ayakkabı çok severim. Kaç çift ayakkabım var bilemiyorum. Ama sorun sadece sayısında ya da ödediğim paralarda değil. Sorun hepsinin aynı tarzda olması. İyi ya tarzım belli değil mi? Ben hep babet giyerim. Yok yanlış anlamayın öyle sülün değilim, ufak tefeğim. Ama buna rağmen hep babet de babet. Ya ben o topuk olayını anlayamadım. Kardeşim benim boyum belli; onu giysem de giymesem de. Hayır, beş santim uzun olacağım diye bedenime zarar mı vereceğim! Oram buram ağrıyacak, kopacak . Neyin uğruna? Sadece o beş santimetre için mi? Pigmeyim işte. Topuklu da topuksuz da. Bir arkadaşım bana hobit derdi. Evet hobitim ama güzelim, inceciğim ve seksiyim. Seksilik dedim de; işte topuklar orada devreye giriyor. Şimdi bizim bu abiler pek bir seksi buluyorlar topuklu ayakkabıları. Seksi onunla yapıyorlar ya ondan... Benim de var topuklu ayakkabılarım tabi . Gerektiğinde giyilmek üzere; rafta biblo edasıyla bekliyorlar.
Ayakkabı önemli çok önemli. Alalım, paraya bakmayalım. Sefamız olsun. Aslında son zamanlarda alış ve verişle arama bir soğukluk girdi. Gidip denediğim ve bol gelen pantolonlar, bluzlar kandırdı beni.
Evet Hâkim Bey; şikayetçiyim. Ben bu vicdansızların yüzünden kilo aldığımı fark edemedim bile. Sonra bu acı gerçekle bir gece dışarı çıkmak için giyinirken yüzleştim. Üstüne kankam da kalçaların genişlemiş, kilo almışsın, yeni pantolon almalısın deyip, yangına körükle gidince çıldırdım ben. Nasıl olurdu Hakim Bey? Oysa ben sadece bir kaç kavanoz nutella bitirmiştim. Reva mıydı bu bana? Ben hayattan koptum o an. Zayıf olmaktan hep mutlu oldum; hatta üzerime kıyafetler uymasa da ya da çocuk reyonuna kaysam da. Benim için fiziksel güzellikte ilk şart zayıf olmaktır. Ne yapıyım ama öyle. Sonra toparlandım ama yaşadığım kısa kaos zaten bana aldığım kiloları verdirdi. Düşünsenize koca dolap kıyafetlere ne olacak ben kilo alırsam? Ucuzcu da olsam, orada bir servet yatmakta. Hepsini giyeceğim. Söz veriyorum size zayıflığım üzerine. Ama verileceklerden kurtulduktan sonra, yaz geldi dolapta yer açmak gerekli.
Ama siz benim gibi yapmayın. Tasarruflu olun valla diyeceğim ama ben sizim sizde bensiniz. Biz kadınız ve kendimizi olduğumuz gibi kabul edip seviyoruz.
Sizi seviyorum kıyafetlerimi, babetlerimi ve zayıflığımı sevdiğim gibi.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Ne Sempati Ne Empati



Bugün iyi değildim be sevgilim!
Seni çok ama çok özledim.
Hayatıma devam ediyorum.
Hayatı dolu dolu ama sensiz eksik yaşıyorum.
Artık bedenim isyanlarda.
Yorgunum, bitkinim ve ağrılarım var.
Biliyorum hepsi duygusal boşluğumdan, yok oluşundan.
Polyanna olmayı severim.
Seninleyken oynardım, senin yokluğunda da oynuyorum.
Sanki her şey yolunda ve olması gerektiği gibi.
Değil sevgilim, inan değil!
İsyanlar var, kavgalar başladı ve savaşa dönüşmekte.
Dayanamam sevgilim.
Savaşmayı bırakalı çok oldu.
O yükü bilirim, acısını,ağırlığını.
Yatak odama giremiyorum.
Sadece giyinmek için kullanıyorum.
Yatağın üzeri kıyafetlerle kaplı.
Üzerini örttüm özlemimin sevgilim.
Çekmeceler karmakarışık, dağınık
Tıpkı içimdeki çekmecelerim gibi.
Biliyorum, farkındayım her şey yolunda değil.
Yine bu sabah salondaki koltuktan her yerim ağrıyarak kalktım.
Televizyon sen gittiğin günden beri olduğu gibi açık kalmıştı.
Olsun sen olmasan da gülümsemeyle karşıladım günü.
Perdeleri açtım, temiz havayı içime çektim.
Ama yok!
Havanın tamamını almıyordu ciğerlerim.
Reddediyordu. Peki dedim alabildiğin kadar al sen de.
Yok say, umursama hayat güzel...
Mis gibi kahve kokusu bana iyi gelecekti.
Kahvemi aldım balkona çıktım.
Öylece durdum ayakta.
Tekrar nefes ama yok yok yok!
Bıraktım, teslim oldum.
Gözyaşlarım eşlik etti teslimiyetime.
Ağlayabilmiştim sonunda.
Sen gittiğinden beri ağlamamıştım, söz vermiştim kendime güçlü olacaktım.
Gözyaşlarım meğer içimde birikmiş, onları içime akıtmışım,
Bir anda baraj patladı sevgilim. İçimin seli dışarı fışkırdı.
Ağladım, ağladım en derinlerimden...
Kabullendim iyi değildim!
İçimdeki kavgalarla yüzleşmeliydim.
Var mıydı o cesaretim?
Elbette, hep vardı!
Ama nereden başlayacaktım?
İlk önce gözyaşlarımla sonra duygularımla.
Son damlaya kadar ağladım!
Sıra geldi duygularıma;
Onları didikleyecektim, korkusuz bir savaşçı gibi.
Beni acıtan, aslında sana olan özlemim değildi.
Kırgındım!
Kalbimdi ağlayan!
Neden;
Beni sevmemiştin,
Seçmemiştin,
Gitmiştin
Yapayalnız, sevgimle ortada bırakmıştın?
Ben sende kalmıştım...
Nefes alamıyordum.
Herkese kendimi kapamıştım.
İşte o zaman sana ve kendime olan öfkemle karşılaştım içimde en derinlerde.
Öfke çok ağırdır, insanı öldürür sevgilim,
Ölüyordum günden güne!
Yüzleştim;
Salaktım, duygusal aptalın tekiydim.
Kendime zarar veriyordum.
Oysa ilişkimiz boyunca empati yapmıştım sana.
Yol göstermiş, yanında olmuştum, elinden tutmuştum.
Sen ne yapmıştın?
O an ne empatim ne sempatim kaldı  sana sevgilim!
Sempatimi bırak, antipatimle karşılaştım kuytularımda.
Sonra ne zavallı olduğumla yüzleştim;
Kurban rolünü seçmiştim, çok güzel oynuyordum iç dünyamda!
Zavallı, terk edilmiş, aldatılmış, seçilmemiş kurban!
Bana hissettirdiğin ya da kendim yarattığım ve yaşadığım duygulara bak!
Öfke, kırgınlık, hüzün, antipati, zavallılık.
Hemen silkelendim.
İç dünyamdan çıktım.
Zafer benimdi yine.
Çünkü ben kahramandım.
Bu duygularımın hepsine kabul ve izin verdim.
Gerçekten nefes alabildiğimde özgürleşmiştim.

Acı bedenimden, yüklerimden kurtulmuştum.
Hayat şimdi tekrar güzeldi.
O özgürleştiğim duygularımın yerine;
Tekrar mutluluk, heyecan, sana ve herkese sempati gelmişti.
Gitmene kabul verdim sevgilim.
Git yolun açık olsun.
Benimki açık sonuna kadar.
İç dünyamdaki çekmecelerimi düzenlediğime göre,
Sıra odamın çekmecelerinde.
Derleyip, toplayacağım;
Yeni gelen;
Sensiz ama mutlu, heyecanlı ve herkesi seven kendim için...

24 Mayıs 2011 Salı

Özde değil, Sözde sevgilim

Özde değil ama sözde sevgilim,
Seninle çekilmiş bir fotoğrafımız yok!
Sen benim,
Gözyaşlarımın, özlemlerimin 
Kara prensisin! 
Seninle beyaz sayfamız hiç yok! 
Her seferinde açtığım o beyaz sayfayı kararttın; 
Beni üzerek, ağlatarak.
Öğrettin bana; 
Birini severken nasıl yalnız olunduğunu. 
Geceler boyu boş, sıcaklığından uzak yatağımda, 
Usul usul ama içli içli ağlamayı öğrettin bana. 
Birlikteyken ayrı olmayı, 
Ayrıyken kavuşamamayı öğrettin bana. 
Biz seninle hiç kavuşamadık. 
Dedim ya, sen benim sözde sevgilimdin! 
Özde hiç olmadın, olamadın. 
Bunun için ne kendine, ne bana izin verdin. 
Sadece yalancı sevmeler, yalancı sözler verdin. 
Sıkılınca oynamıyorum dedin. 
Kaçtın, yok saydın beni, sevgimi.
Öz olamadık. 
Hiç bilmedin öz sevgiyi, 
Sensiz eksiktim,
Tamlamanı bekledim. 
Ama sen canın istedi geldin, 
Canın istedi sevdin beni!
Hiç pişmanlıkların var mı sevgilim? 
Hiç nefes alamadığın oluyor mu? 
Kendini hiç boşlukta hissediyor musun? 
Elin telefona gidiyor mu? 
Kapıma gelmek istedin mi?
Belki geldin gizli gizli?
Bugün değilse bile yarın olacak. 
Hayatında yokum!
Bir sis bulutusun, 
Berraktın oysa sevgilim!
Şimdi daha iyi anlayacaksın; 
Özleyeceksin!
Yüzümü hatırlayacak mısın?
Emin değilim! 
Çünkü sen ne alıcı gözle baktın 
Ne can kulağı ile dinledin.
Dedim ya resmimiz bile yok!
Ama hatırlayacaksın; 
Sana yaşattığım, değerini bilmediğin sevgimi. 
Sen yaramaz, şımarık bir erkek çocuğuydun sevgilim. 
Sana olan şefkatimi, anlayışımı arayacaksın.  
Pusulanı kaybettin sevgilim. 
Artık bir rotan, dönecek limanın yok. 
Gemin batmak üzere,
Dengeni kaybettin. 
Ben senin bu hayattaki dengen, 
Sevgi kapındım sevgilim!
Seni bırakıp gitmezdim, hep severdim, 
Kollarımı açar, her seferinde affederdim. 
Yoruldum sevgilim! 
Medcezirlerin bitkin düşürdü beni.
Sözde olan sevgimiz yarı yolda kaldı, lastik patladı, su kaynattı. 
Her seferinde tamir ettim
Ederdim yine;
Keşke sevseydin beni. 
İçimdeki ses; 
Artık bu sevgi hurda oldu dedi.  
Gözyaşlarımla veda ettim sana olan sevgime. 
Bütün özlerimi senden geri alıyorum, 
Onlar benim en kıymetlim. 
Çok sevdiğim; sana bile bırakamam. 
Artık ağlamıyorum, 
Ağlasam ne fark eder eskiye mi döner her şey? 
Sana olan ölümsüz sevgimi görürsün diye bekledim, 
Kördün sevgilim.
Gidiyorum...
Sonradan koyacak ayrılık acısı. 
Hasret acısı rotan olacak.
Hoşça kal özde değil sözde sevgilim.

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Aldatma - Aldatılma

Aldatmak, Aldatılmak!
Aldatmak nedir? Birine verilen sözü tutmamak, yalan söylemek. Ya, biz kendimize yalan söylüyoruz, başkasına söylemişiz çok mu?
Toplumda bu kelime bir erkeğin ya da kadının aldatması olarak algılanıyor. Kendimizden sonra sevgilimizi, eşimizi aldatıyoruz.
Tutamayacağımız o sadık olma sözünü verirsek aldatırız tabi. Biz kendimize sadık mıyız ki başkasına sadık olalım.
Birini severiz, âşık oluruz sonrada o tutamayacağımız sözleri veririz, sanki hiç değişmeyecek mişiz gibi. Ama gelişiriz, diplere vururuz, zaferler kazanırız. Bu süreçlerde değişiriz. Zevklerimiz, isteklerimiz, hayata bakış açımız değişir. İşte o zaman sevgimiz de biter. Çünkü biz hiç bir zaman gerçekten seveceğimiz biriyle olamayız. Her koşulda sevmeyi ve sevilmeyi bilmeyiz. Ama kendimize dürüst olamayan bizler karşımızdakine de dürüst olamayıp başlarız oynamaya. Bazen başka biriyle bazen de sevgi yalanlarımızla aldatırız. Aldatılana da ne yazıktır dimi? O her şeyden habersiz, mutlu, mesut yaşamaktadır. Bence hiçte yazık değildir. Bu gelinen yalanlar sonuna o el atmamış mıdır? Görmezden gelerek, aymaz aymaz dolaşarak çoktan beklenen sonun mimarlarından biri olmamış mıdır? Ay yazık ona aldatılmış.
Aldatan en azından farkındadır bir şeylerin yolunda gitmediğinden, o kıvranmaktadır ve eminim birçok sinyal de verir ama anlayana. Aldatmak iyidir demiyorum ama fark etmiştir en azından. Sevgi yalanlarına ya da başka ilişkiye başlar. Bu durum erkeklerde ve kadınlarda farklıdır. Erkek her şekilde yapabilir bunu. Ama kadın son noktaya kadar yapmaz, düşünmez bunu. Kadın ilgi ister, çiçek gibidir, sulamak gerekir. İşte o kurumaya yüz tutana kadar dayanır ve birden kendine ilgi gösteren ilk erkekle aldatır. Hiç de pişman olmaz. İşte aldatan mı yoksa aldatılan mı suçludur burada? Kadın bu durumda hemen ilişkiyi bitirir. Zaten bitmiştir onun için çoktan. Kadın cesaretlidir. Bu kokmuş ilişkiyi birde aldatma heyecanıyla süslemiştir. Bundan sonrası teferruattır. Peki ya erkek? Erkek ilişkisi sürerken başka bir kadına âşık olur, ona kurlar yapar, peşinden koşar, kandırır, ilişkiye girer ama yok diğerini bitirmez, bitiremez. Kadın kadar cesaretli değildir. Düzeni vardır, çoluğu, çocuğu vardır. Yapamaz, bırakamaz. Ay ne erdemli değil mi? İki tarafı idare eder. Ne var ne yok her şeyi kendine çalıştırır. Vermez ama alır alırda alır. Verdikçe alır arsızca. Tabi şimdi sadece suçlu erkek midir? Kadınlar da yok mudur? Ama erkek en sonunda iki taraftan da olacaktır henüz haberi yoktur aymaz arsızın! Ama dedim ya bu yaşananların hepsi bence normal. Çünkü hepimiz sevgi arsızıyız. Bilmediğimiz sevmeye, sevilmeye özlem duyuyoruz.
Önce kendimize dürüst olmadıkça, hep aldatacağız ve aldatılacağız. Dürüst olalım kendimize. Ne istediğimizi bilelim, kararlarımızı ona göre verelim. Biten enerjileri zorlamayalım, yol verelim, kırmadan, yıkmadan. O zaman ne suçlu, günahkâr aldatan, ne de masum, zavallı, kurban aldatılan oluruz. Önce kendimizi, sonra herkesi ve her şeyi sevelim. Gerçekten sevdiğimiz kimseye ne yalan söyleriz ne de zarar verip onda yaralar açarız.
Unutmayın başkasında açtığımız yaralar vicdanımızla baş başa kaldığımızda yakamıza yapışacaktır.
Bu durumda ne yapıyoruz;
Önce zavallı kendimizi aldatmaya son verip, gerçekten sevmeyi öğreniyoruz. Öğreniyoruz değil mi?
Evet, mi? Peki o zaman haydi seni seninle baş başa bırakıyorum.
Dön içine, konuş kendinle, bakalım sana neler anlatacak. Sakın korkma ben buradayım ve seni sevgiyle destekliyorum. İnan düzlüğe çıkacaksın, sevecek, sevileceksin...
Hayır mı? Peki, o zaman. Demek henüz vaktin gelmedi. Devam et yalanlarına, yalanlarını yaşa ve yaşat. Acı çek ve çektir. Unutma sen bensin, ben de senim. Hepimiz biriz.. Seviliyorsun...
Elbet bir gün yolu bulacaksın. SAF SEVGİ YOLU
Aldatsan da, aldatılsan da seni içimdeki sonsuz aşkla seviyorum.

Yüklü müsünüz ?

Sakin telaşsız bir gün,
Kaçımız böyle bir gün yaşıyoruz? Ama gerçekten sakin, telaşşsız, yavaş akan bir gün.
Hangimiz sabah uyandığımızda yatağımızda keyif yapıyoruz.
Kalkıp perdelerimizi sıyırıp, camlarımızı açıp, dışarıdaki temiz havayı ciğerlerimize çekip, güne hoş geldin diyoruz?
Ya da kuş seslerini duyup, dinliyoruz? Bir müzik açıp yüksek sesle söyleyip dans ederek yeni günü kutluyoruz. Aynaya bakıyoruz ve kendimize günaydın diyoruz, yüzümüzü kocaman buz gibi suyla yıkıyoruz? Güzel, keyifli hafif bir kahvaltı yapıyoruz?
Yoksa sizde benim gibi bir kahveyle sabahı geçirenlerden misiniz hani şöyle sütsüz sert olanından? Ben kahvaltı yapmam. Alırım kahvemi kışın mutfak camının önünde, yazın balkonda günü kutlarım. Yeni gün benim günümdür. Heyecanlanırım yaşayacaklarım, yapacaklarım için. Yüzümde huzur ve gülücük; günle, ışıkla, güneşle ya da bulutlarla bütünleşirim.
Hiç hayatınızı durdurdunuz mu? Günlük talaşlarınızı beklemeye aldınız mı?
Onlar orada sizi beklerken siz başka bir dünyaya daldınız mı?
Mesela bütün dertlerinizi, kederlerinizi sorumluluklarınızı, sorunlarınızı bir kutuya kilitlediniz mi? O daldığınız başka, telaşsız sorunsuz hayatta sakinliğin, dinginliğin tadına vardınız mı ya da bunları bildiniz mi? Küçük bir kilim alıp çimlere yayıldınız mı, deniz kıyısında denizi seyredip, dalgaları dinlediniz mi hiç? Bunları yapsanız ne hissedersiniz? Hafiflersiniz. Hafiflik nedir bildiniz mi hiç? İki elinizde taşıdığınız ve ağırlığından yorulduğunuz yükleri bıraktığınızdaki hissinizi anımsıyor musunuz? İşte bir de size ağır gelen, omuzlarınızı indiren duygusal yüklerinizi bıraktığınızı düşünün.
Sadece hafiflersiniz. İçinizde güzel bir boşluk olur.
Size bu hiçlik duygusu uçma becerinizi hatırlatır. Çünkü aslında biz üzerimizdeki yükler yüzünden uçmayı unutan özgür kuşlarız.
Size söz veriyorum; bunu bir kez bildiğinizde bırakmayacak, bırakamayacaksınız.
Hayata, dünya anaya ve kendi özünüze bağlanacaksınız. İstemez misiniz? Yoksa sizde acıların ve koşuşturmaların tiryakisi misiniz? Yapamaz mısınız? Yapmayın, kendinizi kandırabilirsiniz ama beni asla. İçinizdeki özünüzü inkâr ediyorsunuz. Kendinize ihanet ediyorsunuz!
Zaten biz en çok ta kendimize ihanet ederiz değil mi? Kendimizi sevmeyiz. Evet, sevmeyiz çünkü sevsek bu bizi bizlikten çıkartan, bizi aşağılara, dipsiz kuyulara çeken duygularımızı çoktan bırakırdık. Onların yerine sadece ve sadece sevgi koyardık. İşte o zaman gerçekten özgür olur, günü dibine kadar, mutlu ve huzurlu yaşardık.
Ben bunların hepsini yapıyorum. İnanın mükemmel bir duygu. Mucize adeta. Mucizelere inanır mısınız? Evet, mi? O zaman kendinize neden inanmıyorsunuz? Şu hayattaki tek mucize sizsiziniz, biziz! Hayır mı? Neden? O zaman özünüzü inkâr ediyorsunuz işte... Aslında ne muhteşem bir varlık olduğunuzun farkında değilsiniz. Olsun; hepimizin bir zamanı var fark etmek için. Edeceksiniz, edeceğiz, er ya da geç.
Şimdi önümüzde iki seçeneğimiz var; Ya eski bizle yaşamaya devam edeceğiz ve acılarla beslenip hayatımızı para gibi kolayca, düşünmeden harcayacağız ya da yeni aslında en eski bizi yani özümüzü kabullenip, içimizdeki ağırlıklarımızı çöpe atıp, içimizdeki sevgiyi keşfedip yeni hayatımızı sakin, telaşsız ve huzurlu yaşayacağız. Seçim sizin, bizim. Unutmayın birimiz bile bunu seçse hepimize fayda getirecek.
Hangisini seçerseniz seçin; sizi seviyorum kendimi, huzurumu, dinginlğimi, hiçliğimi sevdiğim gibi...

Senden önce senden sonra





Senden önce senden sonra...
Akşam oldu. Yine sen yoksun. Saat dokuz olmuş ben seni düşünüp mutlu olmakla meşgulken.
Senli dünyama dalalı çok olmuş. Kalktım; küçük bir şişe şarap açtım kendime. Raftan iki boş kadehi aldım, senin için akan kanımın rengi gibi kırmızı şarapla doldurdum. Sonra anladım olmasan da yanımda, sevmesen de beni hala seninleydim. İkisini de aldım. Balkona çıktım. Hem ağladım, hem güldüm, hem de içtim.
Düşündüm kendimi, hayat yolculuğumu, yoluma çıkanları, çıkmayanları.
Hayatım üç bölümdü. Senden önce, seninle ve senden sonra...
Senden önce ben var mıydım acaba? Yolunu kaybetmiş, sevmeyi bilmeyen, yarı mutlu, yarı mutsuz sanki kanadı kırılmış bir kuştum. Öylece yaşıyordum. Yalancı aşklar, yalancı ilişkiler, yalancı sevişmeler ve yalancı mutluluklar. Gençtim, güzeldim. Sanki hayat benimdi. Kandırık mutluydum sana kadar. Sonra sen geldin. Gerçekten hoş geldin. Seni ilk gördüğüm an âşık oldum. Çakmak çakmak bakan gözlerin bana aşk kapısını açtı.
O gece uyuyamadım heyecandan. Böyle hiç heyecanlanmamıştım ben. Seni bir daha görecek miydim, karşılaşabilecek miydik acaba?
Karşılaştık. Sen uzaktan geliyordun, fark ettim seni kalabalıkta. Kalbim yerinden çıkıp seninkine koşmak istiyordu. O yol sanki bitmek bilmedi. Konuştuk ikimizde mutlu ve heyecanlıydık. İçimden bir yandan sabırsızca numaramı istemeni bekliyordum. Ama yok istemedin. Yıkılmıştım sanki. Öylece ayrıldık alelade arkadaşlar gibi. Oysa sen benim aşkımdın bilmesen de.
Uzun zaman görmedim seni bir daha. Bekledim, bekledim, bekledim. Tam ümidimi kesip yalancı dünyama hazırlanırken GÖRÜŞELİM Mİ? Notunla birden eski yalancı hayatımı bekleme moduna aldım. Nerden bulmuştun evimi de posta kutuma koymuştun o hayatımın notunu? Önemli değildi... Heyecandan ölmek üzereydim. Defalarca elbise değiştirdim, saçımı yaptım. Geldin, önce koşarak sonra yavaş merdivenlerden indim. Sözde sana göstermeyecektim heyecanımı. Arabaya bindim ve o pırıl pırıl aşkla parlayan gözlerimiz, sonra da ellerimiz buluştu ta ki sen gidinceye kadar. Sen beni sevdin ben de seni. Ben o ilk günkü heyecanımı hiç kaybetmedim. Hep yaşadım içimde ve seninle. Her günümüz birdi. Planlar hiç yapmadık sadece aşkımızı ve hayatımızı paylaştık. Her gün muhteşemdi. Gülerdik seninle biz. Eğlenirdik, dans ederdik, sabahlara kadar sevişirdik. O sevişme aralarındaki sohbetleri severdim ben. Orada biz olurduk ve yalın olurduk. Çıplaklığımız sadece bedensel değil ruhen de olurdu. Kıkır kıkır gülerdik, içerdik, ateşli tartışmalarımız olurdu. Orada sen sendin ben de ben. Sonra anlayacaktım 'biz' olamadığımızı...
Dedim ya hiç plan yapmadık. Özellikle her birlikte olduğu erkekle evlilik planları kuran ben sende rota belirlememiştim. Gerek yoktu sanki. Sen hep benimle olacaktın. Zaten hep birlikteydik. Ben aşk sarhoşuyken mutluluk rehavetindeyken sen gittin. Bende kalmayı değil de benden gitmeyi tercih ettin. O gittiğin gece kalakaldım arkandan, tek kelime bile edemedim. Sessizce vedalaştık. Neden diyemedim hatta neden yalvarmadım sana gitme kal diye? Yalancı aşklarını bırakmamak için her türlü yolu deneyen, ne yapıp edip geri döndüren ve sonrada böbürlenen ben sende tutulmuştum.
Zaten gidişinde, beni benle bıraktığın gecede kalacaktım. Kaldım da, hala da oradayım. Seninle olan hayatımda gerçekten âşık, mutlu, heyecanlı ve umutlu bir sevgiliydim. Senden sonra ise gerçekten âşık ama mutsuz, heyecanını ve umudunu kaybetmiş bir kadınım. Evet, sadece kadınım işte; hala sensiz seni yaşayan, yaşatmaya çalışan öylesine bir kadınım. Gerçeğini tatmışken ve bilirken artık yalancı aşklarıma, dünyama da dönemem. Senden sonra yıkılmadım ama hasar gördüm depremden sonraki güçlü bir bina misali. Bu arızalı, hayatı bozulmuş kadını tamir edebilecek bir yürek çıkar mı karşıma bilemiyorum, zaten de beklemiyorum.
Ben bekleme hakkımı sende kullandım sevgilim. Bekleyecek hiç halim yok, yorgunum. Ben şu an içimdeki senle mutluyum sanki. Zaman ne sürprizler yapacak, yaşayıp öylece ve göreceğim.
Sensiz seninle konuşurken bir şişeyi bitirdik bak sevgilim. İçimdeki özlem fırtınasına eşlik edercesine rüzgâr çıktı, içimdeki sana olan yangınımı söndürmecesine hava soğudu.
Artık içeri girme vakti rüyalarımda buluşma vakti, görsel şölende ve hayal dünyamda buluşmak üzere.
Hoşça kal.

22 Mayıs 2011 Pazar

Elveda...

Sevgilim,kocam,ev arkadaşım,hayat arkadaşım ve zamam zaman çocuğum....
Ben gidiyorum. Sana verdiğim süre doldu.Seninle defalarca konuştuk,tartıştık.Ama ne sen beni anladın ne de ben seni; çok istesemde. Kabullendim. Heyecan, aşk bitti. Evliliğimizin akti bitti.
Sana verdiğim bu süre boyunca senden sevgi dilendim , hep umutla bekledim;eski sen olursun, beni yine seversin,eve koşa koşa gelirsin,saatlerce sevişiriz,güleriz,eyleniriz diye. Yok sen bunları bana tekrar vermeye yanaşmadın. Neden? Çok mu yorgundun, sevgi denizin mi kurumuştu, çok mu meşguldün?
Sanırım hepsi vardı sende. Sayende ben de çok yoruldum. Bu ilişkiyi kurtarmaya çalışmaktan, almadan vermekten ve en çok ta beklemekten yoruldum, halim kalmadı.
Evet bekledim ben seni; günlerce,gecelerce bekledim. Sen neredeydin? Yan yana aynı yatakta ama ayrı dünyalarda, ayrı rüyalara dalarken, ya da geceler boyu, saatlerce için için ağlarken ben, nerelerdeydin sen ? Hangi hülyalarda,bedenlerde,heyecanlarda,keşiflerdeydin?
 Ben burada gözyaşlarımla dost olurken sen yaşadın mı heyecanlarını ,başka bedenleri keşfini? Güzel miydi? Değdi mi? Umarım değmiştir...
Artık ben yokum. Sıra bende.Gidiyorum seni senle bırakarak.
Evimizde yalnız kalma,düşünme,hüzünlenme sırası da sende.Giderken sana bırakacak başka birşey yok, zira sen hepsini tükettin.O sıcacık yuvamızı da sana bırakıyorum. Artık evimizde yaşamak istemiyorum. İçimdeki hüzünleri,zehirleri gözyaşlarımla akıttım orada. Ben yeni bir hayata başlıyorum hem de en baştan,sıfırdan.
Sadece kendimi alıyorum yanıma birde umutlarımı,yeni hayat heyecanlarımı ve cesaretimi...
Umutluyum . Kendimle;en kadim dostumla yeni hayata başlıyorum.Hiç bir planım yok sadece valizimi alıp çıkıyorum.Cesaretliyim; ben kendimi bırakmadıkça ve içimdeki sevgi bahçesini suladıkça hayat her yerde güzel olur.
Sana şimdi gerçekten bensiz hayatında mutlu olmanı diliyorum.Sakın bir söz bile söyleme.Sözler bitti.
Sadece ve sadece umut dolu kısa bir elvada.Allaha emanet ol çünkü artık bendeki emanetini sana iade ediyorum.Artık sen seninlesin ben de benimle.
Elvedal!

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Gelsene Yar

 
Gelsene Yar

Bir mayıs sabahında gel. Doğa ana baharı kutlarken, ruhum aşka hazırken gel. Mahzun meltem yüzümü okşarken gel. Zaman durduğunda gel. Aşka, sevgiye susamışken gel de kana kana içeyim. Martılara simit atarken gel, gel de martılar şahit olsun aşkımıza. Hüngür hüngür ağlarken gel, gel de ağlayarak arındırdığım ruhumu aşkınla doldurayım. Güneş doğarken gel, gel de aşkımızı parlatalım. Gecenin karanlığında gel, ruhumun en ücra köşelerinde korktuğumda gel. Yıldızları sayarken gel, gel de aşkımızın ışığı olsun. Deniz kıyısında dalgalar çekilirken gel, gel de dalgalar çekilsin ama sen kal. Kal benimle, benimle beni yaşa. Sonbaharda yaşa, karda kışta yaşa. Yaşa ki beni bütünle, yaşa ki tamlanayım tencere kapak gibi, kahveyle süt gibi, rakıyla balık gibi.
Paylaş benimle, sabahın neşesini, akşamın hüznünü, gecenin gizemini.
Paylaş benimle sevgini, yüreğini, neşeni, gözlerindeki yağmuru, hayatının her gününü; sanki sonmuşçasına ama yarın ilkmişçesine. Gel benimle ruhumuz nereye gitmek isterse, uçarcasına kuşlar gibi hafif, özgür. Sevgimizle yeni yerler keşfedelim, adım attığımız her yere sevgi kırıntılarımızı bırakalım Hansel ile Gratel gibi. Hayatımızda hep mutlu sonlar olsun Pamuk Prenses ve Cindrella gibi, gelsene yar gözlerimi sana açayım Uyuyan Güzel gibi.

Peki Dedim Görüşmeyelim !





Karşılaştık;
'Ne var ne yok?' diye sordun. 
Bende; 
Sevgi, aşk, mutluluk, huzur ve dinginlik vardı. 
Sende ise; 
Sevgisizlik, mutsuzluk, fırtına, gelgitler ve kaos. 
Peki dedim görüşmeyelim! 
Baktın bana umutsuzca, kabullendin. 
Çünkü ne sende benim sevgimi, huzurumu, 
Dinginliğimi kaldıracak güç vardı, 
Ne bende sendeki o çok iyi tanıdığım,
Henüz yakamı kurtardığım sevgisizliği,
 fırtınayı, gelgitleri ve kaosu. 
Aynı havayı teneffüs ederken, 
Ayrı dünyalardaydık. 
Dünyaya bakış açımız farklıydı; 
Bende bardak dolu, sende boştu. 
Aynı dünyada var olma şeklimiz, 
Onu algılayışımız farklıydı! 
Ben özgürce uçan kuştum 
Sense mahkûm, sevgiye muhtaç, 
İçindeki cevheri göremeyen, 
Yaralı bir kuştun. 
Ben kartaldım, 
Sen kanadı acımasızca kırılmış, 
Minik bir serçeydin. 
Kartallar yüksek uçardı, 
Serçeler kafeslere koyulurdu. 
Neden serçe olmayı seçmiştin? 
Bana sadece küçük bir alanda nefes alma tercihini kabullenmek kalmıştı. 
Neden benimle gelmek istemeyip,
Küçücük, acı dolu dünyanda kalmak istemiştin? 
Kabullenmek daha kolaydı belki de. 
Anlıyorum seni! 
Yaralarını saracak, 
Uçmaya niyet edecek,
Başına gelenleri kabullenecek, 
Yüreğin yoktu. 
Cesaretle yürüseydin yolunda, 
Benimle gelebilirdin! 
Kartal olurdun. 
Özgürce, istediğimiz gibi süzülürdük göklerde. 
Bayrağımızı sallandırırdık 
Seninle benim, BİZİM gökyüzümüzde. 
Ama biz olamadık! 
Sana elimi uzattım, sonsuz sevgi sundum, heyecanla, 
Umut ettim; elimi tutarsın, 
Önce kendini sonra beni ve dünyayı seversin, 
Benimle gelirsin diye. 
Umursamadın! 
Kilitlediğin sevgi kapını açmaya korktun. 
Yorgundun, halin yoktu. 
Bense içimdeki sonsuz saf ve gerçek sevgiyi,
Seninle paylaşma isteği ile canlıydım 
Yapamadım; 
Seni sevgiye, çekemedim. 
Seninle dipsiz kuyulara girmeye hiç niyetim yoktu. 
'Geliyor musun?' diye sordum son kez. 
Cevap vermedin.
O zaman peki dedim; 
GÖRÜŞMEYELİM!

Yalnızlık

Yalnızlık yalın kelimesinden gelir; yalın sadelik, çıplaklık, alev.
Şu hayatta kaçımız sade saf sevginin aleviyle tutuşup çıplaklığımızı en güzel şekilde onurlandırmışızdır? Ya da gerçekte ne kadar çıplağızdır? Kaçımız saf gerçek sevgiyi bilmiş, göstermiş ya da alabilmişizdir?
Hepimiz yalnızlığımızı bir şekilde dillendiririz. Kimimiz için en kadim dost, kimimiz için zavallılık, kimimiz için ceza, saklanma. Sevgilimizle, eşimizle, çocuğumuzla, arkadaşımızla ya da kendimizleyken hep bizimledir kendimizce tanımladığımız yalnızlığımız. Aslında yalnız değilizdir. İçimizdeki o ta derinlerdeki sevgimiz vardır. O hep bizimledir. Ama nedense onu görmezden geliriz. Onun yerine yalancı aşklar, yalancı sevgiler, yalancı arkadaşlar ve eşler seçeriz ve mutlu olmaya çabalarız. Oluruz da işte yalandan oluruz. Sonra yine kendi yalnızlığımıza geri döneriz. Sanki bir dönemecin içine koyulmuş fareler gibi hep aynı döngüyü yaratır, yaşar sonra terk eder ve ağlarız.
Neden sadece bir kere bile olsa gerçekten sevmeyi denemeyiz? Çünkü korkarız! Şartlarımızı, isteklerimizi koşullarımızı terk etmek zorunda kalırız. Sadece herhangi birini o olduğu için sevmek ne zordur değil mi? Bizi de kimse öyle sevmemiştir. Hep bir şart koşulmuştur. Evde iyi çocuk, okulda çalışkan öğrenci, işte disiplinli çalışan, evlilikte özverili anne babalıkta fedakâr olursak sevileceğimize kodlandırılmışızdır. E peki; yaramaz çocuğa, tembel öğrenciye, disiplinsiz çalışana, kendini düşünen anne babaya ne olmuştur? Kimse sevmemiş midir acaba? Bilmem. Zaten önemli mi? Hepsi saçmalık!
Ben yalnızlığımı severim. Çünkü o zaman kendimle kalırım. Dinlerim kendimi, konuşurum içimdeki benle. İçimdeki zenginliği keşfederim, mutlu olurum, ama benim için yalnızlık bu kadardır. Sonrasında çocuğumla, arkadaşımla, sevgilimle, eşimle bu kendi zenginliğimden kazanımlarımı paylaşırım, sevgi veririm ve sevgi alırım sadece!
Benim yalnızlığım kalabalık içindeki yalnızlık değildir, aksine içimdeki çıplaklığım ve alevimdir. O alevi tutuşturup herkesi ısıtmaktır sevgimle.
Ama çoğunlukta yalnızlık tek olmak, tek kalmaktır. Hep yanımızda biri olmalıdır. Ne yaptığı, söylediği çoğu zaman önemli değildir. Oysa yanımızda her kim varsa aramızda sevgi bağı olmalıdır. Karşılıklı verilip alınmalıdır. İşte o zaman alev alınır ve bu yaşadığımız yalnızlar çöplüğü çiçek bahçesine döner.

20 Mayıs 2011 Cuma

Özlüyorum

Nerdesin acaba şimdi, ne yapıyorsun, kiminlesin? Ben kendi, seninle dolu özlem dünyamda öylesine yaşarken sen kendi dünyanda rahat mısın, huzurda mısın? Sırtın pek, karnın tok mu? Yoksa seninde sevgi kutun benimki gibi boş mu?
Ben seni özlüyorum hem de çok. Ta derinlerde bir kız çocuğu isyan ediyor senin yarattığın ve benimde yaşamak zorunda olduğum acımasız kadere. Hani seviyordun beni, hani ben senin huzurundum, hani beni yıllarca beklemiştin? Yalan mıydı hepsi? Yoksa kalpten söylenmemişler miydi? Hayır hayır inanmam buna inanamam. Ben inansam ruhum reddeder, ruhum inansa bedenim kabullenmez.
Ben seni yalandan sevmedim. Peki ya sen? Sevdin mi beni gerçekten söyle. Belki de kendince sevdin. Uzaktan sevdin, canın istediğinde sevdin, kaçmak istediğinde sevdin, sığınacak bir liman aradığında sevdin. İşte sevdin kendince. Peki ya ben ? Bense seni her daim sevdim, her koşulda sevdim ve gerçekten ama gerçekten sevdim. Ama sen bir türlü inanmadın, inanamadın karşılıksız, olduğun gibi sevildiğine. Hak göremedin kendine değil mi? Neden? Ben söyleyeyim mi? Çünkü sen böyle bir sevgi hiç görmedin ya da böyle bir sevgi kimseye duyamadın. Ben senin kadar büyük yürekli değilim demiştin ya bana; evet değilsin belki ama öğrenebilirdin be sevgilim.
Neden bu kadar cesaretsizsin? Nedir seni bu kadar korkutan? Saf sevgim mi? Peki şimdi beraber olduğun kişi seni gerçekten seviyor mu? Yoksa isteklerini mi sıralıyor, şartlarını mı sürüyor önüne? O yüzden mi onunlasın da benimle değilsin?
Ben şu an senin bıraktığın yerde hala seni bekliyorum. Daha ne kadar burada olurum bilemiyorum ama gitmek üzereyim. Ruhum en derinlerde bunu biliyor. Gidiyorum sevgilim, tutacak mısın elimden, gitme kal, bak geldim  diyecek misin?
Yüzümü yine sevecek bana sıkı sıkı sarılacak ve yine sevgilim diyecek misin? Yine elele sahilde sonsuz huzur ve mutlulukla  yürüyecek miyiz, yine yaz geceleri muslukların altına girip ıslanıp dans edecek miyim ve sen de beni izleyecek misin?
Gel sevgilim ilk geldiğin gibi tesadüfen.
Sevgilim zaman daraldı ...

Evlenmek


Evlenmek
Ne Garip değil mi? Ya da bana öyle gelmekte. Neden iki insanın bir araya gelmesine evlilik denmiştir? O zamanlar için en uygun kelimeydi belki de; yeni ev açma, iki kişinin bir çatıda yaşaması. Bugün ise çok farklı.
Mesela ben evlenmem ki! Benim evim var, kendi evim. Neden sevgimi evle sınırlandırayım ki.
Dünün terimi bugün hala geçerli gibi ama benim için değil. Sevgi ve Aşkla, kadınla erkeğin bir araya gelmesi evle mi sınırlıdır?
İşte sınır. Sınırlarımız var. Aşk ve sevgiyi de evin içine hapsediyoruz tıpkı bütün duygularımızı içimize zincirlediğimiz gibi. Birine âşık oluyoruz ya da seviyoruz, hop evleniyoruz. Aman Tanrım ne curcuna, isteme faslı, nişan, gelinlik, damatlık seçimi, ev tutma, evin eşyaları, nikâh günü alma, evin içini düzme, tabi bir de düğün faslı var.
Bunların içinde en önemlisi nikâh. İmza atıyoruz ve şirketleşiyoruz!
Duygumuza sanki bir değer biçiyoruz, işte o an en değerli şeyimizi sevgimizi sınırlandırıyoruz. Aslında suç imza da değil ona yüklediğimiz anlamda.
Oysa sevmek içimizdeki en sınırsız duygudur. Sevginin sınırı yoktur, sonsuzdur, evren gibi.
Ben bu saatten sonra sevgimi ne evle ne imzayla sınırlarım, sevgimi sınırsızca özgürce yaşarım.
Birini sevdiğimde içimdeki sevgiyi büyütürüm bir ağaç gibi, kök salar içimde bir çınar gibi. İşte o an en zengin kişi ben olurum. Ne eve ne imzaya ihtiyaç duyarım. Gönül evimi inşa ederim, yavaş yavaş tadına vara vara, her anını gerçekten yaşayarak. Gönül evim varken ve içi doluyken ben her yerde yaşarım, her yerde mutlu olurum. Ama gönül evim derme çatmaysa mutlu olacak başka şeyler ararım. Onlarla mutlu olmaya çalışırım. Çalışırım da olmam, olamam. Kendimi kandırırım. Rol yaparım şu dünyadaki bütün insanların yaptığı gibi ama roller bitmeye mahkûmdur. Oysa ben gerçek beni, sevgimi yaşarım. Öbür türlü neden evleneyim benim zaten güzel bir evim, düzenim var.
Gönül evimi inşa ettikten, sağlamlaştırdıktan sonra imza atarım belki ama başka anlamlar yükleyerek. Bu imza kendime vereceğim bir söz olur içimdeki sevgi çağlayanını kurutmamak adına. İşte o zaman benim evliliğim evrensel sevgi akit olur. Kaçımız bunu yapabiliyoruz? Ben öbür türlüsünü yaşadım. Mutlu olmadım sadece kendimi kandırdım. İnanın siz de mutlu değilsiniz. Sadece bir kaç dakikalığına içinizdeki sizle yüzleşin; bakalım size neler söyleyecek. Duyduklarınızdan sakın korkmayın, yüzleşin. Gerçek duygunuzla tanışınca canınız acıyabilir ama inanın siz zaten acı çekiyorsunuz sadece rol yapıyorsunuz mış muş gibi. Kırın zincirlerinizi.
Gerçek sevgiyle tanışın, büyütün onu içinizde. İşte o zaman bize hep öğretilen cennetle tanışacaksınız çünkü cennet Sevgidir Aşktır.
Hepimizin bir gün kendi cennetini yaratması dileği İle ,
Sizi Seviyorum kendimi, cennetimi sevdiğim gibi...

Hapsedilmek

HAPSEDİLMEK
Dünyasal veya ruhsal güdüsünde olan ama bir türlü uçamayan bir kuş misali….
Uçamayan bir kuş ne hisseder? Gökler, uçsuz bucaksız ufuk onu beklerken uçamıyorsa kendini sınırlandırılmış hisseder. Sınırları vardır. Sınır demek mutsuzluk, körlük, sağırlık demektir onun için.  Artık ta uzakları göremeyecek, bilmediği sesleri duyamayacak, özgürlüğü yani mutluluğu hissedemeyecektir çünkü bunlar olmazsa nasıl kuş olabilir ki ?
Peki şartlar bunu gerektirdi.Yaşamaz mı? Yaşar tabi. Eksik, ruhsuz yaşar çünkü ruhunu kaybeder. İşte bizlerde o kuş misali  hapsettik kendimizi ya da hapsedildik bedenlerimizde. Cezamız acı çekmek, korkmak. Oysa bizimde güdümüzde özgürlük, mutluluk var. Aslında biz de uçmaya kodlandık. Fark edemiyoruz ya da ettirilmiyoruz. Sadece saf sevginin olduğu gerçek yuvamızı oyun oynamaya gelmek için terk ederken oysa ne kadar özgür ve cesuruzdur. Ama dünyaya geldiğimiz andan itibaren ağlarız çünkü fark ederiz saf sevgiyi bıraktığımızı. Yavaş yavaş öğreniriz dünyasal kuralları ve bu kuralların hiçbiri sevmek değildir, ne acı değil mi? Önce korkmayı öğreniriz; sonra yargılamayı, yargılana yargılanada tabiki acıyı. Zaten dünya acı çekme yeridir, burada acı çeken yukarıda mükafatlandırılacaktır. Çok azımız buna isyan eder,nedenini, buna kimin karar verdiğini sorgularız. Bu benim hayatım kimse karar veremez, yaratıcımız bile karışmazken gibi başkaldırılarımız da olamaz. Maazallah ya dinsiz, ya Allahsız  ya da isyankar, uyumsuz ilan ediliriz değil mi? Ama bu suçlamaları umursamayanlar yol alır,  özünü alır. Başkaları cennetin hayalini kurarken cennetini burada yaratır. 
Bizim özümüz sadece ve  sadece saf sevgi. Bir kere onu hissettiğimizde bütün dünyasal kurallar teker teker yıkılır. Zaten onlar gerçek değildir !
Bizim özümüz yaratılanı yaşamayı mahkum olmak değil yenisini yaratmaktır. Tanrı biz ruhlara kendinde olan birçok  özellik vermiştir. Bize sonsuz sevgi duyar, yargılamaz çünkü özgürlüğü tadan bir ruhun beden içinde sınırlanarak bu dünyada yaşaması zordur , cesaret  ister ama bu dünyada kendi özünü alabilmek asıl cesarettir. Bunu yapabilen kişi tanrının sevgisini gerçekten bilir.  Bir de bu sevgiyi yaşaması vardır ki... 
Nasıl olabilir bu? Saçmalık, delilik, şirk koşma mı?
Müjde!!
Hiç biri değil, inanın değil. Sadece nasıl yapacağınız bilmek gerekir. Tanrı bizi olduğumuz gibi sever bütün ruhları sevdiği gibi. Dedim ya yargılamaz !
Peki biz kendimizi olduğumuz gibi sevip kabul edebiliyor muyuz ? Evet demeyin hemen lütfen.
Biz sadece kendimizi sevdiğimizi sanıyoruz ama sevmeyi bilmiyoruz. Sevmeyi öğrenmeliyiz, önce kendimizi sonra herkesi ve her şeyi. Sizi ve dünyayı iyileştirecek tek  reçete var; sevgi sevgi sevgi…
Kaçımız yataktan neşeli kalkıyoruz, günü kutluyoruz, aynadaki bizle konuşuyoruz, ona güzel şeyler söylüyoruz, dışarı çıktığımızda tanıdığımız tanımadığımız herkese merhaba diyoruz, gülümsüyoruz, gördüğümüz hayvanlara sevgi gösteriyoruz? İnanın çok azımız. İşte bunu yapabilenler mutlu azınlık, biz ise sürüye uymuş mutsuz şirinleriz. Hepimiz en az birkaç kez seyretmişizdir Şirinleri. Mutsuz şirin her şeyden nefret eder, hep mutsuzdur ve onu etrafına da yayar aynı bizim gibi. Bir de Gargamel vardır, o da şirinler den nefret eder ve kötü taraftır değil mi? Ama aramızdaki fark o şirinleri bir türlü yakalayamaz, biz ise çoktan teslim olmuşuzdur Gargamel’ e.
Teslim olmak ya da savaşmak. Ne için? Sevgi için özümüz için! Neye karşı? Korkularımıza, hırslarımıza, egolarımıza ve sevgisizliğimize karşı. Ama bu savaş can yakarak olmamalı, ruhen olmalı. Özgürleşmeli!Yapalım bunu. Dünyayı değiştirelim. Hem de yıkmadan, can yakmadan, almadan, sadece severek.
Var mısınız?Şu dünyada sadece bir insanın saf değiştirmesi dünyaya iyiliktir hem de çok büyük.
Saf değiştirelim.

Kim ve Kimlik


Gerçekte kim olduğunuzu düşündünüz mü hiç ? Ben mi?  Düşündüm; otuz yaşıma girmiştim, ne yapacaktım, ne yapmıştım? Çok şey aslında. Okumuştum, mesleğim vardı, evlenmiştim, bir de çocuğum olmuştu. Bu yaptıklarım beni yansıtıyor muydu? Ben kimdim? Annemin çocuğu, bir eş, bir anne, bir öğretmen, arkadaş, dost ve komşu . Bunlar ben değildim! Anlamıştım . Hepsi benim bilinçsizce seçimlerim olan kimliklerimdi. Uzun süre uzaktan kendimi gözetledim, sinsice ve gizlice. Evet kesinlikle kimliklerim dışında bir de ben vardım. Hani şu muhteşem söz misali: “ Bir ben var benden içeri ” İçimdeki ben, kimdi o içimdeki ben? Neredeydi? Kaybolmuştu, içimdeki derin bir kuyunun içinde gizlenmiş saklanmıştı sanki bulamıyordum. O gün gerçek hüzünle tanışmıştım. Ağladım , ağladım ,ağladım küçük inatçı bir kız gibi . Ama yok bulamamıştım beni. Hem ağladım hem yürüdüm. Ne kadar ağladım ne kadar yürüdüm bilemiyorum. Zaman kavramını unuttuğum ilk an . O kaybolduğum zamanda yolumu buldum ben. Anladım diplerim beni ben yapmışlardı. Diplerim içimdeki saklanmış benim isyanıydı.Rotamı belirlemiştim; kendimi bulacaktım. Peki; ama nasıl? Önemli değildi! Birden hüzünlü gözyaşlarım mutluluk gözyaşlarına dönüşmüş, adımlarım heyecanlanan kalbimin atışına uyum sağlarcasına hızlanmıştı. Zaman gelmişti, benimin zamanım. Her şeyin bir zamanı vardı anlamıştım, vakit geldiğinde peşin sıra, bir çorap söküğü gibi. Kaybettiğim ben, zamanı belirlemişti. Zaman şimdiydi; çok mutluydum . Farkında olmadığım, umursamadığım ve kaybettiğimi düşündüğüm benim oysa beni hiç terk etmemişti. Şimdi bir bütünlenme zamanıydı. Nasıl yapacaktım, ne kadar sürecekti? Bilemiyordum ama, ben karar vermiş ve yola çıkmıştım. Uçsuz bucaksız bir denizde ufku göremeyen ama bilen kahraman denizci misali. Bu denizde fırtınalar kasırgalar ya da her ne varsa hepsini kabul etmiştim  çünkü hepsi bendim. Amansız yolculuğumda elbet yardım gelecekti. Ben karar verdikten sonra bütün kapılar açılacaktı, açıldı da.

İzleyiciler


Osho

‎''Kişinin her zaman doğru yolda gideceğinin garantisi
yoktur. Birçok kere birçok şey insanları yanlış yola yönlendirir çünkü doğru
kapıya gelmek için birçok kere yanlış kapı çalınır. Hayat böyle...

Eğer ilk seferde doğru kapıya rastlanılırsa onun doğru
olduğu anlaşılamaz. Her yer, her şey kırmızı olsa başka hiç bir renk olmasa
kırmızının ne olduğunu kimse bilemezdi. O yüzden son tahlilde hiç bir çaba
boşuna değildir. Her çaba kişinin gelişiminin doruk noktasına ulaşmasına katkı
yapar. İnsan asla kararsız olmamalı... Yanlış yola sapmak endişe yaratmamalı.
İşte bu önemli bir sorundur. İnsanlara asla yanlış bir şey yapmamaları
öğretiliyor.

Onlar yanlış bir şey yapmaktan o kadar korkuyorlar ki, hiç
bir şey yapmıyorlar, hareket kabiliyetini yitiriyorlar. Mümkün olduğu kadar
hata yapın. Ama bir şeyi unutmayın. Aynı hatayı tekrarlamayın. O zaman gelişirsiniz.
Yoldan sapabilmek özgürlüğünüzün bir parçasıdır. Bu doğru, bu yanlış diye bir
şey yok. Hayat o kadar kesin değil, onu bu kadar kolay etiketleyip
sınıflandıramayız. Hayat her şişenin etiketli olduğu ve neyin ne olduğu bilinen
bir eczane değildir. Hayat bir gizemdir, her an tetikte olunmalıdır. Neyin
doğru neyin yanlış olduğu hakkında önceden hazırlanmış yanıtlara güvenilemez.
Hayat çok hızlı ilerler dinamiktir, iki an asla birbiri ile aynı değildir, o
yüzden bu anda doğru olan bir şey, bir sonraki anda doğru olmayabilir. Bu
değişen hayata nasıl tepki verileceğine kişi o anda karar vermelidir.

Hayat böyledir..
Onun için hazırlık
yapamazsın..
Onu hazır bir şekilde
bekleyemezsin..
Güzelliği bu, anlamı
bu.
Her zaman şaşırtır ve
sürprizlerle gelir.
Her anın sürprizlerle
dolu olduğunu ve önceden hazırlanan hiç bir yanıtın uygulanabilir olmadığını
görürsün...
Eğer gözlerin varsa…''


UBUNTU :)

UBUNTU :)
Afrika'da çalışan bir Antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir, ağacın altına koyduğu meyvalara ilk ulaşanın ödülü o meyvaları yemek olacaktır.Onlara "hadi, şimdi başlayın birinci olan ödülü alacak" der.O anda bütün çocuklar elele tutuşur, koşup ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyvaları yemeye başlarlar. Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu yanıtı verirler; Bu UBUNTU'dur. Nasıl olurda diğerleri mutsuz iken birimiz o ödülü yiyebilir ki ? Ve UBUNTU'nun anlamını açıklarlar onların dilinde UBUNTU "Ben biz olduğumuz için ben'im" demekmiş

Bob says

Bob says
Onun ilk aşkı olmayabilirsin, son aşkı da; hatta bir tanesi de, daha önce aşık oldu, tekrar olabilir. Ama şu an seni seviyorsa daha ne olabilir ki? Tıpkı senin gibi, o da mükemmel değil ve ikiniz birlikte asla mükemmel olamayabilirsiniz. Ama şayet o seni güldürebiliyorsa, iki kez düşündürebiliyorsa kabul edersin ki; insanlar hata yapar onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin herşeyi ver. Seni günün her anında düşünmüyor olabilir ama sana kırabileceğini bildiği bir parçasını verecektir. Kalbini. Yaralama onu, değiştirmeye çalışma, çözümlemeye kalkma ve verebileceğinden fazlasını bekleme. Seni mutlu ettiğinde gülümse, kızdırdığında fark etmesini sağla ve yokken özlediğini bil.
Dünyayı daha kötü hale getirmeye çalışanlar bir gün bile durmazken, ben nasıl durayım?

Ömer Hayyam;


Evvela;

Benim rızam olmaksızın

Dünyaya getirildim.

Hayatta;

Hayretimden başka bir şeyim artmadı

Sonra yine elimde olmadan

Bu dünyadan göçeceğim

GELMEKTEN, KALMAKTAN, GÖÇMEKTEN

Maksat ne?

Hala anlamış değilim!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı