Üzülme!
Dert etme can!
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan
Ne mutlu sana!
Elinde olmayanları
söyleme bana
Elinde olanlardan
bahset can!
Üzülme!
Geceler hep kimsesiz
mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek
mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...

* Mevlana

31 Ağustos 2011 Çarşamba

Aşk ve Para

Aşk ve para ilişkisi nasıl olmalıdır, ya da aşkla para arasında ilişki olmalı mıdır sizce yoldaşlarım? Ya da para ne kadar gereklidir aşkta? Bence orta karar. Tamamen parasız bir adamla da aşk yaşanabilir mi sizce yoldaşlarım?  Yaşanamaz sanırım. Neden sizce?
Aşk sadece yatak odasında ya da evde yaşanmaz ya da sahilde el ele romantik yürüyüşlerle bir yere kadar dayanır. İlk zamanlar fark edilmez peki ya sonra? Beslemek gerekir. Tamamen kapitalist bir toplumda yaşadığımızı inkâr edemeyiz bence.
Bir kadın gerçekten âşıksa para çok da önemli değildir değil mi? Ama sonra parasızlık sınırlar koyar aşka. Nasıl mı? Şöyle ki; bir kadın sürprizler ister, gezmek ister, hediyeler ister. Bunlar olmazsa hiç, aşkın ışığı söner. Mesela ben isterim bunları. Yoktan çok anlamam daha doğrusu anlarım da anlamak istemem. Çünkü ben varlıktayım, yokluğu tekrar deneyimlemek istemem. Varlık derken paradan bahsetmiyorum, bilinç olarak varlıktayım. Kadınlar aslında bazen çocuk gibi oluyorlar özellikle âşık olunca. Ama bu istekler ihtiyaçlar dâhilinde değil. Her kadın kendi ihtiyacını karşılayabilir. Burada ki mesele güzel zaman geçirmek için gereken para. Öyle de büyük paralara gerek yok değil mi? Ama para lazım. Maddeden kaçan ben bile bunu kabullenmiş durumdayım. Düşünsenize hepimizin bir prens hayali var. Hiçbirinde züğürt bir prens yok değil mi? Güçlü, zengin, yakışıklı ve bize çok âşık bir adam hayal ediyoruz. Allah versin. Bu zamanda bunu bulmak çok kolay değil ya da biz zor olduğuna inanıyoruz. Önce inançlarımızı değiştirmeliyiz sanki. Zaten zenginlik de tek başına yeterli değil en azından benim için. Sevmem, âşık olmam lazım. Önce kalbi zengin olmalı cebine gelene kadar. Cebi orta karar olsa da olur. Cömert, paylaşımcı olmalı. Ama ben ne kadar paylaşımcıyım henüz onu tam olarak bilemiyorum. Ama Halit ile her şeyimi paylaşabilirdim. Paylaşırdık da. Kimde varsa. Ama çoğunlukta onda vardı. Bazen parası olmadığı zamanlar benden para istemesi çok hoşuma giderdi. Verirdim zaten verdiğim neydi ki. Günlük, idareten harçlıklar J Ama o verirdi hem de canı gönülden. Ben de alırdım. Ama sadece ondan alırdım. İşte alma ve verme ilişkisi dengede. Sanırım param yok cümlesine dayanamıyorum, itiraf ediyorum özellikle aramızda engel oluyorsa. İstenirse engeller kaldırılır. Sabredilir, anlayışlı olunur ama bunu yapmak istemiyorum ki ben. Peki ya siz ne durumdasınız? Nedir bu konuda ki duruşunuz? Duruşlar önemlidir. Ona göre adamları çekeriz hayatımıza desem de bazen öyle olmuyor değil mi? Gönül bu işte. Belli olmuyor. Tutuluyoruz işte ama sonu gelir mi bilemiyorum. Sizce gelir mi? Sanırım yaşayıp ta görmek lazım. Yaşadıklarımız hayatımıza yön verir. Onlardan öğrenir, ders çıkartır ve yeni aşk oyunları yaratırız. Ben kendim için emin değilim ya siz?
Sizi seviyorum günden güne parıldayan aşkları sevdiğim gibi.
Bir sonraki 'yazım' aşk mı para mı ? '

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Çok Özür Dileriz Boşandığımız İçin…


Sevgili yoldaşlarım eğer günümüzde yani tek dişi bile kalmamış canavar modern hayatımızda boşanmışsanız yandınız. Özellikle bir kadın olarak bizler boşandıysak vay halimize. Neden mi? Erkek yoldaşlarım hemen anlamışlardır sanırım J
Şimdi boşanmış ve bir de hoş, alımlı bir kadınsak sevişmeden duramayız biz. Bir kere tadına varmışızdır. O yüzden gözleri dönmüş ve avlanmaya hazır erkeklerimizin kolaylıkla elde edecekleri modeliz. Öyle uğraşmalarına gerek yok. Hemen yatıveririz onlarla. Âşık olunmaz bizlere. Genç kız mıyız biz öyle hiç el değmemiş. Anlamış değilim gerçekten de. Zaten bu durum da ayrı bir olay. Sevgili erkek yoldaşlarım karıştırmadık halt bırakmaz, yatmadığı kadın, kız kalmaz ama evlenirken ya da âşık olurken el değmemiş kız ararlar. Neden? Ego bence. Sadece benim olsun. Bak bak. Allah Allah. Peki siz kaç kişiyle oldunuz o zaman?  Adil mi bu sizce ?Neyse konudan sapmayayım.
Neden neden erkek yoldaşlarım kadınlara cinsel obje olarak bakıyorsunuz? Neden her kadının bir dünyası olduğunu kabul etmiyorsunuz? Bir kadın boşandıysa hepten cinsel obje. Tecrübeli değil mi o yatakta? Sizi mutlu eder. Peki ya siz? Siz ne yaparsınız? Hiçbir şey. Alacağınızı alır ve gidersiniz. Peki, o boşanmış, yatakta tecrübeli kadın ne hisseder. Ben söyleyeyim çok üzülür. Çünkü aslında o sadece yatakta değil hayatta da tecrübelidir. Çok şey yaşamıştır. Kırgınlıkları, üzüntüleri vardır. Belki size bir umut bağlamıştır. Ama önemli değildir. O tek geceliktir. Bunu yazıyorum çünkü bunu yaşayan birçok kadın biliyorum. O gecenin ardından üzülen, ağlayan, pişman olan. Tabi yoldaşlarım biz kadınlarda da kabahat büyük. Ya yatalım ama arkamıza bakmayalım ya da ağlayacaksak yatmayalım. Emin olalım ne tür bir ilişki adamı olduğuna karşımızdakinin sonra karar verelim. Ne öyle hemen adamların kollarına atlıyoruz sonra da üzülüyoruz. Ama konu da bu değil. Konu kokuşmuş toplumumuzun boşanmış kadına bakış açısı. Ama bunu sadece erkek yoldaşlarım yapmıyor. Biz de hem cinslerimize acımasız olabiliyoruz. Özellikle annelerimiz erkek çocuklarına bu kadınları layık görmüyor. Ne büyük bir ilizyon. Layık olmak ya da olmamak. Boşanmış kadına ev vermiyorlar bu memlekette. Ben ev ararken emlakcı bana medeni durumumu sorunca şok olmuştum. Ya da komşularımın evime giren çıkanın seceresini tuttuğuna şahidim. Boşanmış dul kadınlar evlerine giren her erkekle sevişir ya ondan J Toplumumuz bile belden aşağıya yaşıyor. Etiketi yapıştırıyor. Bakmıyorlar bile bu kadının eğitimi, kalitesi, özellikleri, toplumdaki yeri nedir. Önemli değil, onun titri bellidir artık. Sevişme makinesi. Hasbin Allah. Tövbe tövbe. Ama canım erkek yoldaşlarımın kız kardeşlerine, annelerine bu yakıştırma yapılsa yakar yıkarlar ortalığı. İşte sana yapılmasını istemediğin bir şeyi sen de yapmayacaksın. Çok severim bu sözü.
Yani uzun lafın kısası beyni aşağıya çalışan toplumumuz; boşandığımız için özür dileriz. Suçluyuz, istediğiniz fanteziyi kurabilir hatta tek gecelik zevk olarak kullanabilirsiniz bizi.Tövbe tövbe J Ama bunu yapmayan duygusal, mantıklı adamlar var bu memlekette. Kaliteli, dünya görüşü geniş. Umarım bütün kadın yoldaşlarım bu adamlarla karşılaşır ve muhteşem aşklar, heyecanlar ve sevişmeler yaşarsınız. Ben sizi destekliyorum. Sizi ham yapmalarına izin vermeyin. Av olmayın. Çünkü sizler cesursunuz. Boyun eğmediniz. Hayatta dik durdunuz ve yeniden hayat kurdunuz, bu tür adamların sizi kirletmesine izin vermeyin. Ama yok ben memnunum diyorsanız ona da eyvallah. Hayat sizin. İstediğiniz gibi yaşayın. Her gece sevişin isterseniz ama üzülmeyin emi.
Sizi seviyorum, boşansanız da, evli olsanız da ya da aklınızı kullanıp henüz evlenmediyseniz de. 

28 Ağustos 2011 Pazar

Halit sen bana akıl vereceğine kendine bir baksan diyorum ne dersin acaba?

 Yoldaşlarım geçenlerde kahvemi yudumlarken her şeyin ne kadar da yolunda olduğunu düşündüm ve mutlu oldum, içimde rengârenk balonlar havaya uçtu sanki. Sonra bunu face book ta paylaştım. Telefonunu sildiğim ve hayatımdan çıkarttığım Halit Efendi benim mutlu olmama çok sevinmiş bir de üstüne üstlük bana akıl veriyor hep mutlu ol emi diyerek. Bak Bak! Halit sen bana en son akıl verecek kişisin. Uyanık; ben mutlu olacağım, senin bana yaşattığın acıları unutacağım sen de vicdanen rahatlayacaksın. Senin kulaklarını kapattığın, duymaya bile dayanamadığın bana yaşattığın acılarımı unutursam, üstünden bir yük kalkacak değil mi?
Yok, öyle yağma. Unutmam ki unutamam. Ama artık umursamıyorum, geçti ve gitti. Zaman her şeyin ilacı. Hayatıma devam ediyorum. Sen benim yarattığım ilizyonumdun. Seni hayatıma çektim, görev verdim ve bana acı çektirdin. Güya bu acıdan tekâmül edecektim. Baya güzel oynadın rolünü tebrik ederim. Ama artık böyle oyunlar oynamama gerek kalmadı. Artık aşkın acı çekmek olmadığını biliyorum. Sen benim ilizyon aşkımdın. Olmasan bana acı çektirmezdin. Oyun sona erdi. Erdi de senin vicdanına ne yapmalı onu bilemiyorum. Pek de bir şey yapmaya niyetim yok çünkü hala acı bedensin ve farkında değilsin. Hayır, sen mutluluğun anlamını bilmezken, karşındaki aynayla yani içindeki gerçek senle yüzleşemezken kalkıp bana akıl vermen akıl almaz bir durum. Halit’ciğim önce sen kendine bir baksan! Mutlu musun? Ben sana söyleyeyim. Hayır değilsin. Üstüne üstlük mutluluğu huzuru arama yolunda başkalarını da mutsuz ve huzursuz ediyorsun. Zaten aksini yapamazsın. Neysen onu yansıtıyorsun karşındakine de. Belki bunları sana söylediğim için bana kızıyorsun içten. Ne yapalım doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Ben de zamanında çok kovdum, iyi bilirim. Ama bana değil de kendine kızsan. Ne demişler iğneyi kendine çuvaldızı başkasına batıracaksın. Hey gidi hey. Sen hiç iğneyi batırdın mı kendine Halit? Sanmıyorum batırsan bu durumda olmazdın ve ben de sana bu yazıyı yazıyor olmazdım değil mi?
Yoldaşlarım, hepimiz kendi yarattığımız aşk oyunlarını yaşıyoruz. Yazıyoruz, roller biçiyoruz ve oynuyoruz. Ama eğer mutlu değilseniz benim gibi acı çekerek oyundan çıkmanıza gerek yok. Ben biraz geç aydım ama olsun aydım. Şimdi yapacağınız şey eğer mutsuzsanız, acı çekiyorsanız bilin ki yanlış oyundasınız. Hemen o oyunu bozma ve yenisini yaratma yetisine sahipsiniz. Hem de en iyisini. Çıkalım ilizyon aşk oyunlarımızdan. Gerçek aşkta acı yoktur.
Sizi seviyorum ilizyon aşk oyunlarımdan çıkışlarımı ve gerçek aşkı sevdiğim gibi.

21 Ağustos 2011 Pazar

Yalnızlığımın Şerefine...

Defalarca övdüğüm, övündüğüm, sıkıca sarıldığım yalnızlığımla baş başa oturuyorum yine yoldaşlarım peki ya siz? Siz ne durumdasınız? Bu muhteşem yaz akşamında kiminlesiniz? Yoksa siz de benim gibi yalnızlığınızla sessizliğinizi mi paylaşıyorsunuz? Ben aynen şu an bunu yapıyorum. Koltuğumda oturdum ve sessizce size yalnızlığımı yazıyorum. Ama bu sefer pek övünemeyeceğim. Neden mi? Bilmem. Sanırım sıkıldım. Evet, bir sürü arkadaşım var. Şimdi istesem çıkarım ama canım onu da istemiyor şu an. Peki, ne istiyorum sizce? Sevgili mi? Emin değilim inanın. O kadar alışkınım ki günümü gün etmeye, bir ilişkiyi idare edebilir miyim bilemiyorum. Halit mi? O da ilişki miydi ki? Düzenli değildi ki. İşte onunla da günümüzü gün ediyorduk. Sıkıldım canlar sıkıldım. Artık kendime bir yoldaş ya da beyaz atlı prens gelsin, kılıcını çıkartsın ve beni kollarına alsın istiyorumdur belki de. Aslında çok inanmam masallara ama  Pretty Woman da olmamış mıydı? O bile, o haldeyken hayal ediyordu ve oldu. Ama o da filmdi değil mi? Ayrıca halinde de bir şey yoktu. Her kadın masalsı bir aşkı hak eder değil mi? Eder eder de, ben şimdi bu beyaz atlı prens gelse kapıma ne yaparım acaba? Kal gelir bana. İnme iner bir yerime maazallah J O kadar kopmuşum aşktan. Diyelim ki geldi, inme falan da inmedi. Ben ne yaparım sizce? Önce şöyle bir süzerim yakışıklı mı değil mi? Ne giymiş, arabasının markası ne? Elinde ne var bana getirdiği? Desem de yalan J Ben aynen şunu derim sıçtın Huge Dreamer. Ne bok yiyeceksin? Çağırdın ahan da bak geldi. Vallahi bunları düşünürüm, tırsarım, arkama bakmadan eve koşarım ve kapıyı kilitlerim. Oysa salak atılsana prensin kollarına. Yok, ille tahlil yapacağım, ölçüp tartacağım. Ya yoldaşlarım hangi prens eve kaçan prenses ister ki? İster mi sizce? Belki de ister. Peşimden koşar beni ikna eder kim bilir. Yok, yok ben ancak yalnızlığımdan sıkıldım, prensim biraz daha oyalansın az kaldı hazır olacağım. Vaktinde gelsin, tam zamanında. Ama itiraf etmeliyim peşimden koşulması egomu okşuyor, hoşuma gidiyor. Biraz olmalı, prensse prens ne yapalım Allah Allah biraz uğraşacak. Öyle ne armut piş ağzıma düş, ne güzel ohhh. Ama yoldaşlarım bütün prensler kapılmış. Bize de kala kala armutlar kalmış J Gençler var ama onlar da adı üzerinde genç. Hiç çekemiyorum. Ben şimdi benim yaşıtlarıma ya da ya da büyük erkeklere bakıyorum ve hemen kafamda kuruyorum. Hıım, şimdi bu niye yalnız? Kesin vardır bir falsosu yoksa bırakırlar mı diye düşünüyorum. İşte bakın yine tahlil. Of Huge Dreamer yine başladın diyorsunuz değimli? Evet, haklısınız ama benim de hiç haklılık payım yok mu sizce? Söyleyin bana ben manyadım mı yoksa? Belki de. Aman boş verin. Şerefe bu akşam kahvemi yalnızlığıma ve tabi ki bir de size kaldırıyorum yoldaşlarım. I love u…
Neyse işte öyle…
Sizi seviyorum, şüphe edişlerimi, hem kendime hem de erkeklere olan güvensizliğimi sevdiğim gibi…
Bir sonraki yazım’ Hoşt senin kısa donlu sevgiline mi kaldım’ yazımda buluşmak üzere.

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Dişimi Kıracağım...

Yoldaşlarım karşıma ilk tanıştığımız anda aslında gerçek olmayan, anlık düşünce veya belli bir amaçla ( siz anladınız onu J ) övgülerde bulunmayan, cool, oturaklı, kendini anlatmayan, ya da benim şeceremi çıkartmaya çalışmayan sadece öylece sohbet eden, yakışıklı, beni geçmişimle ya da fiziğimle değerlendirmeyen bir adam çıksın, peşinden koşacağım inanın. Ama nerde ya! Daha tanışır tanışmaz başlıyorlar. Ne iş yapıyorsun, yalnız mı yaşıyorsun, çok güzelsin, alımlısın, yemeğe çıkalım mı ? Ya kardeşim sanane yahu. Dur bakalım! Ben sana soruyor muyum canım! Hem ben seni beğendin mi bakalım? Ya da sana kendimi anlatmak istiyor muyum? Bunlar o kadar çok güveniyorlar ki kendilerine hayır cevabı onlar için söz konusu bile değil. Alışmışlar. E alışmış kudurmuştan betermiş derler ya aynı o hesap. İki konuşmada aşkları oluveriyorsun. Nasıl ya nasıl? Aşk o kadar basit mi ki? Bunlar yüzünden bu kelimeyi kullanmıyorum artık. Çok ucuzladı çok. Ya da hayatım. Lafa bakın lafa. Ne anlamlı bir kelimelidir oysa. Hayat en değerli şeyimiz..Daha yeni tanıştığımız kadına ya da adama hayatım diyebiliyoruz. Hadi oradan. Şimdiye kadar hayatım olacak kimse çıkmadı karşıma. İnsan hayatından vazgeçebilir mi ki? Geçemez, o halde ben vazgeçemeyeceğim aşkımla karşılaşmadım, yollarımız kesişmedi L . Halit bile vazgeçilmez değil ki bitti. Ama o bu adamlara her şeye rağmen bin basardı. Ben isimle hitap etmeyi çok seviyorum. Bana da ismimle hitap edilsin daha iyi. Her kişinin ismi söylerken tınısı vardır ve ben onu çok seviyorum. Ondan duyguyu alabilirsiniz.
Şimdi adam gibi adam derler ya; öyle biri çıksın karşıma dişimi kıracağım vallahi J. Aslında çıktı çıkmasına da başka falsoları vardı ya da ben ısınamadım. Yani hep bir eksik oluyor değil mi? Neden tamlanamıyoruz acaba? Hiç düşündünüz mü? Zaman akıp geçiyor her ne kadar yavaşladığını hissetsem de bu aralar. Tatilden yeni döndüm. İnsanları özellikle çiftleri gözetledim her zaman ki gibi. İnanın hiç biri mutlu değil. Deniz kenarında ayrı şenzonglarda, ayrı dünyalarda keyif yapıyorlar sözüm ona. Akşam yemeklerinde konuşmadan, ellerinde telefonlar güya romantik akşam yemeği yiyorlar. Olsun mum yanıyor ya yeter ne de olsa değil mi? Sonra dedim ki kendi kendime Huge Dreamer böyle ilişkin olacaksa yalnız ol daha iyi. Bu ne böyle robotik ilişkiler. Siz ne durumdasınız? Eğlenebiliyor musunuz ya da ateşli tartışmalarınız, saatler süren sohbetleriniz oluyor mu sevgilinizle, kocanızla? Sonra çılgınlar gibi sevişebiliyor musunuz? Sanmıyorum varsa da sayısı çok azdır. Neden böyle oluyor? Yanlış adreslerdeyiz çünkü. Bir aşk mektubunu düşünün; yanlış adrese giderse değeri bilinir mi? Anlamı olur mu? Olmaz değil mi? Direk iade edilir ya da buruşturulup çöpe atılır. İşte biz de ruhlarımıza bunu yapıyoruz. Neden yanlış adreslerde takılı kalıyoruz da yeni adreslerde can bulmuyoruz? Ya da neden doğru adresi bulamıyoruz? Yola çıkıyoruz hatta yoldayız ama neden adresi ıskalıyoruz? Yoldaşlarım umarım hepimiz doğru adreslerimizde mutlu mesut olabiliriz bir gün. Ben kendim adıma umutluyum hem de çok. Sizin için de aynısını diliyorum. Çünkü yoldaşlarım bizler en iyisine layığız.
Yanlış adreste de olsanız, doğru adresi de arasanız yanınızdayım canlar.
Sizi seviyorum, peşinden koşacağım adamı, dişimi kırma ve doğru adresi arama durumumu sevdiğim gibi.

14 Ağustos 2011 Pazar

Terk Edilmek Üzere misiniz?


Terk edilmek üzere misiniz canlar? OK! Zillerinizi ve kınalarınızı hazırlayın. Zilleri biz çalıp oynayacağız. Kınayı da terk eden yoldaşlara vereceğiz, münasip yerlerine yakmaları için. Her ikisinde de yanınızdayım. Yalnız değilsiniz. Çakozladıysanız eğer kapıya koyulmak üzere olduğunuzu önünüzde iki seçeneğiniz var. Ya nerede hata yaptım ben diye deli dana gibi oradan oraya vurup kendinizi, sözüm ona hatalarınızı bulacaksınız ve düzeltmeye çalışacaksınız. Romantik sürprizler hazırlayacaksınız, sevgi böcüğü olacaksınız, bol bol sevişeceksiniz, belki özürler dileyeceksiniz. Biraz daha, çoktan gitmeyi kafasına koymuş sevgilinizin malum yerini kaldıracaksınız. Yapın, yapın ama üzgünüm sonuç değişmeyecek sadece sizi zavallı duruma düşürecek ama o gidecek hem de bu sefer kendinden daha emin, egosu tavanda olarak. Siz elleriniz bomboş ağzınız bir karış açık şaşkınlıkla kalakalacaksınız.

Değer mi canlar? İnanın değmez, şu dünyada kimse vazgeçilmez değildir. Bu şıkkı eledik. Gelelim diğerine. Fark ettiğiniz anda hemen hızlı bir hamle şut ve gooool. Yani, şutlayan siz olun.

Hani o şimdi sizi terk etmeye hazırlanırken ve kafasında planlar kurarken siz bir anda onu kapının önüne koyun. Sizce ne olur bunu yaparsanız? Düşünün, birincisi aptala dönecek kafasına ağır bir darbe almış misali. Egosu tavandayken yere çakılacak. Hatırlayın acımak bile bir egodur. O tam size acırken, nasıl söyleyeceğini düşünüp vicdan yaparken siz onun egosunu ezecek ve aşağıya indireceksiniz. İstemez misiniz? Ama tabi şimdi konuş sen Sevgi Perisi yapması sanki çok kolay, insan sevgisini nasıl da bir anda çöpe atar dediğinizi duyar gibiyim. Peki, soruyorum size atmayalım da biz mi çöp kutusuna dönelim. Yapmayalım bunu kendimize. Çocukken oyun oynamayı severdik değil mi? Ben mesela önümüze gelene bir tekme oyununu çok severdim ama büyüyünce tekmeleri hep ben yedim. Şimdi tekmeyi biz atalım. Çok bunalım olduğum bir dönem de yaşam sloganım KGG idi. Bende çok işe yaramıştı. Salladım her şeyi, sallanmaya izin vermedim ve kazandım. Mesele, izin verip vermemekte. İzin vermeyelim bizi üzmelerine, kâğıt gibi buruşturup atmalarına. Biz her zaman en iyisini hak ediyoruz. Onlara sultanlarmış gibi davranacağımıza kendi sultanlığımızı ilan edelim. Haydi, Can Kuşlarım ilan edelim mi? Hazır mısınız? İnanın kulluk bizi mutlu etmiyor, etse bu durumda olmazdık, hala bize uygun birisini aramazdık değil mi? Aramayalım da zaten. Yiyelim, içelim, eğlenelim. Aşk kovalamacısını bırakalım. Yani koy verelim gitsin. Bakalım bu sefer aşk bizim peşimizden koşmuyor mu? Ay zaten ne münasebet canım; neden koşacakmışız aşkın peşinden. Hatırlayın; kovalarsak kaçar. Biz de kaçmayalım sadece sabit bir şekilde keyfimiz ve kâhyasıyla mutlu mesut takılalım. Gelecek o aşk gelecek.

Bunlar sadece size tavsiyeler. Bu hayat sizin, istediğiniz gibi yaşayın ama ne aşkın ne başka bir şeyin kölesi olmayın.

Aşkı kovalasanız da, tekmeyi yeseniz de, atsanız da sizi seviyorum kendi çaktırmadan tekme atışlarımı sevdiğim gibi.






12 Ağustos 2011 Cuma

Zamanı Durdurmaca....

Sevgililerim,
Bir haftadır sizinle buluşamıyoruz çünkü Ankara'dan abim geldi misali Tunus'tan kardeşim geldi :) Tam bir senedir bir araya gelememiştik. Konuşacak, paylaşacak ve yapacak çok şey var. Tabi tükkanları talan etmekten fırsat buldukça. E tabi Tunus köyünden şehre inmek böyle bir şey yoldaşlarım :) Ama bu arada malzemeler birikti ve birikecek. Haftaya Bodrum kaçamağı yapacağım. Yani bir hafta daha dinlenmece, biriktirmece. Sonra size bronz, seksi tenimle :) dingin ruhumla yazacağım. Ama hep aklımdasınız. Sizi seviyorum, kardeşimi, alışveriş çılgınlığımızı, kahkahalarımızı, kahve sigara sohbetlerimizi sevdiğim gibi.
Zamanımı durdurdum bir süreliğine, siz de yapın yoldaşlarım...

5 Ağustos 2011 Cuma

Vallahi Billahi Acımayacak...

Yoldaşlarım, terk edildiniz mi? Ya da üzere misiniz? Sakın korkmayın, panik yapmayın, sakin olun, acımayacak. Vallah J  Uf olmayacak sadece siz öyle sanacaksınız. Sandığınız şeye inanırsanız, üzüleceksiniz, ağlayacaksınız, yemeden içmeden kesileceksiniz, içten ya da dıştan hırs dolu küfürler savuracaksınız ve neden ben, neden ben diye feryat edeceksiniz. Ne kadar tanıdık geldi değil mi? Eminim daha önce bunu yaşadınız ya da yaşayanları gördünüz. Elinize ya da ellerine ne geçti? Koca bir sizi sarıp sarmalayan negatif duygular yumağının esiri oldunuz değil mi? Şimdi bu sefer başka bir yol izleyelim. Hazır mısınız? Benimle geliyor musunuz? Diyelim ki terk edildik şimdi yapacak bir şey yok. Olan olmuş değil mi? Olanla ölene çare yok bu hayatta. Yani ölünün arkasından ağlanmaz yoldaşlarım. Biz de elimizden oyuncağı alınmış çocuk gibi mızmızlanmıyoruz. Ne de olsa birer yetişkiniz değil mi? Giden gitmiş, enerji bitmiş ki gitmiş. Gidenin arkasından su koymuyoruz ve dökmüyoruz, keyfin bilir diyoruz ve hiç ama hiç keyfimizi bozmuyoruz. Yoksa atalarımız şu sözü söyler mi hiç? ‘ Her şerden bir hayır çıkar ‘ Ne güzel söylemişler ama biz bu durumumuza şer gözüyle bakmıyoruz, yani bardağı dolu dolu hatta ve hatta bal gibi yeni heyecan ve aşkla taşmış olarak görüyoruz. Bakın havada nasıl aşk kokusunu duyacağız. İşte o zaman etrafımıza yeni aşka hazırım enerjisi yayacağız ve bütün yakışıklıları veya güzelleri çekeceğiz mıknatıs gibi. Bir nevi aşk mıknatısı olacağız. Bakın bakalım terk edilme acısı yaşıyor musunuz? Zaten hangimiz ilgi görmekten, beğenilmekten hoşlanmayız. Hiçbirimiz aksini iddia edemeyiz. O zaman bizi arkasında bırakan bize göre enerjisi tükenmiş ex sevgilimizi aramayacağız, hatta ve hatta rahmetliye teşekkür bile edeceğiz. Benim ettiğim çok olmuştur.  Aslında acı çekmeye kodlu değiliz. Bizim kodumuz neşe ve aşk kodu.  O yüzden gerçek kodumuza ihanet etmiyoruz. Biz gidenin ardında kalmıyoruz aslında, tam tersine kapattığımız aşk kapılarımızı açıyoruz sonuna kadar. Eğer bu kapıyı neşeyle ve isteyerek açarsak neşeli, mutlu bir aşk yaşarız. Bu da acı olmayacak demektir.
Nasıl beğendiniz mi bu yolu? Bence bir de bu yolu deneyelim ne dersiniz?
Gelelim terk edilmek üzereysek ve bunu fark ediyorsak ne yapalım? Siz ne dersiniz? Biraz düşünün çünkü bunu bir sonraki yazımda anlatacağım.
Şimdi hangi yolu seçiyorsunuz?
Acıyı da, neşeyi de seçseniz, ölünün arkasından ağlasanız da ya da neşeyle gittiği yola uğurlasanız da sizi seviyorum kendi çocuk gibi su koyuşlarımı ya da su döküşlerimi sevdiğim gibi.
Hatırlayın siz mutluluğu hak ediyorsunuz.

Gelme Sevgilim...

Sevgilim, gelme, olduğun yerde kal. Ben henüz yeni bana bırakıp gittiğin hasarlarımı tamir ettim. Tekrar yaşayamam. Gerçekten sen gelme. Ne oldu da bunca zamandan sonra aklına düştüm? Neydi sebebi? Canını mı acıttılar? Aradığını mı bulamadın? Yoksa çok koştun da yoruldun mu, dinlenecek, sığınacak sıcak bir yuva mı arıyorsun? Ben soğudum be sevgilim; buz gibi, sensiz yatağımda üşüye üşüye. Alıştım sensizliğe. Gelip de dengemi mi bozacaksın?
İzin vermem, veremem bu sefer. Giderken beni olduğum yerde, sana olan aşkımla bırakırken hiç düşündün mü?  Sanmıyorum, düşünseydin yapmazdın kırıp da beni halimle baş başa bırakmazdın. Sen yokken ben ne halim varsa onu görmeyi öğrendim. Şimdiki halimden memnunum. En azından artık acımıyor canım eskisi gibi. Buz gibi yatağımızı tek başına ısıtmayı da öğrendim hatta o kocaman yatağı işgal ettim. Artık sadece benim. Senin varlığın çoktan yok oldu. Ben ve ben çok mutluyuz kocaman bize ait olan yatakta. Bir yatak neler ifade edermiş anladım sayende. Önceleri gecelerce yatamadım hatta odaya giremedim yokluğunda. Sonra bir süre kapıdan seyrettim. Adım adım sensiz oksijensiz odada nefes almayı başardım. En sonunda bir gece yatağımızla yani yatağımla barıştım. Orası zaten hep benimdi. Sen sadece ziyaretçiydin. Anladım. Sonra evdeki sana ait olan her şeyi yaktım, yırttım, attım. Senden bir şey kalmadı ne bende ne de evde. Tam senden özgürleşmişken neden çıktın ortaya. Benim gibi sevmediler mi seni? Canlarını acıttığında kapının önüne mi koydular? Yoksa senin bana yaptığını mı yaptılar sana? Ya da sıkıldın mı artık birçok liman gezmekten. Açık denizde boğulma tehlikesi atlattın da sakin, güvenli benim değerini mi anladın? Hangisi söyle bana. Elbet çok şey yaşamışsındır. Heyecanlıydın, can atıyordun başka bedenlere, nefeslere, öpüşlere. Bitti mi sıkıldın mı? Anladın mı bunun sonunun olmayacağını. Dönüp dolaşacağın yeri bildin mi artık? Geç kaldın be sevdiğim. Ben senin bildiğin o neşeli, umutlu, sevgi dolu kadın değilim ki artık. Sana güvenemem de. Giderken güvenimi de çöpe attın sen. Sana takılırdım başımın belası diye. Artık bela istemiyorum çocuk. Zaman geçti, acılarım beni büyüttü. Sen de büyüdün mü, olgunlaştın mı? Sanki büyük aşk bir kere yaşanır. Ben sende şansımı denedim ama olmadı, izin vermedin.Şansızım ben. Acılarımın bana kattığı olgunlukla artık aşk istemiyorum. Çünkü aşkın acı çekmek olduğunu sen öğrettin bana. Sen çok başarısız bir öğretmensin sevgilim ama sana da öğrettiler değil mi? İşte hayatın ta kendisi bu, hoş geldin.
Şimdi sen gelmiyorsun. Kendine başka bir yuva bul ya da biraz kendin kalmayı dene. Belki sana iyi gelir. Ölçer, tartarsın. Bundan sana acı çektirmez, çekmezsin belki. Ben her halükarda yokum sende, sen de bende.
Kendine iyi bak ama lütfen görerek bak. Gör kendini, bendeki ve sendeki seni…

Dün Gece Yine Sigaram Bitti Sevgilim...

Sevgilim,
Dün gece yine sigaram bitti, çok geç olmuştu çıkamadım. Uzun zamandır seni düşünmüyordum ama aklıma düştün işte.
Hatırlıyor musun bana sigara getirdiğin ve bahçe kapısından gittiğin geceyi. Ben o gece aradığında, evde yana yakıla çantalarımı, çekmeceleri karıştırıyordum belki bir sigara bulurum umuduyla. Tam artık kül tablasındaki izmaritlere gözümü kestirmiştim, aradın.
Ben stres yapmıştım. Sense sesimi duyduğun için mutluydun. Konuştuk, kapadık. On dakika sonra kapımdaydın elinde sigara. Aradın ve cama çık dedin. Açtım perdeyi ve seni gördüm. O an hem çok şaşırdım hem de çok sevindim. Koşa koşa geldim dışarıya, elinden sigara paketlerini aldım ve tekrar koşa koşa eve kaçtım. Sanki ergenmişim de ilk aşkımı yaşıyormuşum gibi. Sonra cama yaklaştım tekrar, baktım ki oradasın. Kısa bir süre ellerin cebinde bana baktın ve arkanı dönüp gittin, ama biliyordum gülümsüyordun. Çünkü sen de bana âşıktın değil mi?
Dün gece yine sigaram bitti ama beni arayan sen yoktun. Neredeydin? Başka bir aşkta mıydın? Ben seni arayamam artık sevgilim, kendime söz verdim hatta arkadaşlarıma bile verdim. Bana bu kadar acı çektiren sene onlar bile karşı .
Peki, aradan vakit geçince neden çekilen acılar unutuluyor da güzel anlar özlemle, yüzde gülümsemeyle hatırlanıyor? Ben sen de çok mutlu oldum acı çektiğim kadar. Gece son sigaramı içmeden, seni düşünerek ve gözümden düşen bir damla yaşla uyuyakaldım.
Sabah kalktım, pijamalarımla, ayağıma terlikleri geçirerek sensiz yeni başlayan bilmem kaçıncı güne merhaba diyerek çıktım, bakkala gittim, sigaramı aldım. Beni neşeli görmeye alışkın bakkal amca bile takıldı bugün hüzünlüsün diye. Sadece gülümsedim. Ama içimden feryat ettim; sevgilimi özledim bakkal amca diye. Öylece gerisin geri döndüm. Evde temizlik var bugün, ama ben de bir icraat yok. Eskiden dağıttığın eşyalarını toplar, kirlilerini ayırır, yıkardım. Artık senden bana kalan hiçbir şey yok, bir fotoğrafımızın olmadığı gibi. Keşke o olsaydı da arada onlara bakarak anılara dalabilseydim. Sen candın. Bunu bilirdin. Can neredesin? Bu kadar çabuk mu unuttun beni?  Zaman öylece akıp gidiyor. Seninleyken de akıp gitmedi mi ki sanki? Neyse bugün canım sıkkın, özledim seni ama yapacak hiçbir şey yok. Bazen çaresiz kabul edilir sonlar, bitişler ve yeni başlangıçlara geçilir. Geçilir, geçilir de ben neden geçemiyorum can? Neden oradan oraya savruluyorum? Neden onunla bununla takılıyorum, sözüm ona hayatıma devam ediyorum değil mi? Takılıyorum da neden mutlu değilim, ya da dikiş tutturamıyorum? Sen tutturabildin mi? Var mı hayatında biri? Ona da âşık mısın? Seni bilemem ama ben sana hala aşığım. Aşk kolay terk edilmiyormuş, öğrendim seninle.
Sigaram bitmek üzere, son nefesle birlikte o geceki anımızı da bir dahaki sigarasız kaldığım geceye kadar anı bankamın raflarına kaldırıyorum.

4 Ağustos 2011 Perşembe

Cennet - Cehennem

Sizce Cennet ya da Cehennem var mı yoldaşlarım? Bence var hem de içimizde. Hiç de uzaklara gitmeye, ölmeye gerek yok. Her an ikisini de içimiz de taşıyoruz. Valla J
Şimdi ben bugün cennetteyim. Cennetin tasviri nedir size göre? Bana göre huzur, dinginlik, sağlıklı olmak, mutluluk, içinin, yüzünün gülmesi, umutlarının, büyük hayallerinin olması ve onların olacağına inanmaktır. Uzun zamandır cennetteydim, ta ki geçen Perşembeye kadar. İçimdeki cennete ulaşmak için çok çalıştım. Uzun zamanımı aldı.  Evet, ben huzurdayım. Büyük hayallerim var ve onları birer birer gerçekleştiriyorum. Ama geçen Perşembe yaşadığım beş dakikalık telefon görüşmesinin ardından cennetim teslim alındı. O günden dün geceye kadar inanın cehennemimi yaşadım. Sadece hissettiğim bir duygu beni cehenneme geçirdi. Neydi bu duygular? Aşağılanma, dışlanma. Evet, aşağılanmış ve dışlanmış hissettim kendimi. İşin kötü tarafı ben aslında bunu çoktan hak etmiştim. İnanın davranışlarımıza, konuştuklarımıza dikkat etmeliyiz yoksa bende olduğu gibi kol gibi girer J. Bazen çok umursamaz olabiliyorum. Takmıyorum kimseyi. Bunun karşılığını o gece çok güzel verdiler bana. Oradaki tavrım neydi de cehenneme düştüm? Kibir. Evet, ben nasıl bu duruma düşerdim? Kendime çok kızdım. İnanın karşı taraftan çok kendime kızdım. Beni nasıl aşağılayabilirlerdi, kimdi onlar? Egoya bakın. Böylece ateşin içine, negatife düşmüş bulundum. Sanırım bu duygum baya derinlerdeydi ve kemikleşmişti ki beni bu kadar sarstı. O geceden beri uyuyamadım, yemek yiyemedim. Huzursuz beş gün. Yani cehennem. İnanın cennet de cehennem de burada ve duygularımızda gizliler. Neyse  böcekler bütün bedenimi ve aklımı teslim almak üzereyken uyandım. Kibrimi, aşağılanma, dışlanma duygumu temizledim. Gözlerim açıldı. Bana bunu yapan arkadaş yerden göğe kadar haklıydı. Birbirimize hizmet ettik. Ama arkadaşlığımıza mal oldu. Yapacak bir şey yok. Yinede ona teşekkür ederim . Sayesinde duygum ortaya çıktı. Şimdi cennetteyim tekrar. Ben cennete ve cehenneme inanıyorum ama ikisi de burada. Kendimizi kötü hissettiğimiz her an cehennemdeyiz.
Bu bağlamda hayatımızı istediğimiz gibi yaşayabiliriz. Öte tarafta cezalandırma sistemi yok bence. Biz zaten kendimizi yeterince cezalandırıyoruz. Oraya bir şey kalmayacak. İyi kızlar da, kötüleri de ya da canım öküzlerim de ne yaşayacaklarsa burada yaşayacaklar. Yaşarken sadece bize hissettirdiği duygulara bakalım.
Sizi seviyorum cennetimi, bana ayna olan cehennemi mi sevdiğim gibi. Ama siz hep cennette kalın olur mu? Çünkü buna layıksınız sonuna kadar.
SEVİLİYORSUNUZ!
Teşekkürler Sensey

1 Ağustos 2011 Pazartesi

İyi Kızlar Cennete, Kötü Kızlar her yere, Peki Ya Öküzler Nereye?


Böyle bir bakış açıları var değil mi erkeklerin yoldaşlarım? Kadınları ikiye ayırıyorlar; eğelenilecekler ve evlenecekler olmak üzere.  Bunu yapmalarına biz kadınlar izin veriyoruz ya neyse. Peki, biz kadınlar bunu yapmıyor muyuz? Biz de yapıyoruz, onlarla yarışabiliriz ama maazallah biz âşık olmaya görelim. İşte o zaman kalenin bale pabucu J Bunu yapmayan kadınlar ya da erkekler de var tabi ama azaldı şimdilerde. Özellikle erkeklerde ayyuka çıkmış durumda. Hayır, hangi hadle bunu yapıyorlar anlamadım. Kriterleri belli bu öküzlerin. Şimdi eğer bir kadın rahatsa, hayatını istediği gibi yaşıyorsa, erkeğe köle olmuyorsa eğlenilecek kadın oluyor. Eğer sessiz, sakin, uyumlu ahenkli ( yani köle ) ve namuslu ( O da ayrı bir tartışma konusu. Neye göre kime göre namuslu ) ise evlenilecek kadın oluyorlar. Allah Allah J. Hayır, sanki evlilik bu kriterlere bağlıymış gibi. İyi de neden böyle bir ayırım yapıyorlar? Yani sözüm ona eğlenilecek kadınlarla takılıp, onlara âşık olup, peşlerinde köle olup da sonra diğerleriyle evleniyorlar? Çünkü bu tarz kadınları zapt etmesi zor, uğraşmak gerekir. Diğerleri ise kolaydır. Kendilerini kocalarına adarlar. Dışarıda ki hayat aka dursun onlar sözüm ona mutlu mesut yuvalarında yaşarlar. Kocalarına çoğunlukta bağımlıdırlar. O ne derse öyle olur. Tam erkeklere göre değil mi?
Tamam, da peki bu erkekler cici eşleriyle neden mutlu olamayıp, onları evde bırakıp tekrar diğerleriyle dışarılarda fink atarlar acaba? Hiç düşündünüz mü? Çünkü evde sıkılırlar. Evde eşleri o kadar meşguldür ki; evle çocuklarla, dünyaları sınırlıdır. Konuşamazlar, gülemezler, dertleşemezler. Yine beğenmedikleri kadınlara dönerler. Çelişkiye bakın. Oysa mutlu oldukları kadınlarla evlenseler, hayatı paylaşsalar daha iyi olacak onlar için de işte bu kadınları da ikna etmek zordur, valla. Ama âşık olurlarsa onlar da bir süre köleleşebilir. Ama bu kötü yakıştırması bu kadınları ilgilendirmez. Erkekler istediklerini düşüne dursunlar onlar hayatları yaşarlar. Bilirler hayatta mutlu olmak gerekir. Nasıl mutlu oluyorlarsa onu yaşarlar. Bu onların kötü olduğunu göstermez. Aksine değerli, cesaretli, yeterli olduklarını gösterir. Onlar kim ne söyleyecek diye yaşamazlar. Zaten iyi de yaparlar. İnsanlar ölürken yapamadıkları şeyler için pişmanlık duyarlarmış.  Neyse konudan sapmayalım.
Şimdi iyi kızlar cennete, kötü kızlar her yere gidecek de peki siz öküzler; siz nereye gideceksiniz? Söyleyeyim size; cehennemim dibine. Bunu da ben söylemiyorum, hemcinsleriniz söylüyor. Bu durumda iyi kızlar cennete gidiyorsa iyiler, öte tarafta rahat edecekler ama dünyadan da istediklerini yapamadan kitlesel inanışlara dayalı bir hayat sürerek ve uyanmadan ayrılacaklar. Öküzler cehennemin dibine gidecek ya, yandılar, cayır cayır yanacaklar. EE bu arada yaktıkları canların faturasını ödeyecekler. Ama olsun sonra cennete alınırlar belki J Hurilerle takılırlar anlarsınız ya. Ama tabi o buruşuk, yanmış tenle hangi fıstık huri bakarsa öküzcüklere bilemiyorum. Kötü kızlar nasıl olsa her yere gittiğine göre sorun yok. Cennet cehennem fark etmez J Neden mi? Çünkü onlar hayatlarını istedikleri gibi yaşamış olacaklar şu fani dünyada.Dolu, dolu, bata, çıka, güle, ağlaya ama ölürken pişman olacakları bir şey olmayacak. Gönül rahatlığı ile ebedi mekâna gidecekler. Artık cennette iyi kızlarla buluştuklarında maceralarını özlemle anlatırlar, cici kızlarımız da ah keşke biz de yaşasaydık yüz ifadesiyle dinlerler. Bu durumda kötü kızlarımızın kaybedecekleri bir şey yok, aksine bir dünya kazançları olacak. E ne de olsa dünya da yaşıyoruz değil mi? Cennet veya cehennem var mı sizce? Varsa gözünüzde nasıl canlandırıyorsunuz?  Ya da cennete veya cehenneme inanıyorsanız; siz hangisini hak ediyorsunuz? Ben mi?  Bir sonraki yazım ‘Cennet mi Cehennem mi? ‘ yazımda anlatacağım.
Sizi seviyorum içimdeki kötü kızı, içimdeki iyi kızı ve onların çekişmelerini sevdiğim gibi.
Siz de hangisi baskın yoldaşlarım? Düşünün.
İster cennete, ister her yere gidin unutmayın SEVİLİYORSUNUZ!  Hey öküzler siz de, siz de seviliyorsunuz, valla J

İzleyiciler


Osho

‎''Kişinin her zaman doğru yolda gideceğinin garantisi
yoktur. Birçok kere birçok şey insanları yanlış yola yönlendirir çünkü doğru
kapıya gelmek için birçok kere yanlış kapı çalınır. Hayat böyle...

Eğer ilk seferde doğru kapıya rastlanılırsa onun doğru
olduğu anlaşılamaz. Her yer, her şey kırmızı olsa başka hiç bir renk olmasa
kırmızının ne olduğunu kimse bilemezdi. O yüzden son tahlilde hiç bir çaba
boşuna değildir. Her çaba kişinin gelişiminin doruk noktasına ulaşmasına katkı
yapar. İnsan asla kararsız olmamalı... Yanlış yola sapmak endişe yaratmamalı.
İşte bu önemli bir sorundur. İnsanlara asla yanlış bir şey yapmamaları
öğretiliyor.

Onlar yanlış bir şey yapmaktan o kadar korkuyorlar ki, hiç
bir şey yapmıyorlar, hareket kabiliyetini yitiriyorlar. Mümkün olduğu kadar
hata yapın. Ama bir şeyi unutmayın. Aynı hatayı tekrarlamayın. O zaman gelişirsiniz.
Yoldan sapabilmek özgürlüğünüzün bir parçasıdır. Bu doğru, bu yanlış diye bir
şey yok. Hayat o kadar kesin değil, onu bu kadar kolay etiketleyip
sınıflandıramayız. Hayat her şişenin etiketli olduğu ve neyin ne olduğu bilinen
bir eczane değildir. Hayat bir gizemdir, her an tetikte olunmalıdır. Neyin
doğru neyin yanlış olduğu hakkında önceden hazırlanmış yanıtlara güvenilemez.
Hayat çok hızlı ilerler dinamiktir, iki an asla birbiri ile aynı değildir, o
yüzden bu anda doğru olan bir şey, bir sonraki anda doğru olmayabilir. Bu
değişen hayata nasıl tepki verileceğine kişi o anda karar vermelidir.

Hayat böyledir..
Onun için hazırlık
yapamazsın..
Onu hazır bir şekilde
bekleyemezsin..
Güzelliği bu, anlamı
bu.
Her zaman şaşırtır ve
sürprizlerle gelir.
Her anın sürprizlerle
dolu olduğunu ve önceden hazırlanan hiç bir yanıtın uygulanabilir olmadığını
görürsün...
Eğer gözlerin varsa…''


UBUNTU :)

UBUNTU :)
Afrika'da çalışan bir Antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir, ağacın altına koyduğu meyvalara ilk ulaşanın ödülü o meyvaları yemek olacaktır.Onlara "hadi, şimdi başlayın birinci olan ödülü alacak" der.O anda bütün çocuklar elele tutuşur, koşup ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyvaları yemeye başlarlar. Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu yanıtı verirler; Bu UBUNTU'dur. Nasıl olurda diğerleri mutsuz iken birimiz o ödülü yiyebilir ki ? Ve UBUNTU'nun anlamını açıklarlar onların dilinde UBUNTU "Ben biz olduğumuz için ben'im" demekmiş

Bob says

Bob says
Onun ilk aşkı olmayabilirsin, son aşkı da; hatta bir tanesi de, daha önce aşık oldu, tekrar olabilir. Ama şu an seni seviyorsa daha ne olabilir ki? Tıpkı senin gibi, o da mükemmel değil ve ikiniz birlikte asla mükemmel olamayabilirsiniz. Ama şayet o seni güldürebiliyorsa, iki kez düşündürebiliyorsa kabul edersin ki; insanlar hata yapar onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin herşeyi ver. Seni günün her anında düşünmüyor olabilir ama sana kırabileceğini bildiği bir parçasını verecektir. Kalbini. Yaralama onu, değiştirmeye çalışma, çözümlemeye kalkma ve verebileceğinden fazlasını bekleme. Seni mutlu ettiğinde gülümse, kızdırdığında fark etmesini sağla ve yokken özlediğini bil.
Dünyayı daha kötü hale getirmeye çalışanlar bir gün bile durmazken, ben nasıl durayım?

Ömer Hayyam;


Evvela;

Benim rızam olmaksızın

Dünyaya getirildim.

Hayatta;

Hayretimden başka bir şeyim artmadı

Sonra yine elimde olmadan

Bu dünyadan göçeceğim

GELMEKTEN, KALMAKTAN, GÖÇMEKTEN

Maksat ne?

Hala anlamış değilim!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı