Üzülme!
Dert etme can!
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan
Ne mutlu sana!
Elinde olmayanları
söyleme bana
Elinde olanlardan
bahset can!
Üzülme!
Geceler hep kimsesiz
mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek
mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...

* Mevlana

20 Kasım 2011 Pazar

Ah Halit Ah :)

Ve Halit Geri Geldi J
Sevgililer Halit’i öven, ona söven içimdeki aşk intihar etmiş, puf olmuş, yok olmuş J
Zaten o gerçek aşk mıydı acaba? İçinde hırs, öfke, can acıtan sözler, davranışlar olan, oyunlar oynanan aşk gerçek aşk olamaz. Evet; ben bunların hepsini Halit’te yaşadım. Bir de kör kütük âşıktım değil mi? Değilmişim demek ki! Onsuz devam ettiğim yolculuğum sırasında zaten bunları fark etmiş olan ben bu tüh, kaka duygularımdan çoktan özgürleşmişim. Her şey gerçekten ama gerçekten fark edişle başlar. Hayır; onun bir suçu yok, benim de yok. Çünkü ben aşkı bu şekilde yaşanır sanıyordum. Oysa o aşka hepten kapalıydı. Yaşandı ve bitti. İçimdeki o sandığım aşk intihar etti. Etmesi de gerekiyordu. Sanırım ben kasten buna izin verdim, yol verdim. Benim ışık yolumda böyle bir aşka yer yoktu. Her an kendini geliştiren, ışığını büyüten biri olarak karanlık duyguları bırakmam gerekliydi. Çok ta iyi oldu, elime sağlık J
Dün akşam Halit geldi. Her şey aynıydı. Sıcaklık, samimiyet aynıydı sanki hiç aylarca görüşmemiş gibi değildik. Sadece onu her gördüğümdeki kalbimdeki heyecan, neşe yoktu. Neredeydi o? Aradım, taradım içimde saniyeler içinde hayır yoktu. Ama orada başka bir şey vardı. İçimdeki yalancı, yakıcı aşk gidince ona duyduğum sevgimi, şefkatimi buldum. Bakışım değişmişti ona. İşte o an ona sıkı sıkı sarılmak istedim. Çok şey paylaşmıştık ki onunla. Zaten ben onun dert ortağı, neşe kaynağı, huzuruydum. İşte onları ben de o an kendimde hissettim. Sadece ve sadece bir saat sohbet ettik. Ayrılırken gerçekten ama gerçekten ona sıkı sıkı sarıldım, sevgiyle ve şefkatle. O an ona duyduğum yalancı aşka da sanki veda ettim. Artık hayatımda buna yer yok. Hayatıma sevginin, şefkatin hükmettiği ve bu duyguların hissettirdiği kalp çarpıntılarını istiyorum. Bu duyguları paylaşmak, büyütmek istiyorum. Kısaca hayatı paylaşmak, güzelleştirmek, anlam katmak istiyorum. Çünkü inanın sevgisiz hayatın hakkını veremeyiz. Çünkü hayat sevginin ta kendisidir. Ama bizler ne oyunlar yaratıp oynuyoruz. Acılar çekiyoruz, can acıtıyoruz. Sonra da bunu aşk sanıp kendimizi kandırıyoruz. Gerçek aşk var ya öyle üç beş ayda kaybolmaz ya da zaten ondan kopulamaz.
Sevgililer hepinize gerçek aşk diliyorum. Ama önce eski aşk alışkanlıklarımızı, inançlarımızı bırakmalıyız. Bunu başardığımız an, o bize koşa koşa gelecek.
Sizce bana gelmiş olabilir mi? Bunu birlikte öğreneceğiz. Ben yaşayacağım, size anlatacağım. Sizler kendinizden duygular bulacaksınız, fark edeceksiniz eğer isterseniz. İster misiniz?
Sizi çok ama çok seviyorum tıpkı Halit’i çok ama çok sevdiğim gibi.

12 Kasım 2011 Cumartesi

Acaba Siz de Su Perisi Olabilir misiniz?

Çok sevdiğim bir arkadaşım bana su perisi olduğumu söyledi. Evet, gerçekten de ben eskiden su perisiydim ama acemisinden ya da beceriksizinden J Neden mi? Bir sürü hayallerim vardı, Hepsini suya yazardım ama o yüzden hiçbiri olmazdı L Hayallerimi, yarattıklarımı içim desteklemezdi ki suya kazınsın, gerçekleşsin. Hadi oradan dediğinizi duyar gibiyim. Evet, suya yazılır mı hiç? Yazılmaz tabi ki. Zaten benim amacım da buydu. Öylece laf olsun diye düşüncelerimle hayaller kurardım ama içimden gerçekleşmesini engellerdim. İstemezdim olmasını. Olursa acı çekemezdim de ondan. Mutluluğa, huzura kodlu değildim ki. O yüzden bütün hayallerimi hep sabote ettim. Sabotajcıydım ben. Safi zarardım kendime anlayacağınız yoldaşlarım. Aslında o kadar karmaşığız ki. Kendinizle bir yüzleşebilseniz nelerinizle karşılaşacaksınız. Garanti veriyorum J Neyse sonra günlerden bir gün fark ettim ki içimde iki ayrı dünya var. İkisi de ayrı ayrı tef çalıyor. İkisi de ayrı âlemlerde, isteklerde. Ben ne yapacağımı şaşırdım. Önce içime yöneldim. Bu arada diğer tarafım başına buyruktu ve sabotaja devam etti. Ama yılmadım önceki yaşamlarımdan getirdiğim, anne baba neslinden, genetik olarak getirdiğim ve bu dünyada içimi istila eden ve kim bilir kaç enkarnedir dönüşmeyi bekleyen kötü duygularımı pozitife dönüştürdüm ama bu arada diğer tarafım bildiğine okudu. Ne kadar çalışsam da bir türlü hayatım düzene girmiyordu. İçimdeki benle dışımdaki ben farklı davranıyordu. En azından önce ayrı takılsalar da ortak payda da birleşiyorlardı J  Sonra sıra dıştaki bene yöneldim. Aman tanrım orası akıllara zarardı. Yaramazdı, başına buyruktu, umursamazdı, istediğini yapıyor, laf söz dinlemiyordu. Tamam dedim haydi bakalım kolay gelsin Huge Dreamer. Hı hı  J hiç te kolay olmadı Hatta çok zor oldu ama zafer benim oldu. Fark ettim su periliğini ilan eden dıştaki bendim. Peki, neydi bu dıştaki ben? İşte o düşüncelerimdi yani yaramaz zihnimdi. Dır dır konuşan, hiç susmayan, beni yolumdan çeviren sabotajcı, blokajcı zihnimdi. Önce zihnimdeki bütün negatif yargılarımı temizledim. Sonra onu kontrol altına aldım. Çok zor olmadı temizledikten sonra. Fakat ilginç olan su perisi zihnim, yani ilizyon yanım, yani dış tarafım gün geldi içsel tarafımdan çok utandı. Çünkü o yaramazdı, isyankârdı. İçsel tarafımın çabalamasını, huzurunu, dinginliğini, sabote ediyordu. Çünkü kendini tehlikede hissediyordu. Belki de haklıydı hayat hiç te kolay değildi! Sonra birleştiler. Yani duygusal ben ile mantıksal, yani içsel ben ile ilizyonda ki ben barış imzaladılar. Savaş bitti. Şimdi içimde ve dışımda sonsuz barış var. Tabi hala ilizyon tarafımda değiştirip dönüştürdüğüm ve dönüştüreceğim yargılar, yaramazlıklar var. Ama büyük oranla hükümsüzdür su perim artık duyurulur. Yani güç bende artık. Yani bu hayattaki Huge Dreamer da.
Peki, şimdi neyim ki ben? Evet, şimdi ben çocuğumun gece gizlice yatağının altına para koyan diş perisi ve herkesin sevgi perisiyim.
Şimdi size sesleniyorum; Ben sizin sevgi perinizim yoldaşlarım. Hepinize verecek kadar sevgim var. İsteseniz de istemeseniz de sevgimi size her zaman ve daima yansıtırım.
Eskinin hükümsüz su perisi, bugünün sevgi perisi sizi çok ama çok seviyor. Açın kalbinizi,  bu sevgi size aksın.

11 Kasım 2011 Cuma

Kaybolan Yıllar...

Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler ne yapardım? Koskoca otuz beş yıl yoldaşlarım. Arkama, mazime bakıyorum da gerçekten mutlu olduğum tek an bile yok. İnanın yok. Neden mi? Çünkü ben ruhen mutsuzdum ki anlar beni nasıl mutlu edebilsin. Hayatımın dönüm noktaları mutlu, huzurlu, kahkahalarla, gülümsemelerle dolu değil. Hepsi ama hepsinde bir sıkıntı var anı bankamda. Oturup düşündüğümde yaşamadığımı fark ediyorum. Evet, yaşıyordun ama nefes alan yaşan ölüydüm. Hayatın akışına teslim olmuş, köle ben olarak. Hep bir yanlışlık vardı hayatımda çocukluğumdan beri, adlandıramıyordum. Adlandırdığımda çoktan otuzumu aşmış, çoktan incinmiş, kırılmış, yara bere içinde kalmıştım. Şimdi fark ediyorum; bütün mutsuzluğum kulluğum, köleliğimdenmiş. Ama şimdi çok mutluyum; Hayır bir dakika hayat bu olmamalı! dediğimden beri. Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler; ta en başa dönsem, çok ama çok farklı yaşardım hepiniz gibi yoldaşlarım. Ama yaşadığım o mutsuz anların sebebi benim ki. Kimseyi suçlayamam. Kendimi de suçlamıyorum. Kabul ettim. İçimdeki ilahi aşkla, sevgiyle yani gerçekle benle yollarımı ayıran bendim. Böyle olması gerekiyordu. Kötüyü deneyimlemem, canımı acıtmam gerekiyordu. Yoksa mutluluğun anlamını gerçekten bilemeyecektim. Mutluluğun tarifi nedir sizde? Sizde ki mutluluk çok para, sevgili, rahat, lüks konforlu hayatsa yanlıştasınız yoldaşlarım. Çünkü bunlar şu an hayatınızda olsa bile bir süreliğine mutlu edebilir sizi. Benim için mutluluk fark etmek. Hayatı, kendimi, tanrıyı farketmek. Çıktığım bu yolda öğrendim ki çektiğim bütün acılara tek sebep benim. Yaşadığım bütün mutsuzluklar benim yaratımım. Ben yaratımımı değiştirmedikçe, kendimi değiştirmedikçe istediğim kadar para, aşk, konfor gelsin hayatıma, ben onu bir güzel itinayla, kasten yok ederim. Çünkü yokluk bilincindeyiz yoldaşlarım. Paranın kölesiyiz. Tek mutluluğumuzun o olduğunu zannediyoruz. Tatminsiziz yoldaşlarım. Hep dahasını, dahasını talep ediyoruz. Tevekkülü bilmiyoruz. Oysa ruhumuz o kadar tatminsiz durumdaki farkında değiliz. Daha çok çalışıyoruz, sevişiyoruz, eğleniyoruz, yiyoruz, içiyoruz, alıyoruz da alıyoruz. Ama yok, yok. Yine aynı yine aynı. Biliyorum bunların hepsini yaşadım. Burnum borç bataklığından hiç kurtulmadı ne o beş dakikalık tatminim için. Çalıştım, çalıştım; kazandıklarım haydan geldi huya gitti. Bereketsizdim çünkü. Yemedim yemeği sevmem. Tabi marifet değil; bu da bir nevi cezalandırma yöntemi kendimizi çünkü. İçtim, eğlendim, hatta ve hatta seviştim ama yok yok! Yine de mutlu olamadım. Ama bunları yaptığım için pişman değilim. Bunları denemeseydim, bilemeyecek, gerçek mutluluk yoluna çıkamayacaktım. Şimdi; şu anki farkındalığımla biliyorum ki ben her şeyi yaratmaya muktedirim. Acıyı da, mutluluğu da. Bu sefer, ama acıyı değil, mutluluğu yaratmayı, yaşamayı seçiyorum. Alışkanlıklarımı değiştirdim. Acı bağımlılığımı ve vampirliğimi bıraktım.Pozitif her şeyi yaratmayı seçtim ben. Ruhumu temizledim. Canavar olarak adlandırdığım zihnimi susturmayı başardım. Artık ona ben hükmediyorum. Bir sonraki yazımda bunu anlatacağım. Artık zihnim de benimle birlikte. Hep iyiyi düşünüyor ve yaratıyor.
Şimdi size soruyorum, sizin de yıllarınız kayıp mı? Hükümlü mü, hükümsüz mü? Benimkiler Hükümsüzler. Onları değiştirdim. Sıra sizde yoldaşlarım. Ben buradayım, hep yanınızdayım ve elinizden tutuyorum ve sizi çok ama çok seviyorum hem de kalbimden, safça.

9 Kasım 2011 Çarşamba

Melek Ata Ülkesi...

http://fizy.com/#s/16xlih ( yeni sekmede açınız lütfen yoldaşlarım)
Canım Melek Atatürk’üm;
Evet, sen bir asker meleksin ülkemize doğan, bizi karanlıktan ışığa çıkartan, puslu, sisli, bulutlu ülkemizi güneşe kavuşturan, güzeller güzeli bembeyaz bir meleksin.
İşte o yüzden hiçbir ülke vatandaşının liderine duymadığı sevgiyi, sadakati, saygıyı duyuyoruz sana. Evet, dünyaya doğmuş tek gerçek lidersin Atam. Liderliğin sevgi, şefkat, sadakat olduğunu bütün insanlık senden öğrendi. Sen toprağını, insanlarını sevdin, sadık kaldın, Atam. Topraklarında hırsın, adaletsizliğin, ayrımcılığın, kulluğun hüküm sürmesine izin vermedin. Ülkemde sevgi, adalet, eşitlik, demokrasi yani sözün halkta olduğu bembeyaz bir ülke yarattın. Evet sen bir ulu yaratıcısın. Bugün bu ülkede Kürt’ü Türk’ Ermeni’si, Rum’u ve niceleri eşit haklara sahipse, istedikleri gibi özgürce yaşıyorsa sendendir, bize bir olduğumuz hatırlattığındandır Atam. Bugün ben senin gösterdiğin yolda inanarak yürüyen bir öğretmen olarak özgür bir ordu yetiştirebiliyorsam, düşüncelerimi, isyanlarımı, istediklerimi dillendirebiliyorsam sendendir. Kul olmadığımı, köle olmadığımı, efendi olduğumu biliyorum canım Atam. İsyanı, hayır deme cesaretini senden aldım ve şimdi geleceğimiz olan dev Atatürk ordusuna aktarıyorum. Bizler sevgi, adalet, özgürlükçü ordularımızı yetiştirdikçe; Senin öğretilerin her daim yaşayacak;. Bu ordular her daim bu topraklarda sevgi yeşertecek.  Bizi kul, köle, tek tip yapmaya çalışan iç düşmanlara karşı duracak ve sevgi kalelerin yıkılmayacak. Bu ülkeye getirdiğin o parlak, sıcak güneş her daim üzerimizde olacak ve bize engel çıkartanları yakıp, kavuracak. Çünkü sevgi her şeyi yener. Şu dünyadaki tek gerçek duygu sevgidir. O da sensin. Sevginin üzerinde hiçbir şey yoktur Canım Melek Atam.
Rengini şehitlerimizin kanlarının renginden alan yüce ulu bayrağımız her daim göklerde süzülecek ve o kanlar bize can verecek.
Özgürlükçü, eşitlikçi, demokrat ve laik, yani bir Atatürk olarak ben, sana söz veriyorum sen her daim kalbimizde, özümüzde yaşayacaksın ve ülkem sonsuza kadar laik kalacak!
Seni seviyorum ülkemin bembeyaz parlak sevgi meleği Atam!
Ve şimdi hep birlikte gönülden Atamızı hala yaşattığımızı ona duyurma vakti !


8 Kasım 2011 Salı

Her Daim Kıştaki Yaşayan Ölüler...

Yoldaşlarım, hep kış yaşamaktan bıkmadınız mı? Karanlıktayken bile kıştan hoşlanmazdım. Hep özümün farkındaydım sanki. Kışın hava hep pusludur. Güneş sanki bizi terk etmiş gibi hissederiz. Aslında oradadır ama sadece aydınlatır birazcık. Adeta ben buradayım, yanınızdayım dercesine, ama ışığı mattır, ısıtmaz bizi. O uzaklaştığı zaman bizden; bedenimiz gibi içimiz de ürperir ve üşür. Erkenden hava kararır. İçimizde kararır. Kış bizi mutsuz eder. Çünkü ışığımızı ve sıcaklığımızı kaybederiz. Sonbaharla birlikte ağaçların yemyeşil yaprakları sararıp solar ve dökülürler. Yürüdüğümüz yerleri örterler sanki bize bir şey anlatmak isterlercesine. Çünkü şu anda içiniz de böyle. İçinizdeki sevgi, ışık ağacınız kendini bırakmış, yaprakları solmuş, dökülmüş durumda. Ama nedense biz o yaprakları çiğneyerek yolumuza devam ederiz. İşte İçinizdeki dökülen sevgi yapraklarını da umursamıyorsunuz, içinizden kayıp gitmesine öylece seyirci kalıyorsunuz. UMURSAMAZSINIZ! Böylece içiniz deki güneş de sizi terk ediyor. Kalmasına gerek var mı ki? Sizin niyetiniz yok ki yeşermeye, canlanmaya. Siz yaşayan ölü olmaktan memnunsunuz. Üzgünüm yaşayan ölüsünüz. Neden mi? Özününüzün farkında değilsiniz. Seçim yapmıyorsunuz. Size dayatılan gerçeklikte yuvarlanıp gidiyorsunuz. Ama size dayatılan bu gerçeklik sadece bir ilizyon hem de kötü bir ilizyon. Ama bence bunu yaşadığınız yeter. Sizin özünüzde kötü yok sadece iyi var. Ama gerçekliğiniz olmayan kötüyü deneyimliyorsunuz. Yetmedi mi? Hepinizi Işığa, sevgiye çağırıyorum. Gelin ve gerçekliğinizi alın. Birer He Man, Zeyna olun. Söz veriyorum, sadece özünüzü almak için savaşacaksınız. Sonra savaş yok. Sadece mutluluk, huzur, sevgi, aşk var. Savaşmaktan korkmayın. Çünkü sizler çok güçlü, cesur savaşçılarsınız. Size dayatılan karanlık ilizyon hayatınız da hayatta kalmaya çalışıyorsunuz. Hatırlayın, siz bu dünya adlı gezegene gelirken yoğun negatifleri yüklenip geldiniz. Kendinizi sevin ve kendinizle gurur duyun. Siz bunu hak ediyorsunuz sevgililer. Ama şimdi size diyorum ki artık hayatta kalma savaşı vermek zorunda değilsiniz. Sadece tek savaşınız var. Oda yakmadan yıkmadan olacak. Sadece ve sadece seçim yapacaksınız. Seçiminizi yapın. Yerlerde sürünerek yaşayan ölü gibi mi yaşayacaksınız yoksa kanlı, canlı kendi hayatınızın efendisi olarak iyiyi, güzeli mi yani hak ettiğinizi mi yaşayacaksınız.
Evet, artık uyanma vaktiniz geldi. UYANIN; UYANIN; UYANIN! IŞIĞA, IŞIĞINIZA gelin. Toplanın. Hatırlayın aslında yanlışlar doğruları götürmez. Doğrular yanlışları siler, yok eder! Doğruya gelin… İlahi oyunda yerinizi alın. Korkmayın ben ve benim gibi bir sürü ışık oyuncusu ve ilahi varlıklar yanınızdayız.
Sizi seviyorum benimle yürüseniz de, öylece bir bakıp dönseniz de, tamamen reddetseniz de.


6 Kasım 2011 Pazar

Çocukluğum, Bayram Heyecanlarım…

Bayramlar ne güzeldir değil mi? İçimizi mutluluk, neşe kaplar. Bize yalnız olmadığımızı hatırlatır. Ama bayramlar en çok çocuklar için güzeldir. Yani eskiden öyleydi. Çocukluğumun en güzel hatıralarıdır. Özellikle aldığımız bayramlıklarımız. Anneciğim her bayram bize bayramlık alırdı canım benim. Bayram sabahını zor ederdim. Bir an evvel sabah olsun da giyeyim diye. Sabah olurdu. Çok mutlu, heyecanlı kalkardım. Hemen kıyafetlerimi giyerdim. Özellikle bir bayramda alınan kırmızı rugan ayakkabılarımı hep hatırlarım. Nasıl da kıpkırmızı, parlaklardı tıpkı içimdeki parlak sevgim gibi. Oysa şimdilerde rugan sevmem. Çocukluk işte J Bizim evde bayramlar babam bu dünyayı terk edene kadar aynı kıvamda ve düzende sürdü. Sonra babacığım terki diyar eyledi. Hayatımızdaki bayram kavramı değişti. Başımızdaki büyük gitmişti. Dağılma başladı. Fiziken olmasa da ruhen. Sanki babamın gitmesiyle içimdeki bayram neşesi de beni terk etti, belki de ben onu terk ettim. O günden sonra bayramlar bana hüznümü hatırlattı hep. Zaten ne de olsa çocuk değilim değil mi artık yoldaşlarım? Ama ben hala her ne kadar olgunlaşsam da babamın o küçücük kızıyım, her daim yanında olduğu, koruduğu, kolladığı. Bugün içimdeki o küçücük kız yine hüzünlü.
Bayramlar genel olarak da anlamını yitirdi be yoldaşlarım. Bayram artık tatil kıvamında geçiriliyor. Bayramlarda sevgimizi paylaşmak yerine tatillere gidiyoruz. Birbirimizi canlı kanlı kucaklayarak öperek kutlamak yerine o buz gibi telefon görüşmeleriyle, mesajlarla kutluyoruz. İşte söz de kutluyoruz. Zaten özümüzü kaybettik. Eskiden kartpostallar vardı, hatırlarsınız. Ne mutluluktu; postacının o bayram tebriki içeren kartları getirmesi kapımıza. Biliyor musunuz ben hala bana gönderilen kartları ve mektupları saklarım. Kocaman bir kutum var. Arada sırada aklıma geldiğinde açıp o kutuyu, eskiye yolculuk yapıyorum. Çok eğleniyorum. Eski de olsalar çok kıymetliler. Ama şimdi yazdıklarımızı on yıl sonra eski, sararmış yapraklardan okuyamayacağız. Bayram da sanki öyle.  Eski, sararmış yapraktaki sevgi gibi ama çok değerli. Şimdi çocuklarda da bayram neşesi yok. Mesela bayramlık onlar için bir şey ifade etmiyor. Zaten sürekli alma eylemindeler.
Bayram harçlıklarına ne çok sevinirdik değil mi? Bayram sonuna kadar biriktirirdik. Sonrada ben hepsini şeker, çikolataya harcardım J Şimdi zaten çocuklarımıza haddinden fazla harçlık veriyoruz. Bayram harçlılığının ne önemi var ki?
Bir de kapı kapı dolaşan çocuklar vardı. Her kapı çaldığında koşarak gidip kapıyı açardık. Şeker, çikolata tutardık. Şimdi kapımızı çalan neşeli, heyecanlı çocuklar yok L Belki bu bayram da aldığım çikolatalar, şekerler bende kalacaklar. Olsun ben hazırım, bekliyorum ama hala kapım çalmadı J  Çocukken bir kere çok özenmiştik dolaşan çocuklara da kardeşimle biz de onlara katılmıştık da rahmetli babam ne kızmıştı. Neden kızmıştı acaba? O çocuk aklımla anlayamamıştım hiç. Ama o günden sonra hiç kapı çalmadım. Belki de ilk defa o gün istememeyi öğrenmişimdir L Keşke benim çocuğumda o heyecan olsa da kapıları çalsa da hakkı olan şeker, çikolatayı istese ama o da buna istekli değil, onu destekleyen annesi olsa da.
Zaman değişti be yoldaşlarım. Bayram coşkumuzla aramıza zaman girdi sanki tıpkı çocukluğumuzla aramıza girdiği gibi L Ben çocukken de büyük hayalciydim, şimdi de öyleyim.
Hepimizin bayramı kapımızı çalan neşeli çocuklarla, sevgiyle kucaklaşmayla, neşeyle, tebessümle geçsin, cebiniz bayram harçlığı dağıtmaktan boşalsın yoldaşlarım. Hepiniz bayramı kutlu, mutlu, mübarek olsun.
Sizi seviyorum seviyorum seviyorum. Hissediyor musunuz?


Tanrım Bayram Bizim Neyimize?

Tanrım Bayram Bizim Neyimize?
Sevgili tanrım bayram bizim neyimize. Toplumca ikiyüzlüyüz ki biz. Sevmek, sevilmek bir kenara, birbirimizin gözünü oyacağız, elimizde olsa bir kaşık suda birbirimizi boğazlayacağız. Deprem oldu da insanlığımızı hatırladık. Muhteşemiz değil mi? Evet aslında muhteşemiz. Çünkü biz senin yarattığın ışık varlıklarıyız.
Dünya ve benim ülkem nereye gidiyor Allahım?
Dünyada savaşlar hüküm sürmekte, toprağın üzerini senin yarattığın varlıkların kanları örtmekte.Oysa bu toprakları sevgi enerjisyle büyütülmüş ağaçlar,çiçekler örtmeli. Senin yarattığın varlıkların elleri kanla kirli. Oysa senin yarattığın ellerde sevgi çicekleri olmalı. Özümüz ne kadar da temiz ve saf. Ama şu yalan, ilizyon dünyada çıldırmış, negatifin kölesi olmuş durumdayız. Oysa bunlardan özgürleşecek cesareti, kabiliyeti verdin ki sen bize. Peki, neden bu yetimizi kullanmayı kabul etmiyoruz.
Bugün  bayram. Sözde sevgiyle bayramlaşacağız. Ziyaretlerde bulunacağız. Kutlama yapacağız. İçimiz bu kadar öfke, hırs dolu iken, ruhen mutsuzken, gülmeyi, neşeyi unutmuşken nasıl da coşkuyla sevgi dininin bayramını kutlayacağız?  Biz kendimizi sevmezken, diğer varlıkları sevmezken senin yarattığın dini nasıl sevebiliriz ki?
Bayram namazlarını çok severim. Çocukken babam erkenden namaza gider, o gelinceye kadar biz kalkardık. Anneciğim kahvaltıyı hazırlardı, babamı beklerdik. Ne güzel günlerdi J Ama o zaman çocuktuk işte, saftık, sevgi doluyduk. Sonra büyüdük, acılarla tanıştık, kalbimiz taş kesildi. Çocukken neşeyle yaydığımız yargısız, saf sevgimizi çürüttük, onu karanlık yargılarımızla harmanladık. Büyüdükçe sevgimiz koşullu oldu. Oysa sen bizi koşulsuz seversin Allahım. Ama sana olan sevgimiz bile koşullu oldu. Başımıza gelen her şeyi senden bildik sanki bize akıl, seçme şansı, özgür irade vermemişsin gibi. Sana olan tevekkülümüz bile koşullu.
Ülkemde ekonomik kriz var. Her ne kadar teğet geçtiği söylense de hepimiz sallanıyoruz. Maddeyle kendimizi sınava tabi tutuyoruz. Senin kocaman varlığını, varlık enerjini unutup, yokluk yaratıp, yaşıyoruz ve mutsuzuz Allahım.
Peki, varlık enerjisinden gelen dinimizi ruhumuz, bedenimiz yokluktayken nasıl anlayabilir ve bayramlarını kutlayabiliriz?
Ama yinede iyi ki bayramlarımız var Allahım. Bu kutsal günlerde seni ve insanlığımızı, neşeyi ve heyecanı hatırlıyoruz.
Evet bayram bizim neyimize?  Bayram bizim varlığımıza, unuttuğumuz saf sevgimize, ışık tarafımıza tanrım.
Bayramları toplumca her şeye rağmen çok seviyoruz. Bu topraklarda yaşayan insanların her ne kadar kararsalar da sana bir bağlılıkları var.
Seni Seviyoruz Tanrım. Hepimizin Bayramı Mübarek olsun.  




2 Kasım 2011 Çarşamba

Tanrım Çok Özür Dilerim...

Tanrım çok özür dilerim. Hem senden hem de kendimden…
Tanrım biliyorum sen beni hiç yargılamadın, sadece sevdin hem de sonsuz adaletin ve şefkatinle. Oysa ben senden uzak durdum hep. Korktum ve korkutuldum. Günahlarla hayatımı sınırladılar tanrım. Seni elinde kızılcık sopası yukardan bana kızgınlıkla bakarken hayal ettim hep. Başıma gelen her kötü şeyde seni suçladım. Sana isyan ettim. Ama özür dilerim ne yapabilirim; beni kadere inandırdılar. Kader denilen şeye senin karar verdiğini öğrettiler. Kimse bana bizi özgür bıraktığını, senden özellikler verdiğini, bizi çok sevdiğini anlatmadı, öğretmedi tanrım. Kimse beni düşünmeye yüreklendirmedi. Seni sorgulamama, dinimi sorgulamama izin vermedi tanrım. Günahtı bunlar. Oysa ben hep içimde sorguladım. Bundan suçluluk duydum. Şimdi yüreklilikle ve içimdeki senin sevginle söylüyorum. Evet, seni sorguladım, dinimi sorguladım. Geldiğim nokta bana öğretilenler ve dayatılanlara karşı durarak; seni ve dinimi çok ama çok seviyorum. Ama artık dinin aramıza girmesine izin vermiyorum. Hep düşündüm; beni şu dünyada en çok seven kişi annemdi. Çünkü beni doğurmuştu, büyütmüştü. Ne yaparsam yapayım hep de sevecekti. O zaman tanrı nasıl beni sevmezdi, cezalanırdı, hatta yakardı. Olmaz olamazdı. Sonsuz sevginin, şefkatin kaynağı olan sen bunu yapmazdın. İçim rahatladı. Sonra bana verdiğin sevgiyi içimde kilitlediğimi fark ettiğimde senden çok utandım. Hemen sevgimi kucakladım. Artık benim üzerimde sadece ve sadece senin sonsuz sevgin, adaletin, şefkatin hüküm sürmekte. Artık senden korkmuyorum.
Beni korkuturlarken günahlarla; sana şükretmeyi bilemedim. Ama şimdi senden korkmayan ben, sana şükretmeyi öğrendim ve bunu gönülden yapıyorum. Keşke tanrım bana seni sevmeyi öğretselerdi. Keşke beni korkutmasalardı. Senin yasakların yerine beni sadece sevginle büyütselerdi; o küçücük çocuk ben belki de hiç öfkeyle, hırsla dolmayacaktım, gözlerim ağlamaya bağımlı olmayacaktı, yüreğim isyanı değil tevekkülü öğrenecekti. Geldiğim bu noktaya çocukken gelebilecektim. Ama olsun şimdi sana kendi özgür irademle bağlandım. Ne dinim aracılığı ile ne de seni bize yanlış tanıtan varlıklar vasıtasıyla.
Şimdi biliyorum ki istediğim hayatı yaşamakta özgürüm. İster karanlıkta ister ışıkta olayım döneceğim yer, özüm yani senin sevgin.  
Bana dünyanın acılarla, zorluklarla, kanla dolu olduğunu öğrettiler. Dünyanın sınav olduğunu kazıdılar beynime. Oysa öyle değilmiş tanrım. Buranın ruhlar için oyun alanı, okul olduğunu kimse anlatmadı, öğretmedi. Okul ama sınavları kendimizin koyduğu, notların, takdirlerin, pek iyilerin olmadığı bir okul. Ama ben öğrendim tanrım. Beni seviyorsun, seviyorsun.
Dünyada sözüm ona senin sevgin adına savaşlar var tanrım. Senin sevgini içinde hisseden hangi varlık savaşabilir? Seni gerçekten içinde hisseden her varlık sadece ve sadece sever.
Tanrım seni gönülden seven, hisseden varlık olarak artık kendimi de çok seviyorum ve yargılamıyorum. Sana yani kaynağa gönülden bağlıyım.
Farklı bir dünya hayal ediyorum. Sadece senin sevginin olduğu, senden korkmayan, sorgulayan çocukların yetiştiği bir dünya. Sana söz veriyorum; ben ve yoldaşlarım senin aşk yolunda ilerliyoruz. Tek yolumuz ilahi aşk ve sevgi.
SENİ SEVİYORUM!

İzleyiciler


Osho

‎''Kişinin her zaman doğru yolda gideceğinin garantisi
yoktur. Birçok kere birçok şey insanları yanlış yola yönlendirir çünkü doğru
kapıya gelmek için birçok kere yanlış kapı çalınır. Hayat böyle...

Eğer ilk seferde doğru kapıya rastlanılırsa onun doğru
olduğu anlaşılamaz. Her yer, her şey kırmızı olsa başka hiç bir renk olmasa
kırmızının ne olduğunu kimse bilemezdi. O yüzden son tahlilde hiç bir çaba
boşuna değildir. Her çaba kişinin gelişiminin doruk noktasına ulaşmasına katkı
yapar. İnsan asla kararsız olmamalı... Yanlış yola sapmak endişe yaratmamalı.
İşte bu önemli bir sorundur. İnsanlara asla yanlış bir şey yapmamaları
öğretiliyor.

Onlar yanlış bir şey yapmaktan o kadar korkuyorlar ki, hiç
bir şey yapmıyorlar, hareket kabiliyetini yitiriyorlar. Mümkün olduğu kadar
hata yapın. Ama bir şeyi unutmayın. Aynı hatayı tekrarlamayın. O zaman gelişirsiniz.
Yoldan sapabilmek özgürlüğünüzün bir parçasıdır. Bu doğru, bu yanlış diye bir
şey yok. Hayat o kadar kesin değil, onu bu kadar kolay etiketleyip
sınıflandıramayız. Hayat her şişenin etiketli olduğu ve neyin ne olduğu bilinen
bir eczane değildir. Hayat bir gizemdir, her an tetikte olunmalıdır. Neyin
doğru neyin yanlış olduğu hakkında önceden hazırlanmış yanıtlara güvenilemez.
Hayat çok hızlı ilerler dinamiktir, iki an asla birbiri ile aynı değildir, o
yüzden bu anda doğru olan bir şey, bir sonraki anda doğru olmayabilir. Bu
değişen hayata nasıl tepki verileceğine kişi o anda karar vermelidir.

Hayat böyledir..
Onun için hazırlık
yapamazsın..
Onu hazır bir şekilde
bekleyemezsin..
Güzelliği bu, anlamı
bu.
Her zaman şaşırtır ve
sürprizlerle gelir.
Her anın sürprizlerle
dolu olduğunu ve önceden hazırlanan hiç bir yanıtın uygulanabilir olmadığını
görürsün...
Eğer gözlerin varsa…''


UBUNTU :)

UBUNTU :)
Afrika'da çalışan bir Antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir, ağacın altına koyduğu meyvalara ilk ulaşanın ödülü o meyvaları yemek olacaktır.Onlara "hadi, şimdi başlayın birinci olan ödülü alacak" der.O anda bütün çocuklar elele tutuşur, koşup ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyvaları yemeye başlarlar. Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu yanıtı verirler; Bu UBUNTU'dur. Nasıl olurda diğerleri mutsuz iken birimiz o ödülü yiyebilir ki ? Ve UBUNTU'nun anlamını açıklarlar onların dilinde UBUNTU "Ben biz olduğumuz için ben'im" demekmiş

Bob says

Bob says
Onun ilk aşkı olmayabilirsin, son aşkı da; hatta bir tanesi de, daha önce aşık oldu, tekrar olabilir. Ama şu an seni seviyorsa daha ne olabilir ki? Tıpkı senin gibi, o da mükemmel değil ve ikiniz birlikte asla mükemmel olamayabilirsiniz. Ama şayet o seni güldürebiliyorsa, iki kez düşündürebiliyorsa kabul edersin ki; insanlar hata yapar onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin herşeyi ver. Seni günün her anında düşünmüyor olabilir ama sana kırabileceğini bildiği bir parçasını verecektir. Kalbini. Yaralama onu, değiştirmeye çalışma, çözümlemeye kalkma ve verebileceğinden fazlasını bekleme. Seni mutlu ettiğinde gülümse, kızdırdığında fark etmesini sağla ve yokken özlediğini bil.
Dünyayı daha kötü hale getirmeye çalışanlar bir gün bile durmazken, ben nasıl durayım?

Ömer Hayyam;


Evvela;

Benim rızam olmaksızın

Dünyaya getirildim.

Hayatta;

Hayretimden başka bir şeyim artmadı

Sonra yine elimde olmadan

Bu dünyadan göçeceğim

GELMEKTEN, KALMAKTAN, GÖÇMEKTEN

Maksat ne?

Hala anlamış değilim!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı