Üzülme!
Dert etme can!
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan
Ne mutlu sana!
Elinde olmayanları
söyleme bana
Elinde olanlardan
bahset can!
Üzülme!
Geceler hep kimsesiz
mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek
mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...

* Mevlana

24 Nisan 2012 Salı

Padişahım Sen Çok Yaşa :)

Can Kuşlarım,
Bizler ne zaman bu kadar ikiyüzlü, riyakâr, korkak, sahtekâr olduk ben anlayamadım. İpin ucu nerede, nasıl ve ne zaman kaçtı?
Bilen var mı? Yoksa bir bilene soralım.
Gerçek fikirlerimizle davranış ve söylemlerimiz nedense örtüşmüyor. Zihnimizde kahraman kesiliyoruz. Atıp tutmayı, milletin arkasından konuşmayı, eleştirmeyi, yargılamayı ne çok seviyoruz.
Küçücük çocuklarımız bile böyle. Bizzat yaşıyorum bunu. Arkandan atıp tutuyorlar, yüzüne gelince ses yok. Onu bırakın şak şak bile yapıyorlar J Güler misiniz ağlar mısınız buna? Kızacak durumumuz yok, biz neyiz ki onlar ne olsun.
Dürüst değiliz, yalancayız. Kendimize dürüst olamıyoruz ki başkalarına dürüst olalım. Şimdi çelişki şu ki kendimizin ne mal olduğunu bilmeden küçük dağları yarattığımızı sanıyoruz, başkalarını içimizde yerden yere vururken karşılarında göklere çıkartıyoruz.
Her şekilde PADİŞAHIM SEN ÇOK YAŞA J
Peki, neden böyle yapıyoruz?
Önce kendimizden başlayalım ne dersiniz?
Hiç gerçekte kim olduğumuza bakamıyoruz. Zihnimiz dilimize komut veriyor ahkâmlar kesiyoruz ya da ağlanıp acınıyoruz.
Geveze zihnimiz hiçbir şeyi beceremeyen, hayatta başarısız, sevilmeyen, değersiz zavallı bir insan olduğumuzu, herkesin kötü, bir tek bizim iyi olduğumuzu söyleyip duruyor. Zihin bunları kodluyor, öyleymişiz gibi sanıyoruz. Sanınca da inanıp ve içselleştiriyoruz. Neticede bir bakmışız acıdan beslenen, insanlara acıtasyon yaparak kendini sevdiren bir insan olmuşuz. Daha kötüsü bu halimizin farkında olmamamız.
Zihin kazanmıştır. Padişah ZİHNİMİZDİR.
Oysa belki de gerçekten içimizde çok büyük potansiyellerimiz vardır. Bir kere bizim içimizde Rab var. Nereye sakladık? Lütfen hatırlayalım ve çıkartalım. Belki de sandığımız kadar beceriksiz, zavallı değilizdir.
Sadece içimizdeki cesareti elimize almanız gerekmekte. Çok mu zor?
Hatırlayalım korkunun ecele faydası hiç olmamıştır. Kaldı ki zaten ölüyüz.
Bir başka acınası durumumuz aslında gerçekte çok korkak, yalancı, riyakârızdır daha kötüsü sahtekârızdır. Ama tam aksine davranır, insanları ezikler, yargılar, ahkâmlar keseriz. Ama hatırlamak gerekir, her daim bizden daha da küstahları vardır ve bir gün karşımıza çıkar milleti ezdiğimiz gibi eziliriz. Etme bulma işte, evrende benzer benzeri çeker. Bu durumda padişahımız EGOLARIMIZDIR.
Her şekilde ve her durumda tek padişahımız kutsal kalbimiz olmalıdır ve onu da aklımız desteklemelidir. Bizler bunları unutup zihnimizin ya da egolarımızın kölesi oluyoruz. YAZIK!
Toplumca da aynen böyleyiz. PADİŞAHIM SEN ÇOK YAŞA J
Makamlardan korkuyoruz. Arkalarından atıp tutuyoruz ama yüzlerine gelince el pençe oluyoruz. Oysa tek gerçek makam vardır. O da Rab makamıdır, farkında mısınız yoksa çoktan unuttunuz mu?  İçimizdeki korkularımızdan ya da çıkarlarımızdan dolayı yanlışlara dur diyemiyoruz. Aksine şak şaklıyoruz. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın misali. Ama bize dokunmayan yılan bizi soktuğunda yalnızızdır. Çünkü en büyük hatayı yapmışızdır. Allah’ın birlik çağrısına ihanet etmişizdir.
Zaten Allah sevgimiz de sorgulanmalıdır. Sözüm ona onu çok severiz, tek gerçekliğimiz o dur ama önce ben deriz. Karnımız toksa, sırtımız pekse, cebimiz doluysa başkalarının açlığı, sefaleti, acısı bizi ilgilendirmez ama nasıl da önemliymiş gibi davranırız. Acaba Allah bize kanıyor mudur? Birbirimizi kandırabiliriz de peki ya Allah’ı? Sözüm ona adaleti savunuruz ama sadece kendimiz için başkaları ne olursa olsun. İsterken Allah’tan adalet, sevgi ve merhamet isteriz. İsteriz de biz ne veririz?  Şu hayatta gönülden vermediğimiz hiç bir şeyi Allah’tan alabilir miyiz?
Bunu size soruyorum, ahkâm kesecek değilim. İsterseniz düşünür ve sorgularsınız. İstemezseniz siz bilirsiniz, neticede özgür irade devrede.
Ben Sevgi Periniz buradan tebliğ ediyorum ALLAHIMIZ benim tek padişahımdır. Benim padişahım beni kul, köle etmez, aşağılamaz, üzerimden saltanat sürmez. Her şekilde ve her durumda yanımdadır ve destekler.
Peki ya sizin dünyasal padişah ya da krallarınız?

http://fizy.com/#s/1lw5en ( Yeni Sekme Lütfen )

22 Nisan 2012 Pazar

Bugün 23 Nisan Neşe Dolamıyor İnsan

Canım insan melek Atam, sen cansın, kansın, özgürlüksün, adaletsin, sevgisin ve şefkatsin. Sen Kıymetlimin bize bahşettiği insan melek kurtarıcımızsın. Yarın bu gezegenin saf meleklerine hediye ettiğin 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı.
Ne güzel bir hediye lütfetmişsin sen bizlere. Bizlere diyorum çünkü kaç yaşında olursak olalım hepimiz senin çocukların olarak kalacağız. Verdiğin hediyenin çok da büyük, ilahi bir anlamı var. Benim ülkemde artık bu bayramın sadece 23 Nisan kısmı kutlanmakta biliyor musun? Ben bildim bileli, yani otuz beş yıldır 23 Nisanda hep beraber toplaşıyoruz, sana methiyeler düzüyoruz, şiirler, yazılar okuyoruz. Anlamını çoktan unuttuk. Yakında 23 Nisan kısmı da kaldırılırsa şaşmam. Şaşmam çünkü anlamını yitirmiş bir bayramı kutlasak ne olur? Atam biz bu bayramı kutlayamıyoruz çünkü benim ulusum artık sizin canınızla, kanınızla kurtardığınız, seve seve bize bıraktığınız ülkemize egemen değil. Egemenliğin anlamını bile unuttu. O kadar uykuda ki kendini özgür ve egemen sanmakta oysa çoktan kul köle. Hala sizin zaferlerinizle övünmekte, sizin koyduklarınızın üzerine ne koyuldu ben bilemiyorum. O kadar gaflet ve rehavet içindeki başına vuruldukça vuruluyor. Hiç birimiz içimizdeki kahramanı, Atatürk’ü hatırlayıp, pustuğumuz yerden doğrulup, baş kaldıramıyoruz. Bu durumda biz egemen oluyor muyuz canım insan melek Atam?
Çocuklar benim ülkemde mutlu değil ki nasıl kutlasın bu bayramı. Aksine ülkemin çocukları kendi bayramlarında yetişkinleri eğlendirmeye zorlanıyor. Biz hala ülkece gösterişteyiz. Çocuklarımıza iyi ki varsınız, gelin biz sizi eğlendirelim diyemiyoruz. Zaten hangi yüzle diyeceğiz. Bu ülkede adalet yok. Çocuklar özgürce çocukluklarını yaşayamıyor, istedikleri gibi düşünemiyor, istediklerini söyleyemiyor. Biz hala okullarda rahat hazır oldayız ki Atam.
Dünyanın değiştiğinin farkında bile değiliz. Hala iç ve dış düşmanlarımız var, ah bir bilsek tek düşmanın kendimiz olduğu gerçeğini, içimize döner eksiklerimizi tamlar, yanlışlıklarımızı düzeltir, ülkemin canım ufak meleklerinin yüzlerini güldürürdük.
Atam, senin getirdiğin birlik benim ülkemde çoktan yok oldu, çoktan ayrıştık. Artık biz kavramı yok, onun yerine onlar, bizler var, dinciler, Atatürkçüler var. Şu ülkeyi paylaşamadık gitti be Atam. Birlik için dökülen kanlar, çabalar çoktan unutuldu. Sana bile diller uzatıldı, kesildin, asıldın canından çok sevdiğin ülkende. Varsın olsun öyle olsun demek isterdim ama demiyorum, demeyeceğim. Bu ülke ve insanları senin hediye ettiğin bayramları gerçekten hissederek, coşkuyla kutlamayı hak ediyor.
Ben senin hayranın, seni sözde değil özde seven bir sevgi perisi öğretmen olarak, inadına yarın en güzel kıyafetlerimi giyeceğim, içimdeki coşkuyu dışıma yansıtacağım ve çocuklarımla paylaşacağım.
Sana, silah arkadaşlarına, bütün şehit ve gazilere Sevgi Perisinden selam olsun. Sizler ölmediniz ve ölmeyeceksiniz. Bizler ve rehberlik yaptığımız nesiller nefes aldıkça sizlerde nefes alacak, yaşayacaksınız.
Bu topraklarda her zaman olduğu gibi daima dini, ırkı, düşüncesi ve dili ne olursa olsun herkes barış içinde yaşayacak. Sana sevgi sözü Canım insan melek Atam; senin çocukların egemendir, egemen kalacak.

http://fizy.com/#s/1aiyub  Yeni Sekme biliyorsunuz :)))


20 Nisan 2012 Cuma

Aşkım Sen Bizim Tek Özgürlüğümüzsün...


Aşkım, ülkemde hala sana duyulan sevgi korkuyla özdeş L  İlahi yolun yolcusu ve Atatürkçü bir sevgi perisi öğretmen olarak okullarda Kuran dersleri koyulmakta. Aslında ilk başta olumlu görmüştüm ama sonra Kuranın açıklaması öğretilmeyeceğini sadece ezberletileceği gerçeği beni şok etti diyebilirim. Neden Aşkım neden biz çocuklara seni, senin söylediklerini anlatmıyoruz da hiç bilmedikleri bir dilde sadece ve sadece ezber yaptırıyoruz? Neden çocuklarımıza sorgulamayı öğretemiyoruz? Korkuyoruz. Sorgulayan, araştıran çocuklar gün gelip yetişkin olduklarında sisteme isyan edip, şimdiki inançları ve düzeni değiştirir çünkü. Kaos olur. Oysa çoktan ülkem insanı kaosun dibinde. Seçme seçilme hakkının farkında bile değil.  Koyun sürüsüyüz maalesef, adeta senin bize bahşettiğin özgür irademize ihanet ediyoruz. Toplumca hem duygusal hem de maddesel açız. Kabahat bizde çünkü hala bizi doyurmalarını bekliyoruz. Kendi irademizi kullanarak gidip almaya korkuyoruz. Nasıl korkmayalım Aşkım, benim ülkemde özgür irade yok. Kimse istediğini söyleyemiyor. Özgürlüğümüz elimizden alınır diye korkuyoruz. Oysa çoktan özgür olmak için kanlarını döken şehitlerimize ihanet edercesine tutsağız biz.
Ülkemde adaletsizlik hüküm sürmekte Aşkım. Belli kesim rahatın konforun keyfini, şaşasını yaşarken ve onlardan başka bir hayat yokmuş gibi davranırken, halkım aç, sefil hem ruhen hem de madden.  En kötüsü de bu yaşamı kaderleri sanmaları. Senin bahşettiğin bolluk bereket nasıl da sadece belli bir kesime ait olabilir. Sen ayırmazsın ki yarattığın varlıkları. Peki; biz varlıklar neden bir birimizi ayrıştırıp, ötekileştirip zenginliği ve fakirliği yaşıyoruz? Paylaşım nerede kaldı, sosyal devlet nerede kaldı Aşkım? Adaletin nerede kaldı. Tabi önce kendimiz inanmalıyız adaletine ve kendi adaletimizi öce kendimize vermeliyiz. Adaleti bekledikçe eziliyoruz, ezileceğiz.
Toplumca eziğiz. Ah Aşkım nasıl da bu hale geldik? Bu ülkeden çıkmadı mı Atatürk, özgürlüğümüz için canlarını feda eden cesur şehitlerimiz, askerlerimiz? Halk kazanmadı mı bu yaşadığımız özgürlüğü? Biz bu kahramanların çocukları, torunları değil miyiz? Bu kahramanlar savaş meydanlarında düşmanın üzerine senin adını yürekten haykırarak gitmediler mi? İşte biz içimizdeki senin gücünü unuttuk, bir kurtarıcı bekliyoruz Melek Atam gibi. Oysa o güç yani sen içimizdesin. O kadar uykudayız ki kulluğu ve köleliliği tek gerçekliğimiz sanıyoruz.
Çocuklara seni sevgi ve aşkla anlatan bir öğretmen olarak şunu söyleyebilirim cesurca Aşkım; düşünmeyen, sevmeyen, sorgulamayan, ezik robotik çocuklar yetiştiriyoruz. Benim çalıştığım okulda bile demokrasi yokken aksine emir komuta sistemi varken nasıl da çocuklara örnek olabiliriz?  Sistem aslında çoktan çöktü ama henüz farkına varılamıyor. İlkokul çağındaki çocuklar sisteme ayak uydurmuyor hatta isyan ediyor. Çünkü bu neşeli yunuslar sadece sevgi ve oyun odaklılar. Acaba onlar gerçekten seni özde biliyor olabilirler mi Aşkım? Acaba onlar dünyaya senin çocukların olarak eğlenmeye, senin sevgini demirlemeye, neşe, barış getirmeye gelmiş olabilirler mi?  Bence öyle. O küçücük ama kalpleri kocaman çocuk varlıklarla çalışmaktan, eğlenmekten hoplayıp zıplamaktan büyük haz alıyorum. Onlar bana hala gelecekten ümit veriyorlar. Çok seviyorum, seviliyorum ve seviniyorum…
Aşkım, bu topraklar özgürlük topraklarıdır. Senin yarattığın biz insan varlıklar köleliğe mahkûm olamayız. Biz senin varlıklarınız öyle ise VARIZ. VARSAK güzel olan her şey de var demektir. Sadece fark etmemiz gerekli, ama bunu senden korkarak, kulluğumuza inanarak yapamayız. Biliyorum ki sen bizi yalnız bırakmazsın ve desteklersin. Sen hep varsın, öyle ise seni sözde değil özde seven, bilen insan varlıklar da var ve bu varlıkların aydınlık getiren ayak sesleri duyulmakta. Bu ayak sesleri senin Aşkım, kim dur diyebilir? Bu ayak sesleri aydınlıkla birlikte; özgürlüğü, neşeyi, barışı, kardeşliği, varlığı, eşitliği getirmekte.
Ben senin aşığın, Sevgi Perisi sana ilahi aşk sözü veriyorum, senin korkusuz sevgini bütün dünyaya yayacağız ve bir olacağız. 
http://fizy.com/#s/3fxas4 ( Yeni Sekme Lütfen :) )

17 Nisan 2012 Salı

Yaşama İçiyorum, Şerefe...


Can Kuşlarım, boğazımı ve ruhumu serinleten buz misali rakım elimde, sigaramın dumanı ciğerlerimde, kulağımda eski 45’likler yaşamımı, var olduğum şu anı kutluyorum.  Ah dostlar şu yaşadığımız hayat ne kadar da ciddi yoksa biz mi çok ciddiye alıyoruz? Benim ciddiye aldığım kesin. Kendimi paraladım değişme dönüşme uğruna. Başıma gelen her şeyi kendimden bildim, ne kadar da büyütmüşüm gözümde beni J Yaşamayı unuttum. Pişman mıyım? Asla. Hep dediğim gibi benim yolum bu. Ama vardığım nokta çok basit. Hayat dibine kadar yaşanmalı. Ne yaşamayı istiyorsak yaşamalıyız, özgürce. Hayat kısa be dostlar. Hatırlayın sevaplar kadar günahlar da var. Derviş olmak zorunda değiliz. Tanrı bile bizi zorlamazken biz neden bunu yapıyoruz kendimize. Canına yandığım şu toplumsal kurallarımız yok mu, hepimizi engelliyor. O ne der, bu ne der diye hayatımızı kısıtlıyoruz. Evrensel kurallar var, ona dâhil olalım. Orada her varlık istediğini yaşamakta özgürdür, her şekilde ve her durumda özgür iradeye saygı ve kabul vardır, yargı ise yoktur. Yargıların hükmünü kaldıralım üzerimizden. Kim ne derse desin, yüreğimizin sesini dinleyelim, o bize yalan söylemez. Zihnimiz gibi üçkâğıtçı, kandırıkçı, vesveseci değildir. O saftır.
Saf kalbimle içiyorum bu akşam, katılır mısınız bana? Gelin benim dünyamda yargılar kapsama dışıdır. Gelin, aşklarımızı, sevişmelerimizi, kırgınlıklarımızı, mutluluklarımızı kısacası hayatlarımızı paylaşalım gülelim, ağlayalım, şarkılar söyleyelim, içelim güzelleşelim.
Bu akşam ben yol gösteren değil de yolcu olma hakkımı kullanıyorum. Belki de siz bana yol gösterirsiniz yaşadıklarınızla, duygularınızla ne dersiniz? Bir birimizden farkımız yok ki.
Hepimiz bu hayat yolculuğunda yolcuyuz, biz yolcuyuz da hancı kim bilemiyorum? Biliyorsanız bana gösterir misiniz bir zahmet, zira ona soracaklarım var J
Hayatı nasıl tanımlarsınız dostlarım? Hayatı tasvir ederken aslında kendimizi anlatırız. Ben mi? Bu akşam kendimi anlatmaya niyetim yok hatta ve hatta sıkıldım diyebilirim. Biraz da sizi dinleyelim. Hatırlayın hepiniz birer dünyasınız, alır mısınız beni dünyanıza.
Belki de bir süreliğine sözün bittiği yerdeyimdir de sıra size gelmiştir. Kapınızdayım, çalıyorum sevgiyle kapınızı, duyuyor musunuz? Bekliyorum…
Kim bilir hayat daha bize ne sürprizler sunacak. Kim bilir ne aşklar, sevişmeler, kahkahalar, gözyaşları, isyanlar, başarılar, hayal kırıklıkları yaşayacağız. Ne olursa olsun, hayat yaşamaya her şekilde ve her durumda dibine kadar değer, yeter ki biz içimizi öldürmeyelim.
Sizi oyun oynamaya davet ediyorum. Paylaşma oyunu olsun adı. Dünyalarımızı paylaşalım ve ufkumuzu genişletelim birlikte, zira çok sıkıldım monologdan. Hayat paylaştıkça güzel dostlarım. Paylaşma oyunuma katılır mısınız? Yalnız değiliz ki. Ben varım, siz varsınız, biz varız. Elimdeki topu şimdi size atıyorum, oyunu başlatıyorum J
Ben Sevgi Periniz, kadehimi hayata yani kendime ve size kaldırıyorum, hatırlayalım; hayat biz varsak var, yoksak yok.

9 Nisan 2012 Pazartesi

Duygusal Sefil, Zavallı ve Aç

İçimdeki aşk sorgulamasının üçüncü ve son bölümü duygusal alanımın en dip köşesiydi. Orada karşılaştıklarımı kaldırmam güç oldu desem inanır mıydınız bana? Peki, neydi beni bu kadar sarsan?
En ücra köşemde duygusal açlığım, zavallılığım ve sefilliğimle karşılaştım. Şimdi bunları yazarken gülümsüyorum sizin gibi belki de J Ama inanın yüzleştiğimde içim ağladı.
Duygusal olarak açtım. Bir erkek tarafından sevilme ihtiyacı, beklentisi içinde olan ezik, horlanan, itilip kakılan dişil enerjiyle karşılaştım. Bu duygu sadece bana ait bir duygu değil, bunu baştan söyleyeyim. Bu ezik dişil enerji asırlardır nefes almakta dünyada. Hatırlasanıza; tarih boyunca canlı gömülen, taşlanan, eziyet edilen ya da bir mal gibi alınıp satılan ve seks objesi olarak kullanılan kadınları. Bu kadınların hepsi benim, hepsi sizsiniz. Bu şekilde davranılan kadın ne hisseder? Tabi ki zavallı ve sefil hisseder kendini, aynı benim de hissettiğim gibi.
Hücrelerimize kayıtlı olan bu duygu yüzünden her şekilde ve her durumda birlikte olduğumuz erkekleri mutlu etmeye çalışıyoruz. Bizi sevsinler, onaylasınlar diye zavallı ve sefil duruma düşüyoruz. Sevgi açlığı enerjisi gönderiyoruz. Onlar da bizi sevmiyorlar, onaylamıyorlar aksine hor görüyorlar ve bize hizmet ediyorlar. Sonuçta biz aç değil miyiz? Ben sefilim ve zavallıyım enerjisi yayıyoruz ve hepimiz kraliçe olma beklentisi ve arzusundayken köle oluyoruz. Hatırlayın, evrende benzer benzeri çeker.
Sevgili dişil Can Kuşlarım bizler muhteşem varlıklarız hatta ve hatta mucize varlıklarız. Allah bizi böyle yaratmış öyle ise, açlık, sefillik, zavallılık niye? Sadece içinizdeki dişil enerjinin saf sevgisini, kudretini hissedin, fark edin, bilin ve yansıtın. Bizler duygusal açıdan yaratan varlıklarız. Erkeklere kızmayalım, biz değişirsek inanın onların davranışları, duyguları da değişecek.
Zaman değişme ve dişil enerjinin değerini gösterme vakti. Dişil enerjiyi düştüğü yerden kaldırıp, en yüksekteki olması gereken yere çıkartma vakti.
Hücrelerimizde getirdiğimiz bu kod dışında bir de anne baba neslinden, kalıtımsal ve karmalarımızdan getirdiğimiz bu konuyla ilgili kodlarımız, inançlarımız ve yargılarımız var. Hepsini biz aldık doğarken. Neden mi? Çünkü bunlara dayalı olaylar durumlar ve duygular yaşayalım, dönüştürelim diye.
Ben açlığımın, zavallılığımın ve sefilliğimin birazını yaşayarak, birazını fark edip, hizmetimden azat ederek dönüştürdüm. Bundan sonra böyle bir enerji yaymıyorum. Sonuçlarını göreceğim ve size aktaracağım. Lütfen siz de açlığınızı fark edin Can Kuşlarım.
Ben Sevgi Periniz sizi çok ama çok seviyorum, dişil enerjinin eşsizliğini sevdiğim gibi…
      

6 Nisan 2012 Cuma

Aşkta Korkak Tavuk Ben :)

Sevgili Can Kuşlarım iyi ki varsınız ve seviliyorsunuz, hatırlayın J
İçimdeki aşk labirenti çekmecelerle sınırlı değildi tabi. Çekmecelerimden özgürleştikten sonra kölesi olduğum korkularımla karşılaştım duygusal alanımın kuytularında. Evet, ben korkularımın kölesi olmuşum haberim bile yok, vah halime L
Korkularımla yüzleştiğim, onları fark ettiğim an duygusu içimi kaplar, gerçekten korkarım, yaşarım içimde. Zaten bu korkuları hissetmemek için en derinlere saklamışım. Artık içimdeki bana nefes aldırmayan duyguların ölmesi gerektiği için korkunun ecele faydası yok anlayışını arkama güç alarak meydan okudum. Çünkü ya onlar ölecekti ya da onlar yüzünden aşkımı öldürecektim, seçim yaptım ve aşkı seçtim.
Neydi bu korkularım?
En baskın korkum kesinlikle özgürlüğümü kaybetmekti oysa çoktan korkularım beni hapsetmişti J Özgürlük benim için çok önemli. Benim yolum bu; her şeyden ve herkesten özgürleşmek. Bağımlılık yok artık benim yaşam kitabımda ama içimdeki bir erkeğe bağımlı olma korkumdan kimseye âşık olamıyordum. Aşkı bağımlılıkla özdeşleştirmişim hatta ve hatta bağlanmayı da şiddetle ret ediyordum. Bağlanmak size ne çağrıştırır? Benim gözümün önüne ellerim kollarım bağlanmış hareket edemeyen görüntüm geliyor J Korkarak bağladığım ellerimi ve kollarımı korkularımı bırakarak ve cesareti seçerek çözdüm. Her alandaki korkusuzluğumu duygusal alanıma da yansıttım diyelim. Artık bir erkeğe bağlanmaktan korkmuyorum. Bağımlılığı ise seçmiyorum, bu durum kölelikten başka bir şey değildir.
Özgürlüğe dayalı ikinci korkum sahiplenilmeydi. Oysa bunu ne çok istiyordum. Biliyordum sahiplenme ve sahiplenilme beni özgürlüğümden alı koyardı, içimdeki çelişkiye bakar mısınız?
Ben sahiplenmeye zaten oldum olası yatkın değildim, hep bir kalk gidelim havam vardı, bu sebeple sahiplenilmeyi ret etmişimdir. Ayrıca genel anlamda sahiplenilme deyince erkeklerde ve kadınlarda karşı tarafın tapusu alınıyormuş edası var. Sınırlamalar var, şartlar var. Mesela en basiti bunu giyemezsin, onunla konuşamazsın, bir yere gitmek için benden izin almalısın yaptırımları havada uçuşur. E peki; nerede kaldı özgür irade?  Ben kesinlikle bu yaptırımları kabul edecek bir ruha sahip değilim. Bu korkularım yüzünden ve aşkı bunlarla özdeşleştirdiğimden dolayı âşık olmaktan deli gibi korkuyormuşum dostlar. Bu korkumu kolay bıraktım diyebilirim çünkü özgür irade her şeyin üzerindedir. Benim Allah'tan sonra tek sahibim vardır şu dünyada o da benim öyle ise; kimseyi de sahiplenmeye hakkım yoktur. Karşılıklı seçimlere kabul verilmelidir ama bu asla onaylamak değildir sadece saygı duymaktır, kendi seçimlerimizi dayatmamaktır.
Netice itibari ile korkularımı en yüksek titreşimdeki sevgiye dönüştürüp, derinden serbest bıraktım, ne de olsa sizlerden birine gelip yapışsın istemem.
Geldiğim nokta mı? Bu saatten sonra ne kimseden izin alırım ne de izin veririm ama paylaşırım, orta yolda buluşuruz, buluşamıyorsak yapacak bir şey yoktur. Âşık olmayı seçiyorum, bağlanacaksam da bağlanırım. Özgürlük benim içimde, bunu her konuda yansıttığım gibi aşkta da yansıtmayı seçiyorum, böylece eski aşktaki bir erkek bana gelmez ya da bir birimizi titreşimsel olarak çekmeyiz. Aşk bence en büyük enerjilerden biridir. Aşkta hangi enerjideyseniz aynısını çekersiniz. Yani benzer benzeri çeker. Oysa eski aşkta ters kutuplar birbirini çeker ve uyumsuz aşklar yaşanır.
Korkularınızla yüzleşin Can Kuşlarım, yoksa korktuğunuz şey başınıza gelir, hep geldiği, hep yaşadığınız gibi. Onların size bir faydası yok aksine zararı çok, cesaretle üzerine gidin ve köle olacağınıza efendi olun.
Ben Sevgi Periniz, sizi çok ama çok seviyorum tıpkı içimdeki cesaretli beni sevdiğim gibi.

5 Nisan 2012 Perşembe

Aşk Çekmecelerim


Can Kuşlarım sevgi dünyamdan size sonsuz sevgiler.
Biliyorsunuz aşk çekmecelerimi karıştırmak için biraz ara vermiştim yazılarıma. Çekmeceler baya karmaşıktı, içine dalıp yüzleşmem biraz zaman aldı. Nereden başlasam, nasıl anlatsam size? En iyisi içimden geldiği gibi öylece anlatmak J
Önce nasıl bir aşk istediğimi düşündüm, yazılarıma daldım aşk çekmecelerimi karıştırmadan. Orada zaten nasıl bir aşk istediğim ve aslında nasıl da eski aşk alışkanlıklarımda olduğum o kadar aşikârdı ki düşünmeme gerek kalmadı. Benim böyle bir özelliğim var; yaşayacaklarımı, yüzleşeceklerimi bazen önceden yazıyorum. Medyum muyum ne J
Neyse, çekmecelerime daldım sonra tam yol ileri. İlk çekmecede bencilliğimle karşılaştım. Hayatıma giren erkek hayatımın tamamını üzerine alsın, sorunlarımı, mutluluklarımı üstlensin ama bir zahmet ben ne etliye ne sütlüye karışmayayım. Yani onun sorunlarında, mutsuzluklarında ben olmayayım. Aşk benim sınırlarımda, şartlarımda nefes alsın, büyüsün istiyorum. İstiyorum da neden hep kazık bana giriyor acaba J Varsa yoksa benim isteklerim, onun isteklerinin hiç önemi yok. Ne de olsa ben sınır tanımam değil mi? Bu bencillik değil de nedir sorarım size. Bencilliğime, isteklerime, isteksizliklerime kabul verdim ve onları dönüştürdüm. Çünkü vermeden alınan bir dünya yok. Vermeden almaya çalışırsan yani cin olmadan adam çarpmaya çalışırsanız çarpılırsınız maazallah. Ben hep çarpıldım valla, bir de ağlanıp sızlanıyordum, zavallı ben, yazık bana ama değil mi? Hiç de değil. Hak etmişim ben bunları. Olsun, yaşadıklarımdan her zaman ders almayı becerebildim çok şükür.
İkinci çekmeceme isim verdim. Masal çekmecesiJ Masalsı kimliğimle karşılaştım. Bu kimliğim tüm alanlarımı kaplamış. Hani prensin gelip kılıcını çıkartıp, prensesini kurtarıp sarayına getirdiği ve mutlu yaşadıkları masallardaki aşka âşıktım ben. Oysa ben gerçek dünyada yaşıyordum ve masalsı aşkların yakınından bile geçmiyordum. Aşktaki masalsılığımı bırakmak çok zordu inanın. Dönüş yok tabi, geriye hüznü kaldı bana ve o hüznü bir süre yaşadım, tadına vararak veda ettim. Bu masalsı aşka kitlece inanıyoruz ve bu aşkı yaşamayı bekliyoruz. Ben bekledim ama gelmedi öyle ise tek şekil bir aşk olamaz. Beklemeyin, istediklerinizi ve yarattıklarınızı ve yaratmadıklarınızı belirleyin, kendi aşkınızı yaratın, hatırlayın hepimiz birer yaratıcılarız.
Üçüncü çekmecem bir hayli karmaşıktı. İçinden çıkamadım çünkü şok yaşadım. Bu çekmeceyi de isimlendirdim, ihtiyaçlar çekmecesi. Aşkla ilgili bütün ihtiyaçlarımı bu çekmeceye tıkıştırmışım adeta kendimden ve herkesten saklamak istercesine. Çok sevilme, onaylanma, desteklenme, korunup kollanma, ilgi alaka, şımartılma, şefkat, seks ve tabi ki paraya dayalı rahat, lüks, konforlu yaşam ihtiyaç listemi oluşturmaktaydı Can Kuşlarım. Bakar mısınız, hoşt bana J Ben bunları fark ettiğimde hiç de gülemedim aksine sanki balyozla kafama vuruldu hem de birkaç kez. Kendime gelip bunlara odaklanmam zamanımı aldı. Sonra yapacak bir şey yok, kabullendim ihtiyaçlarımı. Sonra bunlara tek tek odaklanmak istemedim. İçselim bunu destekledi ve bir anda mum yandı. Evet, zihnimdeki ihtiyaç kodum duruyordu. Dünyada yaşamak için bu ve benzeri duygulara ihtiyaç duyduğumuza inanıyoruz kitlece. Neden sizce? Tabi ki kodumuzdan dolayı böyle. Bu kodu iptal ettim büyük bir zevke. Hak yolunda ihtiyaç olmaz. Bu beni ihtiyaç denizine sürükleyen, evrene sürekli ihtiyaç enerjisi yaymama sebep olan ve böylece sürekli ihtiyaç duyup istediklerimi yaşamayı engelleyen kodla vedalaşınca bir hayli rahatladım. Kendime güvenim geldi ve o ihtiyaçlarımın hepsinin içimde olduğunu idrak ettim. İdrak; tam anlamıyla özümsemek, bilmek, bilinçli yaratmaktır Can Kuşlarım.  
Son çekmece beklenti çekmecemdi. Orada kendime şefkat duydum J Ne kadar da güzel şeyler bekliyordum ama beklediklerimi karşımadakine vermeye yanaşmıyor hatta ve hatta onun da vermesine izin vermiyordum. Dilim beklentilerimi sayarken karşımdakine aslında bak izin vermiyorum sakın yapma enerjisi veriyormuşum. Vermeye ve almaya izin verdim.
Çekmeceler tasnif edildi ve artık onlara ihtiyaç duymadığıma göre imha ettim içimde. Kendimi yeni aşk enerjisine de uyumladım. Duyurulur; artık yeni aşk enerjimle varım, iyi ki de varım, iyi ki siz de varsınız Can Kuşlarım öyle ise; siz de aşk çekmecelerinizi imha edip yeni aşka uyumlanabilirsiniz. Hatırlayın, ben yapabildiysem siz de yapabilirsiniz.
Ben Sevgi Periniz sizi çok ama çok seviyorum, uyumlandığım yeni aşk enerjisini sevdiğim gibi.
.

İzleyiciler


Osho

‎''Kişinin her zaman doğru yolda gideceğinin garantisi
yoktur. Birçok kere birçok şey insanları yanlış yola yönlendirir çünkü doğru
kapıya gelmek için birçok kere yanlış kapı çalınır. Hayat böyle...

Eğer ilk seferde doğru kapıya rastlanılırsa onun doğru
olduğu anlaşılamaz. Her yer, her şey kırmızı olsa başka hiç bir renk olmasa
kırmızının ne olduğunu kimse bilemezdi. O yüzden son tahlilde hiç bir çaba
boşuna değildir. Her çaba kişinin gelişiminin doruk noktasına ulaşmasına katkı
yapar. İnsan asla kararsız olmamalı... Yanlış yola sapmak endişe yaratmamalı.
İşte bu önemli bir sorundur. İnsanlara asla yanlış bir şey yapmamaları
öğretiliyor.

Onlar yanlış bir şey yapmaktan o kadar korkuyorlar ki, hiç
bir şey yapmıyorlar, hareket kabiliyetini yitiriyorlar. Mümkün olduğu kadar
hata yapın. Ama bir şeyi unutmayın. Aynı hatayı tekrarlamayın. O zaman gelişirsiniz.
Yoldan sapabilmek özgürlüğünüzün bir parçasıdır. Bu doğru, bu yanlış diye bir
şey yok. Hayat o kadar kesin değil, onu bu kadar kolay etiketleyip
sınıflandıramayız. Hayat her şişenin etiketli olduğu ve neyin ne olduğu bilinen
bir eczane değildir. Hayat bir gizemdir, her an tetikte olunmalıdır. Neyin
doğru neyin yanlış olduğu hakkında önceden hazırlanmış yanıtlara güvenilemez.
Hayat çok hızlı ilerler dinamiktir, iki an asla birbiri ile aynı değildir, o
yüzden bu anda doğru olan bir şey, bir sonraki anda doğru olmayabilir. Bu
değişen hayata nasıl tepki verileceğine kişi o anda karar vermelidir.

Hayat böyledir..
Onun için hazırlık
yapamazsın..
Onu hazır bir şekilde
bekleyemezsin..
Güzelliği bu, anlamı
bu.
Her zaman şaşırtır ve
sürprizlerle gelir.
Her anın sürprizlerle
dolu olduğunu ve önceden hazırlanan hiç bir yanıtın uygulanabilir olmadığını
görürsün...
Eğer gözlerin varsa…''


UBUNTU :)

UBUNTU :)
Afrika'da çalışan bir Antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir, ağacın altına koyduğu meyvalara ilk ulaşanın ödülü o meyvaları yemek olacaktır.Onlara "hadi, şimdi başlayın birinci olan ödülü alacak" der.O anda bütün çocuklar elele tutuşur, koşup ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyvaları yemeye başlarlar. Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu yanıtı verirler; Bu UBUNTU'dur. Nasıl olurda diğerleri mutsuz iken birimiz o ödülü yiyebilir ki ? Ve UBUNTU'nun anlamını açıklarlar onların dilinde UBUNTU "Ben biz olduğumuz için ben'im" demekmiş

Bob says

Bob says
Onun ilk aşkı olmayabilirsin, son aşkı da; hatta bir tanesi de, daha önce aşık oldu, tekrar olabilir. Ama şu an seni seviyorsa daha ne olabilir ki? Tıpkı senin gibi, o da mükemmel değil ve ikiniz birlikte asla mükemmel olamayabilirsiniz. Ama şayet o seni güldürebiliyorsa, iki kez düşündürebiliyorsa kabul edersin ki; insanlar hata yapar onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin herşeyi ver. Seni günün her anında düşünmüyor olabilir ama sana kırabileceğini bildiği bir parçasını verecektir. Kalbini. Yaralama onu, değiştirmeye çalışma, çözümlemeye kalkma ve verebileceğinden fazlasını bekleme. Seni mutlu ettiğinde gülümse, kızdırdığında fark etmesini sağla ve yokken özlediğini bil.
Dünyayı daha kötü hale getirmeye çalışanlar bir gün bile durmazken, ben nasıl durayım?

Ömer Hayyam;


Evvela;

Benim rızam olmaksızın

Dünyaya getirildim.

Hayatta;

Hayretimden başka bir şeyim artmadı

Sonra yine elimde olmadan

Bu dünyadan göçeceğim

GELMEKTEN, KALMAKTAN, GÖÇMEKTEN

Maksat ne?

Hala anlamış değilim!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı