Üzülme!
Dert etme can!
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan
Ne mutlu sana!
Elinde olmayanları
söyleme bana
Elinde olanlardan
bahset can!
Üzülme!
Geceler hep kimsesiz
mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek
mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...

* Mevlana

31 Mayıs 2012 Perşembe

Güzel ve Çirkin :)

Bu hafta sonu Güneş’imle birlikte anne kız günü yaptık. İlk önce üç boyutlu Güzel ve Çirkin filmini izledik sonra da yemek yedik, dolaştık biraz. Keyifli bir gündü. Güzel ve çirkin gerçekten güzel ve çirkindi J
Üç boyut olayı bana iyi gelmiyor arkadaş. O gözlükleri takınca midem bulanıyor, başım ağrıyor. Ama tabi görüntü muhteşem. Sanki filmi izlemiyorsun da içindesin aynı yaşadığımız hayat gibi. Filmin konusu malum, herkes bilmekte. Güzel bir kız, çirkin bir yaratık.  Zaten yaşam bu iki tezat kavramın üzerine kurulu değil mi? Şu hayatta her şey zıttı ile var. Güzelin çirkini, iyinin kötüsü, zenginliğin fakirliği, bolluğun kıtlığı olduğu gibi. Yalnız hepimiz nedense hep iyiyi ve güzeli istiyoruz.
İnsanlar bile iki zıt kutup. Dişi ve erkek olmak üzere. Dişinin özellikleri farklı, erkeğin farklı. Farklı olacak ki yaşam devam edecek.
Zıtlıklar yaşamın gerçeği. Boşuna zıt kutuplar birbirini çeker inancı yok. Bu inançta değilim artık. Zıttımı ne yapayım Allah aşkına. Bunca zaman zıttımı çektim de ne oldu. Üzüntülerim arttı.
Filmde bile çirkin yaratık sonunda çok yakışıklı bir adama dönüşüyor. Güzel güzeli yani benzer benzeri çekiyor. Hem ruhen hem de fiziken. İnançlarımıza dikkat etmek gerek. Yakışıklı ya da güzel sevgili hayalimiz vardır ama gidip tam tersi insanlarla birlikte oluruz. Gençsek yaşlıyla, yaşlıysak gençle oluruz. Ortayı bir türlü bulamayız. Mutlu da olamayız. Ama bildim bileli güzellik kalptedir, bedende değildir klişesi vardır. Elbette kalp güzelliği önemlidir hatta öncelik ondadır ama fiziksel güzellik, yakışıklılık da önemlidir. Zaten kalbimizin güzelliği suratımıza ışık olarak yansımaz mı? Filmde de yaratık ancak içindeki sevgiyi fark edip, sevgisini gösterme cesaretini gösterip, güzel kız tarafından sevilince yakışıklı adama dönüştü. Ama itiraf ediyorum, benim, için dış görünüş önemli arkadaş. Erkek dediğin yakışıklı, fit olacak ve şık giyinecek.
Rahatsızlık duyduğum bir adamla bundan sonra birlikte olmayı seçmiyorum.
Ruhsal güzellik kadar dünyasal kriterler bence çok önemli. Sonuçta dünyada yaşıyoruz değil mi ama J
Filmde olduğu gibi her kadın yakışıklı, cesur, güçlü bir kahraman ister. Her erkek de güzel, alımlı bir peri kızı. Yalan mı?
Hayat bence bir film. Her birimiz bu filmin içinde kendi filmlerimizi yaratıyoruz, oynuyoruz. Madem film çekiyoruz en iyisini yaratalım, çekelim.
Ben Sevgi Periniz Güzel ve Çirkin filmindeki güzelin okumayı sevdiği gibi size yazmayı çok seviyorum. Hepinize yakışıklı, güzeller güzeli sevgi diliyorum. Lütfen seçin ve yaşayın. Hatırlayın çaresiz değilsiniz. Çare sizsiniz.


30 Mayıs 2012 Çarşamba

Noooooo! Sakın Söyleme :)

Sakın kimse bana kilo almışsın demesin. Bu cümleyi duyduğum zaman olmayan cinlerim tepeme çıkıyor. Duymaya katlanamadığım en can alıcı konudur. Kilo benim takıntım. Bundan özgürleşmeye niyetim yok. Zayıf olmaktan memnunum arkadaş. O kiloları vermek için çok uğraştım. Bir de şimdi zayıfım ya bazıları ‘ ay çok zayıfsın, biraz kilo al güzelleşirsin’ demiyorlar mı ağzım açık kalıyor. O yüzden mi acaba bunca kadın yaz geldi diye spor salonlarına hücum ediyor ve rejim yapıyor? Kilo ne zamandan beri güzellikten sayılıyor.  Sayılıyorsa eğer benim kitabımda yok. Bana göre zayıflık güzelliğin yüzde ellisidir. Kendimi zayıf, fit hissettiğim an güzelimdir, es kaza kilo alayım kendimi çirkin hissederim. Ben buyum. Ama insanların kilolarıyla işim yok. Kim nasıl isterse öyle yaşar. Birlikte olduğum adamın da fit olmasını isterim. İtiraf ediyorum takılmıyormuş gibi davransam da katlanamıyorum yağlı bir vücudaJ Bence herkes bedenine bakmalı.
Sonra kimse depresyondayken, güçsüz olma hakkımı kullanıyorken bak sen çok güçlüsün demesin nevrim dönüyor. Hele bunu söyleyen sevgilimse direk yok sayıyorum. Cidden. Çünkü ben güçsüzken ve bir destek isterken hayatımdaki adamın bana sen güçlü bir kadınsın demesi aslında ben şimdi sana destek olamayacağım, bir zahmet sen problemlerini hallet, sonra görüşürüz demektir. İyi günde, lay lomda yanındayım ama kusura bakma sorunlarında kahramanın olamam demektir. O zaman direk oldu sana iyi günler misali hayatımdan çıkartırım o adamı J .
Bir de bir de sokakta, parkta teyzelerin, amcaların direk Güneş’im için ay bunu sen mi doğurdun ya da bakıcısı mısınız soruları yok mu sevinsem mi bozulsam mı bilemiyorum.
Öğrenci gibisin söylemlerine de hoşt diyesim geliyor J Öğrenciler bunun ayırtına varabiliyor büyükler varamıyor şaşılacak şey. Oh işte ben hep genç kalacağım.
Başka başka?
Annemin otuz beş yaşındaki bana bu saatte nereye gidiyorsun sorusuna hala şaşıyorum. Gelmişim orta yaşa ama yok hala annemin gözünde ergen misali korunup kollanması gereken bir genç kızım. Bir de küçükken çocuğum kime söylüyorum ve dersin yok mu sorularına dayanamazdım şimdi aynısını anne olan ben Güneş’ime soruyorum. Çaktırmayın J
Yeni tanıştığım bir adamın nerede, kiminle yaşıyorsun sorularına katlanamıyorum. Herhalde içgüveysi gelecek bana ki soruyor.
Okulda müdürün saati göstererek arkadaşlar derse demesi yok mu, tekrar yerime oturasım geliyor. Sanki çalışmıyoruz, sorumluluğumuzu bilmiyoruz. İnadına her dediğinde oyalanıyorum.
Oh, senden iyisi yok, öğretmen olmak varmış diyenleri kıştlayasım geliyor. Ancak rehabilite olabiliyorum arkadaş ben, sizin haberiniz var mı? Çalıştığım o altı saatte bir dakika oturmuyorum, evdeki derslerim de cabası. Hanginiz evinize geldiğinizde dersim var, çalışmam lazım diyorsunuz ve çalışıyorsunuz. Tabi benden iyisi yok değil mi?
İnsanların bağırıp, çağırmasına, terör estirmesine, psikolojik baskı yapmasına, küstahça emretmesine dayanamıyorum ve bana yapılmasına izin vermiyorum. Tamam, sevgi perisi olabilirim ama ezik değilim çok şükür. Önceleri bunlara tepkimi aynı yoldan verirken şimdi alçak sesle uyarıyorum, yani sevgi otoritemi kullanıyorum. Çünkü sana yapılmasını istemediğin bir şeyi sen de başkasına yapmayacaksın. Baya terbiye oldum.
Eskisi gibi bunlara takılmıyorum. Çözümü olan şeyleri çözümlemeyi öğrendim, çözümleyemeyeceklerime de kabul vermeyi. İnsanız işte hepimizin düşünceleri farklı ama onaylamak zorunda değilim. Onaylamadığım ortamlarda bulunmamayı seçiyorum, bulunmak zorundaysam da çoğunlukta sessiz kalmaya çalışıyorum. Dikkat edin çalışıyorum J
Sizlerin de var mı katlanamadığınız söylemler, sorular, durumlar? Yazın bana lütfen.
Ben Sevgi Periniz duymayı çok sevdiğim cümleyi şimdi kalpten size söylüyorum;
İYİ Kİ VARSINIZ ve SEVİLİYORSUNUZ.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Ağlayarak Ölme Ne Olur...

Otuzlu yaşlarımın ilk yılında, bir yerlerde yanlışlık olduğunu fark ettiğim sırada Robin Sharma ile tanıştım tesadüfen. Kitabının ismi beni çok etkiledi. SEN ÖLÜNCE KİM AĞLAR? Başlığı okuyunca gülümseyerek içimden; yaşarken ağlıyorum ölünce kim ağlarsa ağlasın demiştim J Hemen satın aldım. Bir solukta okudum. Benim bir süre başucu kitabım oldu. Nasıl kitap okursunuz? Ben altını çizerek okurum. Sonra tekrar döner, çizdiğim satırlara göz atarım, bana iyi gelir.
Eminim hepiniz ölümün kokusunu, acısını yaşamışsınızdır. Ben ölümle babamın kanser olduğunu öğrendiğimiz gün tanıştım. Dedi ki; geliyorum. Altı ay onun kokusunu, korkusunu yaşadım. Sonra bir gün geldi, ama yalnız gitmedi. Babamı alarak gitti. Babamı bizden alan ölüm ilk uyanışıma sebep oldu. Babam bir vardı, bir yok oldu. Çok üzüldüm onun için, keşke yaşasaydı, daha kim bilir tadacak ne mutlulukları ve hüzünleri olurdu ama son geldi mi, keşkeler etkisiz.
Çok ağladım, çok üzüldüm çok erkendi, henüz ona onu çok sevdiğimi bile söyleyememiştim. Adaletsizdi dünya, peki ya ben? Ben adaletli miydim? Neden anda söylememiştim babacığıma onu çok sevdiğimi?
Yaşamın anlık olduğunu, bir var bir yok olduğumuzu ocağımıza gelip geçen ölüm öğretmişti.
Her şey anda yaşanmalıydı.
İşte o andaki bana baktığımda ne kadar mutsuz olduğumu bilmiştim. Mutsuzdum, huzursuzdum, yapmak isteyip yapmadığım çok şey vardı ve yarın ölmüş olabilirdim. Dehşete düştüm, korktum ama ölmekten değil, ölürken pişman olmaktan. Otuz yaşındaydım ve kitleye uymuş, sürükleniyordum. Bir sürü korku, öfke biriktirmiştim. İçimde bir sıkımlık cesaret kalmıştı, onu kullanacak mecalim bile yoktu. Aslında çoktan yaşayan bir ölüydüm. Sürüklenirken bir hayat kurmuştum. Bu hayatta benden başka oyuncular vardı. Benimle birlikte oyun arkadaşlarımın  mutsuzlukları arttı. Mutsuzluk bulaşıcı bir hastalıktı, oyunuma ve oyunculara bulaşmıştı.
Herşeye rağmen bir çıkış yolu olduğunu bildim.
Bir cesaret en bunalım halimde ayağa kalktım ve seçim yaptım. Önce kendimi sonra hayatımı değiştirecektim. Yaptım da.
Kolay olmadı. Zorlukları yaşarken, canlı ceset olan ben yeşerdim, canlandım.
Önce kendimi değiştirmeye başladım. Gerçekte kim olduğumla yüzleştim, ne olmak istediğime karar verdim. Bu süreçte mutsuz olduğum evliliğimi bitirdim. Oysa ne çok korkuyordum boşanmaktan ve sonuçlarından. Ama şimdi bakıyorum yaşadığım her zorluğa rağmen ölmedim, yaşıyorum. Her şeyi de yoluna koymuşum. Nefes aldığımız sürece çözüm her zaman vardır Can Kuşlarım. Nefesimiz bizim varlığımızın kanıtıdır. Biz varsak istediğimiz her şey  vardır.
Yaklaşık iki ay sonra otuz altı yaşıma gireceğim. Altı yılda bu olgunluğa geldim. Olgunluk yaşla değil yaşanılanlardan çıkartılan derslerle oluşuyor. Eğer ben eski bende kalsaydım, şu an mutsuz, korkak, öfkeli, kıskanç, yaşayan bir ölü olurdum. Şu an yaşayan bir canlıysam bunu cesaretime, tutkuma ve Allah’a olan aşkıma borçluyum.
Görünürde öyle güçlü, kuvvetli bir yapım yoktur. Çabuk düşerim. Düşüşlerimi sevmeyi öğrendim. Her düşüşümde daha güçlü ve cesaretli ayağa kalktım.
Ölmek ölmektir işte. Şu yaşadığımız yalan dünyadan göç etmek demektir. Beden yok olur ama ruh asla. Altı yıl önce dünyasal beni doyurmaya çıktığımı sanıyordum, oysa ruhumu doyurmaya çıkmışım, bugün bunu çok iyi biliyorum.
Dünyasal olarak birçok şey yapmış olabilirsiniz, peki ya ruhunuz? Onun için ne yaptınız? Onu ne kadar dinlediniz? Hatırlayın, şu andaki siz geçici, oysa içinizdeki ruh ebedi.
Ölümden korkmayın. Ölmek bitiş değil, başlangıçtır. Ama bitiş çizgisini gülümseyerek göğüslemektir bütün mesele. İşte o zaman arkada bıraktığınız siz ağlamaz. İnsanlar zaten çoğunlukta kendileri için ağlar ölenin arkasından. Sonra da hayatına devam eder. Yalan dünya burası.
Şu dünyada cesaretli olan insan ölüme de cesaretle gider. Ölmek güzel şey arkadaş. Dünyaya kazık mı çakacağız?
Ama ölmeden önce yaşanacak çok şeyimiz var. Yaşayalım dibine kadar. Kendimize yenilmeyelim. Bizi bizden başkası engelleyemez. Hayatınızdaki olumsuz şeyleri görmezden gelmeyin, örtülemeyin. Üzerine gidin, yüzleşin. Korkmayın, sadece bir adım sonrası çorap söküğü misali kolay inanın. Seçimlerimiz bizi biz yapıyor. Yaptığınız seçimlere göz atın, aklınıza ve kalbinize yatmıyorsa değiştirin gitsin. Siz gideceğinize onlar gitsin.
Yaşayın şu yalan hayatı dibine kadar. İşte o zaman ölürken ağlamaz, kahkaha atarsınız. İki şekli var yuvaya dönüşün. Birincisi; alın beni buradan, yapamadım, yoruldum feryadı ve pişmanlıkları ile, ikincisi alın beni yaşanacaklar bitti, yeni macera vakti kahkahaları ile. Siz hangisini tercih edersiniz? Seçim sizin. Hatırlayın, neyi seçerseniz ona göre yaşarsınız. Her iki durumda yalnız değilsiniz. Allah yanımızda her zaman ve daima. Öyle ise cesaret isteyelim Allahtan.
Ben Sevgi Periniz size akıllı cesaret dolu farkında bir yaşam diliyorum. Hatırlayın, seviliyorsunuz.

http://fizy.com/#s/127wr4

http://fizy.com/#s/1be1ds             Hepsini yeni sekmede açın lütfen :)

http://fizy.com/#s/127rr6

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Erkek Dediğin - Can Yücel :)

<><>
<><>
                                                                    
Erkek Dediğin,
Sen Onu Merak Ettiğinde
Kendisine Hesap Soruluyor Havalarına Girmeyecek.
Senin İnceliğine Karşı Umursamaz Sözler Sarf Etmeyecek.

Erkek Dediğin,
Seni Elinin Tersiyle değil Avucunun İçiyle Kavrayacak.
Bileceksin Ki Emin Ellerdeyim,
Başkası Tutamaz Elimi Böyle.
Rahat Olacaksın Yanında,
Çok Konuşmayacak, Beynini Didiklemeyecek.
İnce Olacak; Seni Senin Kadar Düşünecek.

Erkek  Dediğin,
Kadının Sinirini Bozmayacak,
Cinlerini Tepesine Çıkarmayacak, Sanki Sen Onun İçin Varmışsın
Her Ne Zaman İstese Emrine Amadeymişsin, O Ne Yaparsa Yapsın
Her İstediğinde Yanında Elinin Altında Olacakmışsın Tiplerine Girmeyecek.

Erkek Dediğin,
Sen Ona Sevgini Hissettirdiğinde,
Sen Ona Kayıtsız Şartsız Asıkmışsın Gibi Havalara Girmeyecek.

Erkek Dediğin,
İlgi Gördüğünde İlgiyle,
Sevgi Gördüğünde Sevgiyle Karşılık Verecek.

Erkek Dediğin,
Sen Onun İçin Kendine Baktığında,
Sırf Ona Daha Güzel Görünmek İçin Giyinip Kuşandığında
Hiçbir Şey Olmamış Gibi Davranmayacak.

Erkek Dediğin,
Ruhunu Okşamasını Bilecek.
Romantik Olacak Kimi Gün Habersizce Kucağında
Çiçeklerle Çıkıp Gelecek.
Özel Günleri Unutmayı Marifet Sanmayacak.

Erkek Dediğin,
Kayıtsız Olmayacak Senin Bütün Zarafetine Karşı.
Gerçekten Seven Bir Kadın Sevgi Ve İlgi Bekler,
Erkeğine Verdiği Aşkın Karşılığında Küçük Bir Tatlı Söz,
Kısa Bir Mesaj, Bir Çağrı Bile Onu Mutlu Edebilir.

Erkek Dediğin,
Bütün Bunları Cebinden Para Harcıyormuş Gibi
Cimrilikle Yapmayacak.

Erkek Dediğin,
Ben Aranmayı, Çok Aramayı Sevmem Demeyecek.

Erkek Dediğin,
Her Şey Kendi İstediği Gibi Olsun İstemeyecek.
Sadece Kendi Caninin İstemesine Bağlamayacak Her Şeyi.

Erkek Dediğinin, Hissettiğiyle Yaptığı Şey Arasında Uçurum Olmayacak.

Erkek Dediğin, Cesur Olacak Cesur.
Seni Seviyorum Derken Korkmayacak,
Başka Şeylerin Arkasına Gizlenmeyecek.
Seviyorum Deyip Bir Sonraki Perdede Kaçmayacak,
Özlüyorum Diyorsa Gelecek, Kaybetmek İstemiyorum Diyorsa Kaybetmeyecek.

Erkek Dediğin,
Aşkına Sahip Çıkacak.
Korkak Olmaz Erkek Dediğin.

Erkek Dediğin,
İyi Sevişecek. Koyun Gibi Yatmayacak,
Bir An Önce Su İs Bitse Demeyecek.
Aşksız Yatmayacak Yatağa Ve
Sen Bunu Bileceksin.
Bir Baba Şefkatiyle Seni Alnından Öptüğünde Bileceksin Ki
Sevgisi Geçici Ve Zayıf Değildir.

Erkek Dediğin
Sevgiyle Öptüğünde
Dudaklarından Bileceksin Ki Opusun Tek Sebebi Şehvet Değildir.

Erkek Dediğin,
 Aldatmayacak. Aldatmak Basitliktir.
Seviyorum Diyorsa Aldatmaz Erkek Dediğin.

Aldatıyorsa Sevmiyor Demektir.

Erkek Dediğin,
Yakışıklı Olacak, Çekici Olacak Ama
Bundan Çok Daha Öte Bir Şey...

Erkek Dediğin,
Zeki Olacak. Kadının Küçük Yalanlara,
Bahanelere İnanmayacağını, Kendisini Kendi Gibi Tanıdığını Bilecek.
Kadının Zekâsını Küçümsemeyecek Kadar Zeki Olacak.
Zeki Olacak, Seni Bir Hamur Gibi Karmasını Bilecek, O Hamura Kendisini Katmasında.

Erkek Dediğin,
Değerlerini Bir Anlık Hevesler Uğruna Satmayacak.
Namussuzluğunu, Ahlaksızlığını Ancak Ve Ancak Seninle Yataktayken
Kullanacak.
Yan Gözle Hatun Kesmeyecek, Üstüne Sevgili Edinmeyecek.

Erkek Dediğin,
Önce Sevecek. Kendini Sevmeyen Erkekten
Kimseye Hayır Gelmez.
Bir Bakarsın Ki Yıllar Sonra Bu Adamla
Ne Yatağa Sığıyorsun, Ne Toprağa...
Koluna Girip Gezmesini Bileceksin Gururla Koynuna Alıp Sevişmesini De.

Erkek Dediğin,
Babalığını Da Bilecek, Ana-Babaya Hürmet Etmeyi,
Kadir Kıymet Bilmeyi, Vefakârlığı, Fedakârlığı.

Erkek Dediğin,
Seni Koruyacak, Kuşatacak.
O Nerede Olursa Olsun Seni Koruyacağını Bileceksin.

Pısırık Olmayacak Erkek Dediğin.

Erkek Dediğin,
Erkek Olacak Güzelim.
Seni Sadece Sen Olduğun İçin Sevecek.
Parayla Pulla, Kariyerle, Güçle, Kimin Ne Dediğiyle Hareket Etmeyecek.
Hem Sevgilin, Hem Arkadaşın Olacak. .





20 Mayıs 2012 Pazar

" TAYYİP ERDOĞAN TİYATROYA GİTMİYOR "

Muhalefetin önde gideniydi Aristofanes. Ülkede kötü giden şeyleri eleştiren oyunlar yazar, çıkar oynardı binlerce kişilik anfi tiyatrolarda. Ön sırada ülkeyi yönetenler oturur, halkla birlikte dikkatle izlerler, bundan ve halkın tepkisinden kendilerine ders çıkarırlar, alkışlarlardı Aristofanes'i.

Aristofanes'i özelleştirmek Antik Yunan'da hiç kimsenin aklına gelmemişti!!

Tiyatro bin yıldır muhaliftir, muhalif kalacaktır, çünkü halkın sesidir. Yöneticilere yanlışlarını anlatmak için var tiyatro.

Abdülhamit döneminde, padişahı anımsatacak sözler yasaklanmıştı. Kendisi Yıldız Sarayı'nda oturduğu için yasak sözcülerinden biri de " Yıldız " dı. Kavuklu Kel Hasan Efendi, bu kelimeyle bir tuluat yapar, biraz da elinde olmayan nedenlerle, tuluat öyle birşeydir, akla gelir, ağızdan kaçar. Ağızdan kaçan bu söz üzerine alkıştan yıkılır tiyatro!
Halkın söylemek isteyip de, dile getirmekten korktuğunu söylemiştir komik-i şerif. Gece eve gelince , herhalde sabaha karşı tutuklanırım, diye düşünür Hasan Efendi. Sabah gelen olmaz, ancak o gece sahneye çıkmaz kavuklu. Üç gün bekler evinde, bakar ki tutuklanmaya gelen yok, dördüncü gece çıkar sahneye, izdiham vardır tiyatroda.

" TAYYİP ERDOĞAN TİYATROYA GİTMİYOR "

Abdülhamit'in hiç aklına gelmemiştir Kel Hasan Efendi'yi özelleştirmek !
Demokrat Parti'nin son dönemlerinde, ete fahiş zam geldiğinde;
Zaten bu millet Etyemez'de oturuyor !
cümlesini nakşeder İsmail Dümbüllü, oyunun münasip yerinde. Ardı arkası kesilmez alkışın.
Dümbüllü'yü özelleştirmek Adnan Menderes'in aklına hiç gelmemiştir.

Eski liderler tiyatro'ya giderlerdi. İnönü, Ecevit, Demirel Özal tiyatroda kendilerini eleştirenleri alkışlamışlardır. Erdal İnönü düzenli bir tiyatro izleyicisiydi. Bizim tiyatromuza muntazaman gelir, gizlice bilet aldırır, arka sıralarda otururdu.

Tayyip Erdoğan tiyatroya gitmiyor. En son ne zaman gitmiş acaba ? Hiç gitmiş mi ? Dünyanın hiçbir yerinde devlet destekli tiyatro olmadığını ileri sürüyor.. Var ! O bilmiyor. Danışmanlar ?

AVRUPA'DAKİ DEVLET TİYATROLARI

Avrupa'nın her ülkesinde, her kentinde Ulusal Tiyatro adıyla devlet tiyatroları vardır. Şehir tiyatroları vardır. Bu tiyatrolar yalnız devletten destek almaz. Kentin belediyesinden ciddi bir yardım alır. Çünkü o kentlerde, otopark, pazar yeri ve benzeri yerlerden belediyenin topladığı para içinde yüzde bilmem kaç olarak tiyatro vergisi bulunur.

Belediye sadece kanalizasyon yapmaz, o kentin kültür ve sanat düzeyini yükseltmekle de yükümlüdür, diye düşünür batıda. Bir havuzda toplanan para, her yıl devlet tiyatrosuna, şehir tiyatrosuna ve o kentteki özel tiyatrolara dağıtılır. Tiyatrolar böyle yaşarlar ve daha iyi oyunlar üretmekle uğraşırlar. Muhtasarı mi ödemesek, yoksa kirayımı, gibi dertleri yoktur.

BAŞBAKANIN ÖZELLEŞTİRMEDEN KASTI

Paris'teki Devlet Tiyatrosu Comedie Française oyuncularına kazançtan pay ödemektedir. 15 yıl önce Japonya'nın ulusal tiyatrosu Kabuki'yi tanıtmak amaçlı geleneksel dünya turnesi için ayırdığı para Türkiye'nin bütçesinin yarısıydı.

Başbakan'nın özelleştirmeden kastı nedir ? Tiyatro şeker fabrıkası değil ki, ihalesine saldırı olsun. Hiçbir iş adamı tiyatro almak istemez. Ülkemizdeki tiyatro para kazanan bir şirket değildir. Sakıp Sabancı Küçük Sahne'ye, İstanbul'u Satıyorum'u izlemeye gelmişti. Perde arası kuliste çay içtik bana şunları sordu;

" Tiyatro kaç kişilik ? Bilet kaç para ? Kaç kişi çalışıyor burada ? Hepsi sigortalı mı ? Kira ne kadar ? Gazete ilanı kaç para ? Yılda kaç ay açık tiyatro ?
Yanıtladım soruları. Hıncahınç dolu oynadığımız bir dönem. Kafasında bir hesap yaptı, çayından bir yudum aldı. Yapılmaz bu iş ! dedi.

Direnemeyen özel tiyatro bir gün batar, kapanır.

Devlet ve Şehir tiyatroları, halka tiyatroyu sevdirmek amaçlı, çok ucuz bilet satarak tiyatro alışkanlığını yerleştirmek , özel tiyatroların altından kalkamayacağı oyunları sergilemek için vardır.
İstanbul Şehir Tiyatrosu, çağdaş tiyatromuzun babası Muhsin Ertuğrul'un çocuğudur, ona Türk dokunulamaz ! Ona dokunmak Türk Tiyatro Tarihi'ne saygısızlıktır.

Tiyatrodan korkmayınız. Tiyatro hayatın aynası. Aynaya bakmaktan korkuyorsanız, eve dev aynası alınız..

FERHAN ŞENSOY 

3+3 iyi değil Bekir Ağabey :(

3+3 iyi değil Bekir Ağabey. Abisin sen evet çünkü sevgi dolusun. Vatanını seversin, ülkenin insanlarını seversin, hayvanları seversin, seversin işte.
Ben 657 ye bağlı devlet memuru İngilizce öğretmeni olarak diyebilirim ki 3+3 iyi değil. Her ay aldığım maaş tam tamına 1700 TL. İyi mi? Bu paranın 800 lirası kiraya, 300 lirası evin masraflarına gidiyor. Geriye ne kaldı? 600 lira. İyi mi? Sonra kalan paramı nereye harcasam diye düşünmeye başlıyorum. Mutfak masrafına mı, çocuğumun ihtiyaçlarına mı? Harcamak nasıl bir şey? Ben gerçekten unuttum. Çünkü ben harcamıyorum. Harcamak için insanın parası olması gerekir değil mi? Benim param var da alamıyorum Devletten :)
Ama hemen şu denilebilir; canım sen de 800 liralık evde oturma. Haklılar tabi, benim bu maaşla en fazla 400 liralık evde oturmam lazım. Peki, İstanbul’da nerede var 400 liralık ev?
400 liralık gece kondu misali bir evde oturacağım, saatlerimi yolda geçireceğim, doğalgazı kullanmayacağım, makarna, patates yiyeceğim ve sonra mutlu, mesut ders anlatacağım. Ben buna gülerim sadece. Ülkemde önce can sonra canan anlayışı varken bana deniyor ki; önce canan sonra senin canın. Böyle bir dünya yok.
Öğretmenler insan gibi yaşayamıyor bu memlekette. İnsan olmak demek var olmak demektir. Var olamıyoruz ki yeni nesiller var edelim. Bize deniliyor ki; bütün sorunlarınızı derse girerken dışarıda bırakacaksınız. Nasıl olacak acaba? Ben çocuğumun ihtiyaçlarını karşılayamazken, faturalarımı ödeyemezken, buzdolabım boşken nasıl herşey yolundaymış gibi davranabilirim? Ben Pollyanna değilim. O dağda yaşar ben ise dünyanın en pahalı şehirlerinden birinde yaşıyorum.
Ben öğretmenim. Kendimi geliştirmem, okumam lazım. Nasıl yapacağım bunları? Bir kitap en az 10 lira. Çok okuyan biri olarak kitap alırken içim cız ediyor. Bu adalet mi? Sözüm ona her sene başı Eğitim Ödeneği veriyorlar. Hiçbir öğretmen onu kendi için harcayamıyor. Ya dolabını dolduruyor ya da borçlarını kapamaya çalışıyor.
Bize nesiller emanet ediliyor. Ülke için parlak, mutlu, kendine güvenen çocuklar yetiştirmemiz bekleniyor. Öğretmenler matken, mutsuzken, hayatta güvensizken nasıl böyle çocuklar yetiştirebilir acaba?
Öğretmenler geçinebilmek için ek iş yapıyor. Bu reva mı? Öğretmen ek iş yapar mı? Ek iş yapan öğretmenin kendi işine yoğunlaşması ne derece mümkün? Bunun hesabını sormaya hakları var mı?
Beğenmiyorsan, çek git deniliyor. Ne münasebet! Neden ben gidiyorum da mevcut maaşlara düzenlemeler gelmiyor?
Hz Ali bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum demiş değil mi? Oysa öğretmenler ülkemde çoktan geçim derdinin kulu, kölesi olmuş durumda.
İnsan Melek Atam öğretmenler yeni nesil sizin eserinizdir demiş. Ah Canım Atam öğretmenler yaşam mücadelesi veriyor bu ülkede artık, nasıl eser tadında nesiller yetiştirsin?
Bu mesleği seçtiğim için defalarca pişman oldum. Ne acı değil mi?
Kimse kusura bakmasın, bu memlekette kimse kimseyi düşünmüyor. Hep bana hep bana.
Sakın bana senden daha az maaşla geçinen insanlar var denmesin. Denmesin çünkü ben bu meslek için sayısını bilmediğim kitap devirdim, sınavlardan geçtim ve bilgi aktarıyorum. Bilgi en değerli şeydir. Dinimizin ilk emri bile OKU dur. Maalesef benim ülkemde bilgi en değersiz şey.
Öyle öğretmenlerimiz değerlidir gibi can canlı laflar da beni etkilemiyor. Ben yaşadığımı bilirim.
Şimdi sevgili devlet büyüklerime 1700 lirayı vereyim de ayı geçirsinler. Uzaktan saz çalmak ne güzeldir. Bir de içine girsinler, çalabiliyorlar mı hep beraber bakalım. Sence çalabilirler mi?
Sevgili Bekir Ağabey, senin o yazın beni çok etkiledi. Devlet bize emanet değil mi? Ben üzerime düşeni yapıyorum inan. Ama değerini bilmeyen, özgürlüğü özde anlamayan, dayanışma yerine vuruşmayı seçen çalışanlar olduğu sürece biz daha çok eziliriz bu memlekette.
İnsan gibi yaşamak istiyorum. Biliyorum ki; ne kadar değersizleştirseler de ben çok değerliyim. Geçim sıkıntısı çektiğimi de söylemekten utanmıyorum. Utanacak kişi ben değilim!
Neticede 3+3 iyi değil. Seni sevgiyle selamlıyorum.

19 Mayıs 2012 Cumartesi

İnsan Melek Atam

Canım İnsan Melek Atam,

Sen bizim gündüz güneşimiz, gece ayımızsın. Gündüz de gece de aydınlatırsın. Sen varken yolumuzdan şaşmayız. Sen kalbimizi ısıtırsın, hayatımızı aydınlatırsın.

Seni sözde değil özde severiz. Bize verdiklerinin özünü, anlamını biliriz.

Senin gözlerinden gördüğün mas mavi kalpleriz biz. Mavi bana denizi çağrıştırır. Deniz de uçsuz bucaksız özgürlüğü, sevgiyi, sadakati, şefkati. Sen özgürlüksün, sevgisin, şefkatsin Canım İnsan Melek Atam.

Karanlıklara da gömülsek senin ışığın fener olur bize. Sen bizsin biz de sen. Sen bu ülkede her yerdesin. Karada, denizde, dağda, yer altında, gökyüzünde. Senin gözlerinden çıkan mavi ışık vatanın her köşesine yayıldı ve demirledi. Hepimiz bu ışığın koruyucularız.

Elimizde özgürlük meşalemiz, senin yolunda ilerliyoruz sevgiyle, inançla.

17 Mayıs 2012 Perşembe

Bekir Coşkun'dan...

Çok Maaş İyi Değil...

Devletin memuruysanız; devlet giderken neredeydiniz?..

İktidarın memuruysanız; 3+3 iyidir size...

*

Diyelim ki özelleştirmede...

Yer gök satılırken, iktidara şirin gözükmek için etekleri zil çal çala imzaları çakanların tümü memurdu...

Onlara sorun...

3+3 az mı?..

*

Ya da valiye sorun...

O da memur çünkü...

Kamyonun önüne binip AKP için kömür dağıttıysa, siz memurlara niçin 3+3 zam verildiğini de biliyordur...

*

Mesela ben, gazetenin odalarına gelip oturarak patronun bizi kovması için baskı yapan Maliye memurlarına sorayım şimdi:

“3+3 zam nasıl?..”

*

İşçiler bir ekmek parası istediklerinde...

Polisler gelip onları Kızılay’daki havuzun içine doldurup ıslata ıslata dövdüler, polis dediğin memur...

Şimdi 3+3 veriyorlar ona da...

İyi yani...

*

Ceza ve infazda...

Ömrü boyunca 3+3 gibi sömürülere karşı durmuş... Bu kez imamın esiri olmuş aydınları itip kakan memurlar...

Nasıl?..

3+3 yetmez mi?..

*

O derenin kaynağına iş makinelerini alıp giden... Deresindeki suyu vermek istemeyen yaşlı kadını tekmeleyen... Genç kızları sürükleyip götürenlere de sormalı...

Memur onlar da...

3+3 değdi mi?..

*

Oradan geçersiniz; istatistik çalışanlarına...

Alayı memur...

Türkiye’nin “yıldız ülke” olduğunu rakamlara döküp iktidarın eline veren onlar...

3+3 oldu mu?..

*

Oradan geçin TRT’ye...

Türkiye’nin “yıldız ülke” olduğunu gece gündüz bağıran memurlar...

Alın yıldız gibi 3+3 size...

*

(Sıradan, gücü ve yetkisi olmayan memurları tenzih ederim...)

*

Memurlar; devletin şu anda nöbette olan bekçileridir...

Türkiye’yi sattılar, sesiniz çıkmadı...

Türkiye’yi böldüler, sesiniz çıkmadı...

Türkiye’yi bitirdiler sesiniz çıkmadı...

3+3 iyidir size...

Devlet Memuru olarak ben şahsen utandım bu yazıyı okuyunca.
İyi midir?  Devlet Memuru olarak kendi açımdan anlatacağım...

13 Mayıs 2012 Pazar

Beni Benden Çok Seven Tek Varlığa, Anneme :)

Can Meleğim,
Ne yapardım bilmem, seni bir gün görmesem, sesini duymasam. Sen benim kanatsız meleğimsin. İyi ki varsın, yanımdasın ve kanatsı kollarınla beni hep sarıp, koruyup, kolluyorsun.
Ama Meleğim, ben çocuğumu senden daha çok seviyorum. O bir tarafa dünya hatta sen bir tarafa. Annelik çok farklı bir duygu meleğim. Çocuğumu kucağıma ilk aldığım gün, hayatımın merkezi oldu. Onun akan bir damla gözyaşınla kalbim acır. Yüzündeki gülümsemeyi şu dünyadaki hiçbir şeye değişmem.
Ben fedakârlık nedir bilmezdim Meleğim. Meğer hücrelerimde kodluymuş. Zaman zaman aynı senin yaptığın gibi kendimi unutuyorum yeter ki o mutlu olsun diye.
Sen bana ne yapıyorsan aynısını ben de çocuğuma yapıyorum. Hani hala balkondan arkamdan bakarsın, ben de kafamı yukarı kaldırır, gülümseyerek el sallarım ve gittiğim yerden sana dönerim. Ben de bensiz her sokağa çıktığında çocuğumun arkasından bakıyorum ve bana dönmesini sabırsızlıkla bekliyorum senin gibi.
Nasıl başardın bunu Meleğim? Beni hem serbest bırakıp, hem nasıl koruyup kolladın. Hayatı yaşamamı hep destekledin. Yaralar, hasarlar aldım, gözyaşlarıyla sana geldim. Nasıl tamir ettin beni de acını, hüznünü içine sakladın? Yaşadıklarımın faturasını hiçbirini sana kesemem. Hepsi benim seçimimdi. Biliyordun aslında sevmek özgür bırakmaktı. Nasıl göğsüne taş basmayı başardın Meleğim?
Nasıl verdin bana güven duygusunu? Ne yaparsam yapayım, ne yaşarsam yaşayayım her zaman tek koşulsuz sevgi ve güven kapısı olduğunu ne güzel hissettirdin bana.
Otuz beş yaşımda olmama rağmen tek gerçek ben olabildiğim, tek göğsünde ağlayabildiğim sensin. Hala bana güç veren tek sensin Meleğim. Hayatta her aldığım darbede, sana koşarım ve sen içimdeki umudu tazelersin. Nasıl yaparsın bunu?
Beni nasıl sevdiğini biliyorum Meleğim, çünkü ben de küçücük bir kalbin meleğiyim. Ben nasıl onu herkesten ve her şeyden çok seviyorsam sen de beni öyle seviyorsun.
Sen benim huzurlu, sakin, sevgi ve şefkat dolu güvenli tek gerçek limanımsın. Bu liman hep var olsun, sen hep var ol Meleğim. Allah seni başımdan eksik etmesin. Sen yanımda ol. Yaz da, kışta, gündüzde, gecede, gözyaşlarımda, kahkahalarımda hep yanımda ol. Ol ki, ben hep mutlu ve güvende olayım. Sen olmazsan hastalandığımda bana kim saf sevgiyle bakar, kim çorba yapar, kim ateşimi ölçer, iyileştirir beni?  
Meleğim, mükemmel bir anne değilsin, zaten kimse değil ama benim annemsin. İyi ki benim annemsin. Ben de mükemmel anne değilim ama çocuğum da bana iyi ki varsın desin. Der mi? Benim seni sevdiğim gibi sever mi? Sever çünkü ben sende bildim anneliği. Öyle ise; ben senim, çocuğum da ben.
Sen çok yaşa Meleğim. Nasıl olsa cennete gideceksin. Varsın olsun biraz geç olsun. Olsun ki iki gözüm hep nur yüzünü görsün, iki kulağım sesini duysun, iki kolun beni sarıp, sarmalısın. Olsun değil mi Meleğim?
Benim Melek annem Anneler Günümüz kutlu olsun, mutlu olsun.

10 Mayıs 2012 Perşembe

Eski Eşyalar, Anılar ve Dostlar :)

Eşyalarımı satmaya karar vermiştim Can Kuşlarım. O da ne hiç birini satamadım iyi mi? Ben görmeyeli eskiciler bile yenici olmuş. Sekiz yılın üzerindeki eşyaları satın almıyorlarmış, gelip bakmadılar bile. Direk ret edildim J, Varsın olsun öyle olsun. Eskiden eşyalarıma bağımlıydım. Anıları vardı ve dünya para ödemiştim. Sonra elimdeki telefonu satamadığım sehpanın üzerine koydum, duvara yaslandım ve film izledim. Bu eşyalar ile yaşarken hiç mutlu olamamıştım. Sanırım bir tek alırken mutlu olmuşumdur. Sonrası hüzün, hayal kırıklıkları. Kahverengi koltuğum dile gelse anlatsa size. Dert ortağımdır o benim. Ne çok ağladım onun üzerinde. Güneş’im o satamadığım sehpaya resim yaptığında ne çok kızmıştım içimden. İyi ki yapmış, ondan değerli değil.
Sonra aldığım ilk günden beri mutlu olmadığım, sığdıracak bir yer bulamadığım josefin  koltuğuma baktım. Ona bakınca hep seni hatırlayacağım Aytaç. Bana gelir gelmez ona atlayıp, uzanmanı, hatta ve hatta sahiplenmeni koltuk olmasa da gülümseyerek hatırlayacağım. Aytaç benim çok sevdiğim bir arkadaşım. Güneş’imin dayısı J
Sonra bu eve taşındığımda doğum günü hediyesi olarak arkadaşlarımın aldığı kitaplığa baktım. Çok sevinmiştim. Esra o gece tek başına kurmuştu da ağzım açık kalmış, takdir etmiştim. O geceyi de hep hatırlayacağım canım arkadaşım.
İkili koltuk Güneş’in zıplama alanı. Zavallı koltuk, ne sağlammış J
Sonra yatak odasına geçtim. Anlamı büyüktür. Boşandıktan sonra elden çıkartmak istemiştim, kıyamamıştım. Rahmetli babam almıştı. Beraber gitmiştik almaya. Hangisini istiyorsan onu alalım kızım demesi dün gibi kulaklarımda. Canım babam J Ama yatak odasındaki mutluluğum da aldığım andır. Hiç mi mutlu olmadım? Oldum tabi ama gözyaşlarım daha fazla. Ben de ne ağlakmışımJ Onları şimdilik yine bırakmayacağım. Canım babacığımdan hatıra. Bundan sonra onlarla mutlu olmayı seçiyorum.
Eskiye neden bağımlıyız bu kadar acaba Can Kuşlarım? Bizden çok yaşıyorlar. Babam öldüğünde, evlendiğinde aldığı koltuk salonun başköşesindeydi.
Sadece eşyalara bağımlı değiliz ki. Eski sevgiliye, giysilerimize, ayakkabılarımıza, arabamıza, mahallemize ve daha birçok şeye. Daha da kötüsü eski duygularımıza bağımlıyız. Eski aşkımıza, acımıza, öfkemize, yenilgilerimize kısaca bizi mutsuz eden her şeye bağımlıyız. Bağımlılık kötüdür. Bizi köleleştiriyor. Neden bunu yapıyoruz peki? Bence yenilikten korkuyoruz. Eski bildiğimizi, bizi mutsuz etse de güvenli olarak algılıyoruz. Oysa yeniyi bilmiyoruz. Belki de yeni daha güvenlidir. İşte adı üzerinde bilinmez. Bilinmeze cesareti olmayanlar yürüyemez. Sizler cesaretli misinizdir Can Kuşlarım? Eminim öylesinizdir.
Ben önce duygu eskiciliğimi bıraktım. Şimdi eşya eskiciliğimi bırakıyorum. Bırakırken anılar, gözyaşları onlarla birlikte gidiyorlar. Alan insanlara hayırlı gelsinler, onlar mutlu olsunlar. Zaten eşyanın ne kabahati var? Sadece sıfırdan başlamak istiyorum.
Bakalım, evden tek tek giderlerken neler hissedeceğim. Hepsini sizlerle paylaşacağım. Ama  onlar gitmeden önce veda partisi vereceğim. Arkadaşlarımı çağırıp, kutlayacağım. İyi ki varsınız diyeceğim. Boş verin eşyaları bana sizden haber verin diyeceğim. Kadehlerimizi kaldıracağız ve yeni başlangıcıma içeceğiz.
Sizler de davetlisiniz. Bize katılmak ister misiniz Can Kuşlarım? Resmen tanışmıyor olabiliriz ama ben sizi biliyorum siz de beni. Katılmak isterseniz kapım size sonuna kadar sevgiyle açık ve heyecanımı paylaşırsanız çok mutlu olurum. Bekliyorum J
Ben Sevgi Periniz sizi seviyorum bilinmezin heyecanını sevdiğim gibi.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Dereyi Görmeden Paçayı Sıvayıp, Donu Kaptırmayın :)



Sadece iki gözünüzle gördüğünüz şeye inanın Can Kuşlarım. Duyduğunuza itibar etmeyin. Duyduğunuz ya da anlatılan şeyler vaatlerden ibarettir. Hep anlatılır, hep söylenir ama eylem genelde aynı orantıda olmaz, olamaz nedense. Çünkü bizler gelecek odaklıyız. Gelecekte bize yapılacaklarla, verileceklerle mutlu oluyoruz. O gelecek geldiğinde ve beklediklerimiz olmadığında hayal kırıklığı, üzüntü ve öfke yaşıyoruz. Yani dereyi görmeden paçayı sıvayıp donu kaptırıyoruz J Neden don? İç çamaşırımız bedenimizdeki mahrem yerimizi korur oysa bizim en mahrem yerimiz duygusal alanımız. Onu nedense koruyamıyoruz, haince talan ediyoruz.
Ne yazık dere için çırpınıyoruz, ulaşamıyoruz. Denize yol açmayı bırakın henüz deniz hayalimiz bile yok. Oysa okyanus hayali olan denize, deniz hayali olan dereye, dere hayali olansa gözyaşlarına ulaşır. Sizler nereye ulaştınız Can Kuşlarım?
Hep sevileceğimiz, özleneceğimiz, önemseneceğimiz o anları bekleriz. Neden gelmez Can Kuşlarım? Çünkü ana bakmayız. Anda mutsuzuzdur ama olsun karşımızdaki değişecek, bizi sevecektir. Andaki duygumuzu görmezden gelir, ufukta bile belli olmayan bir gelecek için umutlanır ve mutlu oluruz. Çok gereksiz, inanın. Bize sadece an gereklidir. Anda yaşadığımız duygular, olaylar, durumlar geleceğimizi belirler. Vaatler, beklentiler asla geleceğimizi olumlu etkilemez.
Anda yaşadığımız ilişkide, yaşadığımız evde, çalıştığımız işte mutlu değilsek durup düşünmeliyiz. Mutlu ve mutsuz olduğumuz anların oranlarını belirlemeliyiz. Körü körüne yaşamak bizi mutlu etmiyor. Ha gayret her şeyin düzeleceğine olan inancımız gün gelip inançsızlık olarak fatura ediliyor. Boş umutlar bizi umutsuzluklara sürüklüyor. Yaşama sevincimizi kaybediyoruz.
Ben bu saatten sonra sadece iki gözümle gördüğüme inanmayı seçiyorum. Maymun gözünü açtı Can Kuşlarım J Eylemi olmayan duyduklarımla hayatıma yön vermem. Vaatlere de karnım tok. O kadar çok yedimki ancak hazmedebildim. Size sert gelebilir bu tavrım. Ama ben de durup dururken bu sonuca varmadım.  
Aslında şu hayatta hepimiz sadece sevmek, sevilmek ve mutlu olmak istiyoruz. Olamadığımız yerde ısrar etmek nedense bizi yaralıyor hep.
İnanmayın Can Kuşlarım ve sizler de dürüst olun. Biliyorum doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar ama kovulmayasınız diye her sustuğunuz an sizi mutluluktan kovulmaya sürüklüyor.
Tercih sizin. Ben etmiyorum, dürüstlük benim pusulam. Çok kovulmuşumdur dokuzu bırakın on dokuz köyden. Olsun inançlarıma ihanet edip kendimden kovulmak istemem. İnsanın kendinle hesaplaşması kovulmaya benzemez. Doğru bildiğinizden şaşmayın. Doğru bildiğimden şaştığım her anın bedelini çok ağır ödedim. İçine girdiğiniz durumlar unutuluyor ama kendinizle hesaplaşma çok uzun sürüyor ve yıpratıyor.
Kişi işte herkesi kendisi gibi bilirmiş. Ben bilmem arkadaş. Ben beni bilirim sadece, nereden bileyim karşımdakinin içini?
Bana söyleneni ölçerim, tartarım sonra eylemlerine bakarım örtüşüyor mu ve sonuca varırım. Buraya öyle kolay gelmiyoruz değil mi Can Kuşlarım? Yaşadıklarımız, yaşattıklarımız bizi biz yapıyor.
Kendimize değer verdiğimiz oranda değer görürüz bunu kulağınıza, kalbinize ve aklınıza kazıyın. Kendini değerli gören birey inançlarını satmaz, isteklerini yok saymaz, kovulsa bile kendine yeter. Kendine yetebilen insan herkese ve her şeye yeter.
Ben on dokuz köyden kovulan Sevgi Periniz sizin kalbinize talibim. İzin verir misiniz? Verseniz de vermeseniz de canınız sağolsun. Hatırlayın SEVİLİYORSUNUZ!


Kılavuzu Karga Olanın Burnu B..tan Kurtulmaz :)

Can Kuşlarım,  kılavuzunuz hayatta sadece siz ve siz olsun. Yani kalbiniz ve aklınız uyumlu olsun ve ikisi pusulanız olsun. Kişilere ve durumlara ya da zaaflarınıza paye vermeyin.
Kişilere payeler vermeyin. Onların da sizin gibi insan olduğunu, egoları, zaafları ve yaraları olduğu gerçeğini hep hatırlayın. Bir şey yaptığınızı sanıp sakın piyon olmayın. Kendinizi kullandırmayın. Hatırlayın kimse sizi sizden fazla sevemez ve düşünemez. Her zaman aklınızı kullanın sakın sadece kalbinizle hareket etmeyin. Aklınızla kalbiniz ortak noktada değilse dengesiz olursunuz. Her söylenene, anlatılana körü körüne inanmayın. En iyi akıl sizin akılınızdır hatırlayın. Hepsini düşünün, sorgulayın ondan sonra ne yapacağınıza karar verin. Eğer mantığınızın almadığı azıcık bir yer bile olsa ikinci kez düşünün, size tavsiye.
Durumlara güvenmeyin. Durumlar geçici olabilir. İki şekilde kendinizi gözlemleyin. Bir durumun içindeki size bakın bir de durumun dışına çıkın duruma ve durumun dışındaki size bakın. Hissettikleriniz ve düşünceleriniz aynı mı? Kendinize payeler vermeyin. Siz de sonuçta bir cansınız o kadar. Ne eksik ne de fazla. Var olduğunuz durumda ne egolarınızı ne de acı bedeninizi beslemeyin. Egonuz dengede olmalıdır, yok saymayın, zararı olur ama besleyip büyütmeyin. Egonuzu büyütür kendinizi olduğunuzdan fazla görürseniz inanın sadece zararını siz görürsünüz. Ben gördüm hem de çok acıydı inanın.
Acı bedeninizi de besleyip, acınmayın, acıyı büyütüp acı denizinde boğulmayın. Acı denizinde duyduğunuz hazla önce boy verirsiniz sonra boy verdiğiniz kum bir anda girdaba dönüşür, içine çeker sizi, hayatınız acıdan ibaret olur. Bunu da yaşadım tam girdaba kapılacakken uyandım.  Bunu da tavsiye etmem.
Zaaflarımız, ah bu zaaflarımız var mı nasıl köleleştirdiler bizi. Zaaflarımız yüzünden bazen kişiliğimizden, bazen düşüncelerimizden bazen de inandıklarımızdan vazgeçebiliyoruz.
Ne yazık. Ben de yaptım bunu ama mutlu olamadım hiç. Bu saatten sonra hepsi birlikte olacaksa olsun. Ne güzel olur değil mi Can Kuşlarım? Ama hatırlamak lazım, istediklerimiz bize altın tepside sunulmuyor. Seçim yapmak ve kararlı olmak lazım isteklerimiz konusunda. İradeli olunmalıdır, karar verildi mi dönülmemelidir.
Ama asla pusulamız başka biri ya da bir şey olmasın Can Kuşlarım. Pusulamız kendimiz, değerlerimiz, inancımız, sevgimiz, aklımız ve kalbimiz olsun.
Hatırlayın, şu hayatta her şey geçicidir biz bile. Öyle ise, sadece özümüze güvenelim.
Sevgi Periniz sizi çok ama çok seviyor tıpkı kendi pusulasını sevdiği gibi.

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Kendimden Başkasından Korkmam

İnsanın kendine yaptığı kötülüğü başkası yapamazmış.  Şu saatten sonra kendimden başka kimseden korkmam. Sabah balkonda elimde kahvem hayatımı tekrar gözden geçirdim.
Evet, gerçekten cesaretliydim ama akıllı olanından değil asla. Güçlüydüm ama gücümü hayallerime, kişilere teslim etmiştim. İçimdeki sevgi selini başkalarına yönlendirmiştim. Aklımı yok sayıp sadece kalbimle hareket etmiştim. Dünyada olduğum gerçeğini hep yok saymayı seçmiştim.
Cesaretim evlere şenlik. Önce Allah’a isyan ettim, madem yanımda değildi, öyle ise yoktu. Onu yok saydığım gün bir maceraya çıktım. Artık tanrının isyankâr çocuğuydum. Sırtımda çantam yuvayı terk ettim. Tek yuvamız vardır o da Allah’tır. Evrende benzer benzeri çekerdi.  Bunca zaman kötüyü yaşadığıma göre kötüydüm. Öyle ise aslında Allah’ımızın bizden istediğini yapıp, kendimi sorgulamam, kendime uzaktan bakmam, gözlemem, yüzleşmem ve sorumluluğumu almam gerekliydi. Maceraya bakar mısınız? Allah’ı terk ettiğimi sanırken aslında ona dönüş yoluna girmişim de farkında bile değildim. Bu yolda yüzleştikçe kendimi çok daha güçlü hissettim. Bütün toplumsal kurallara isyan ettim, yok saydım hatta hepsini çiğneyip istediğim gibi yaşadım kendimce. Ders çalışır gibi her gün saatlerce kendimi sorguladım, yüzleştim ama sorumluluğumu almayı unutup onun yerine kendimi cezalandırmayı seçtim.
Bir gece ona isyan ettiğimi fark ettim. Hayatımdaki en acı tokat oldu inanın. Çok utandım, hiç bu kadar utandığımı hatırlamıyorum, vicdan azabı da cabasıydı. İşte o gece ilk defa yaptığımın sorumluluğunu üstlendim. Maceramın ortasında tekrar seçim yaptım .
Hak yolunu, ilahi aşkı, sevgiyi, adaleti seçtim. Günden güne onun sevgisini içimde keşfettim, büyüttüm.
Ona isyan ettiğim sırada hayatımı da bıraktım. Gücümü, aklımı başkalarına teslim ettim. Eskiden Allah’tan isterken başkalarından ister oldum. Ruhsal olarak gelişirken, hayatta düştükçe düştüm. Madde de, her türlü ilişkide, işte, her şeyde. Çünkü şunu fark edemedim Allah’a dönsem de onu ret ettiğim an aslında hayatımı da ret etmiştim. Sonuçta kendi cezamı yine kendim kestim. Bu saatten sonra kendimden başka kimseden korkmam.
Allah’tan hayalci bir peri olarak bütün gerçeklerle yüzleşmem için yardım istedim. Önüme bana yardımcı olacak birini çıkarttı. Onu tanıdıktan sonra gözyaşlarım sel oldu. Onunla birlikte gücümü fark etmediğimi anladım. İkinci kez Allah’tan utandım. O gece gözyaşları içinde söz verdim. Benim tek güvencem vardı o da Allah’tı. Gücümü herkesten geri aldım. Aklımı kullanmaya başladığımda hayatımı ne hale getirdiğim gerçeğiyle yüzleştim. Ve maceram bitti.
Şimdi sorumluluğumu alıyorum ve sıfırdan başlıyorum. Bu sefer içimdeki Allah aşkı, ona olan sevgimin gücü, kendi gücüm, aklım ve farkındalığımla tekrar yapılandıracağım hayatımı.
İlahi irade işliyor Can Kuşlarım. Allah her şekilde her durumda yanımızda. Maceramdan pişman değilim. Çok şey öğrendim. Kendimi bildim, Allah’ı bildim, sevgiyi bildim.
Şöyle tanımlıyorum maceramı; hayatımı iki seneliğine durdurdum, sırt çantamı alıp diyar diyar dolaştım. Her insan bir dünyadır. Ben kendi dünyamdaki diyarları keşfettim.
Şunu biliyorum, her birey macera yaşamalıdır. Şeklini kendi belirler. Kendine meydan okuyamayan insan kimseye ya da hiç bir şeye meydan okuyamaz. Bu bağlamda da çok güçlü ve cesaretliyim. Kendimi onaylıyor ve seviyorum. Şimdi bendeki değişimleri hayatın içinde yaşama vakti.
Ben hem gerçekçi hem hayalci Sevgi Periniz sizi heyecanla seviyorum tıpkı hayata sıfırdan başlama heyecanımı sevdiğim gibi.

6 Mayıs 2012 Pazar

Zamansız Uçan Kuşu Ebelerler :(

Tamam, kabul ediyorum yaşadığımız bu dünya iyi değil Can Kuşlarım. Ama yaşadığımız dünyayı biz kötü yapıyoruz. Sistem böyle kurulmuş. Es kaza bu sistemden çıkmak istersen ebelenirsin. Yani zamansız uçan kuşu ebelerler Canlar, benim ebelendiğim gibi.
Zamanından önce sistemden çıkmak istedim, ne vardı bunda, neden ebelendim? Herkesin mutlu olduğu, çocukların kahkaha atarak koşuşturduğu, bolluk, bereketin eşit dağıtıldığı, adaletin yeşerdiği, seven ve sevilen bir dünyada yaşamak istemek suç mudur? Allah’ı sevmek ona aşkım demek suç mudur? Herkesi sevmek, sonsuz kabulde yaşamak suç mudur? Suçsa suçluyum. Zaten ebelendim L
Çocukluğumdan beri hayalciyimdir. Hep yarattığım ikinci bir dünyam vardı. Orada ben nasıl istersem öyle yaşar, istediğimi yapardım. Bunu bir kere bile dillendirmeyen ben bugün anneme itiraf ettim. Çocukken ikinci dünyamda hep iyi vardı ama gerçekte öyle değildi. Bazen hayal kırıklıklarım olurdu da içime kapanırdım. Sonra büyüdüm büyüdükçe sertleştim, hayallerimdeki mutlu, huzurlu, başarılı ben gerçekte tam tersini yaşadım. Ben hep iyiyi istedim, neden olmadı Can Kuşlarım?
Allah’a isyan ettim yıllarca, beni sevmiyordu, umursamıyordu. Dünya kötüydü, neden beni buraya göndermişti. Burada tek başına uçmaya çırpınan bir kuş misali çıkmazlardaydım ve o sadece seyirciydi farkımda bile değildi belki de.
Böyle olmayacaktı, artık ondan bir şey istemeyecek, kendi başımın çaresine bakacaktım. Buna mutfaktaki dolabın kenarındaki köşeye sinip hüngür hüngür ve iç çekerek ağlarken karar vermiştim. Sadece ben vardım. Öyle ise, önce kendimi değiştirecektim. Koca iki yıl buna baş koydum, tokatlar yedim, gözyaşlarım sel oldu. Gerçekle yüzleşmek hayalci insanlar için çok zordur, can acıtır. Sonra günlerden bir gün Allah’ı içimde hissettim. Ona duyduğum bütün öfkem, kırgınlığım uçup gitti, âşık oldum safça.
Hala hayal dünyam yaşamakta, öldürmedim. Öldüremem, öldürürsem ben de yaşayan ölü olurum. Orada çok mutluyum. Paralel dünyamda paraya ihtiyaç yok, kavgalar, hırslar, menfaatler yok. Hep ama hep güzel şeyler var. Bir süre hem uyanıkken hem de uykuda çoğunlukta bana özel alanımda yaşadım. Çok mutluydum masalımda. Şimdi ise uyku dışında buradayım. Mutlu muyum? Evet, mutluyum ama hayaldeki mutluluğumun yerini tutamaz. Hayal sınırım alabildiğine geniş. Neler yarattığıma inanamazsınız. Hayallerimdeki renkler, mekânlar, muhteşem, burayla alakası yok.
Rüyaya yatmak diye bir durum var, bilir misiniz? Ben çok iyi yaparım bunu. Çoğu bilinçaltımdaki inançları ve inançsızlıkları ya da durumları, döngüleri böyle buldum. Sadece uyuduğum bir dönem var. O sıralar ben mutluydum ki kimse anlamadı beni zaten anlayamazdı. Herkes gerçekte, bense hayaldeydim. Herkes gerçekte mutsuzken ben hayalde mutluydum. Orada sorumluluklarım, zorunluluklarım, üzüntülerim yoktu. Burası acımasızdı, kötüydü, sevgisizdi, nefes alamıyordum, kalbim acıyor, ağlıyordu. Kalbiniz hiç acıyıp, ağladı mı?
Hayal dünyamda kötü olmadığını keşfettim. Ben neysem dünyada oydu. Hayal dünyamda ben ve herkes çok iyiydi, yaşam da güzeldi. Gerçekte serttim, hasarlarım, kapanmayan yaralarım vardı kendimce, öyle ise yaşamımda hasarlı ve sertti. Gerçekteki ben yumuşadı, pamuk gibi oldu. Arada çok nadir de olsa sertliğim gücünü hissettiriyor bana ve başkalarına J çünkü gerçek dünyadaki insanlar hala çok sert.
Bugün geldiğim noktada biliyorum ki, yaşama uyum sağlayamamam tamamen hayalciliğimden kaynaklanıyor. Ama kim ispat edebilir ki buranın gerçek yaşam olduğunu? Belki de rüyalarımda yaşadığım dünya gerçektir. Kim bilebilir?
Çok naif, kırılgan bir tarafım var Can Kuşlarım ve çok baskın. Gerçek dünyada çoğunlukta örtülüyorum bunu, kartal gibi, aslan gibi oluyorum. İnanın bu tarafımı yaşamayı tercih etmezdim ama kabullendim. Çünkü saf sevgi perisi bu acımasız dünyada ezilir, yaralanır L

Ben Büyük Hayalci Sevgi Periniz sizi masalsı dünyamdan sevgiyle selamlıyorum. Her şey gönlünüzce olsun. Sizleri çok ama seviyorum gerçekte de hayalde de HATIRLAYIN!




İzleyiciler


Osho

‎''Kişinin her zaman doğru yolda gideceğinin garantisi
yoktur. Birçok kere birçok şey insanları yanlış yola yönlendirir çünkü doğru
kapıya gelmek için birçok kere yanlış kapı çalınır. Hayat böyle...

Eğer ilk seferde doğru kapıya rastlanılırsa onun doğru
olduğu anlaşılamaz. Her yer, her şey kırmızı olsa başka hiç bir renk olmasa
kırmızının ne olduğunu kimse bilemezdi. O yüzden son tahlilde hiç bir çaba
boşuna değildir. Her çaba kişinin gelişiminin doruk noktasına ulaşmasına katkı
yapar. İnsan asla kararsız olmamalı... Yanlış yola sapmak endişe yaratmamalı.
İşte bu önemli bir sorundur. İnsanlara asla yanlış bir şey yapmamaları
öğretiliyor.

Onlar yanlış bir şey yapmaktan o kadar korkuyorlar ki, hiç
bir şey yapmıyorlar, hareket kabiliyetini yitiriyorlar. Mümkün olduğu kadar
hata yapın. Ama bir şeyi unutmayın. Aynı hatayı tekrarlamayın. O zaman gelişirsiniz.
Yoldan sapabilmek özgürlüğünüzün bir parçasıdır. Bu doğru, bu yanlış diye bir
şey yok. Hayat o kadar kesin değil, onu bu kadar kolay etiketleyip
sınıflandıramayız. Hayat her şişenin etiketli olduğu ve neyin ne olduğu bilinen
bir eczane değildir. Hayat bir gizemdir, her an tetikte olunmalıdır. Neyin
doğru neyin yanlış olduğu hakkında önceden hazırlanmış yanıtlara güvenilemez.
Hayat çok hızlı ilerler dinamiktir, iki an asla birbiri ile aynı değildir, o
yüzden bu anda doğru olan bir şey, bir sonraki anda doğru olmayabilir. Bu
değişen hayata nasıl tepki verileceğine kişi o anda karar vermelidir.

Hayat böyledir..
Onun için hazırlık
yapamazsın..
Onu hazır bir şekilde
bekleyemezsin..
Güzelliği bu, anlamı
bu.
Her zaman şaşırtır ve
sürprizlerle gelir.
Her anın sürprizlerle
dolu olduğunu ve önceden hazırlanan hiç bir yanıtın uygulanabilir olmadığını
görürsün...
Eğer gözlerin varsa…''


UBUNTU :)

UBUNTU :)
Afrika'da çalışan bir Antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir, ağacın altına koyduğu meyvalara ilk ulaşanın ödülü o meyvaları yemek olacaktır.Onlara "hadi, şimdi başlayın birinci olan ödülü alacak" der.O anda bütün çocuklar elele tutuşur, koşup ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyvaları yemeye başlarlar. Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu yanıtı verirler; Bu UBUNTU'dur. Nasıl olurda diğerleri mutsuz iken birimiz o ödülü yiyebilir ki ? Ve UBUNTU'nun anlamını açıklarlar onların dilinde UBUNTU "Ben biz olduğumuz için ben'im" demekmiş

Bob says

Bob says
Onun ilk aşkı olmayabilirsin, son aşkı da; hatta bir tanesi de, daha önce aşık oldu, tekrar olabilir. Ama şu an seni seviyorsa daha ne olabilir ki? Tıpkı senin gibi, o da mükemmel değil ve ikiniz birlikte asla mükemmel olamayabilirsiniz. Ama şayet o seni güldürebiliyorsa, iki kez düşündürebiliyorsa kabul edersin ki; insanlar hata yapar onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin herşeyi ver. Seni günün her anında düşünmüyor olabilir ama sana kırabileceğini bildiği bir parçasını verecektir. Kalbini. Yaralama onu, değiştirmeye çalışma, çözümlemeye kalkma ve verebileceğinden fazlasını bekleme. Seni mutlu ettiğinde gülümse, kızdırdığında fark etmesini sağla ve yokken özlediğini bil.
Dünyayı daha kötü hale getirmeye çalışanlar bir gün bile durmazken, ben nasıl durayım?

Ömer Hayyam;


Evvela;

Benim rızam olmaksızın

Dünyaya getirildim.

Hayatta;

Hayretimden başka bir şeyim artmadı

Sonra yine elimde olmadan

Bu dünyadan göçeceğim

GELMEKTEN, KALMAKTAN, GÖÇMEKTEN

Maksat ne?

Hala anlamış değilim!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı