Üzülme!
Dert etme can!
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan
Ne mutlu sana!
Elinde olmayanları
söyleme bana
Elinde olanlardan
bahset can!
Üzülme!
Geceler hep kimsesiz
mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek
mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...

* Mevlana

6 Kasım 2011 Pazar

Çocukluğum, Bayram Heyecanlarım…

Bayramlar ne güzeldir değil mi? İçimizi mutluluk, neşe kaplar. Bize yalnız olmadığımızı hatırlatır. Ama bayramlar en çok çocuklar için güzeldir. Yani eskiden öyleydi. Çocukluğumun en güzel hatıralarıdır. Özellikle aldığımız bayramlıklarımız. Anneciğim her bayram bize bayramlık alırdı canım benim. Bayram sabahını zor ederdim. Bir an evvel sabah olsun da giyeyim diye. Sabah olurdu. Çok mutlu, heyecanlı kalkardım. Hemen kıyafetlerimi giyerdim. Özellikle bir bayramda alınan kırmızı rugan ayakkabılarımı hep hatırlarım. Nasıl da kıpkırmızı, parlaklardı tıpkı içimdeki parlak sevgim gibi. Oysa şimdilerde rugan sevmem. Çocukluk işte J Bizim evde bayramlar babam bu dünyayı terk edene kadar aynı kıvamda ve düzende sürdü. Sonra babacığım terki diyar eyledi. Hayatımızdaki bayram kavramı değişti. Başımızdaki büyük gitmişti. Dağılma başladı. Fiziken olmasa da ruhen. Sanki babamın gitmesiyle içimdeki bayram neşesi de beni terk etti, belki de ben onu terk ettim. O günden sonra bayramlar bana hüznümü hatırlattı hep. Zaten ne de olsa çocuk değilim değil mi artık yoldaşlarım? Ama ben hala her ne kadar olgunlaşsam da babamın o küçücük kızıyım, her daim yanında olduğu, koruduğu, kolladığı. Bugün içimdeki o küçücük kız yine hüzünlü.
Bayramlar genel olarak da anlamını yitirdi be yoldaşlarım. Bayram artık tatil kıvamında geçiriliyor. Bayramlarda sevgimizi paylaşmak yerine tatillere gidiyoruz. Birbirimizi canlı kanlı kucaklayarak öperek kutlamak yerine o buz gibi telefon görüşmeleriyle, mesajlarla kutluyoruz. İşte söz de kutluyoruz. Zaten özümüzü kaybettik. Eskiden kartpostallar vardı, hatırlarsınız. Ne mutluluktu; postacının o bayram tebriki içeren kartları getirmesi kapımıza. Biliyor musunuz ben hala bana gönderilen kartları ve mektupları saklarım. Kocaman bir kutum var. Arada sırada aklıma geldiğinde açıp o kutuyu, eskiye yolculuk yapıyorum. Çok eğleniyorum. Eski de olsalar çok kıymetliler. Ama şimdi yazdıklarımızı on yıl sonra eski, sararmış yapraklardan okuyamayacağız. Bayram da sanki öyle.  Eski, sararmış yapraktaki sevgi gibi ama çok değerli. Şimdi çocuklarda da bayram neşesi yok. Mesela bayramlık onlar için bir şey ifade etmiyor. Zaten sürekli alma eylemindeler.
Bayram harçlıklarına ne çok sevinirdik değil mi? Bayram sonuna kadar biriktirirdik. Sonrada ben hepsini şeker, çikolataya harcardım J Şimdi zaten çocuklarımıza haddinden fazla harçlık veriyoruz. Bayram harçlılığının ne önemi var ki?
Bir de kapı kapı dolaşan çocuklar vardı. Her kapı çaldığında koşarak gidip kapıyı açardık. Şeker, çikolata tutardık. Şimdi kapımızı çalan neşeli, heyecanlı çocuklar yok L Belki bu bayram da aldığım çikolatalar, şekerler bende kalacaklar. Olsun ben hazırım, bekliyorum ama hala kapım çalmadı J  Çocukken bir kere çok özenmiştik dolaşan çocuklara da kardeşimle biz de onlara katılmıştık da rahmetli babam ne kızmıştı. Neden kızmıştı acaba? O çocuk aklımla anlayamamıştım hiç. Ama o günden sonra hiç kapı çalmadım. Belki de ilk defa o gün istememeyi öğrenmişimdir L Keşke benim çocuğumda o heyecan olsa da kapıları çalsa da hakkı olan şeker, çikolatayı istese ama o da buna istekli değil, onu destekleyen annesi olsa da.
Zaman değişti be yoldaşlarım. Bayram coşkumuzla aramıza zaman girdi sanki tıpkı çocukluğumuzla aramıza girdiği gibi L Ben çocukken de büyük hayalciydim, şimdi de öyleyim.
Hepimizin bayramı kapımızı çalan neşeli çocuklarla, sevgiyle kucaklaşmayla, neşeyle, tebessümle geçsin, cebiniz bayram harçlığı dağıtmaktan boşalsın yoldaşlarım. Hepiniz bayramı kutlu, mutlu, mübarek olsun.
Sizi seviyorum seviyorum seviyorum. Hissediyor musunuz?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İzleyiciler


Osho

‎''Kişinin her zaman doğru yolda gideceğinin garantisi
yoktur. Birçok kere birçok şey insanları yanlış yola yönlendirir çünkü doğru
kapıya gelmek için birçok kere yanlış kapı çalınır. Hayat böyle...

Eğer ilk seferde doğru kapıya rastlanılırsa onun doğru
olduğu anlaşılamaz. Her yer, her şey kırmızı olsa başka hiç bir renk olmasa
kırmızının ne olduğunu kimse bilemezdi. O yüzden son tahlilde hiç bir çaba
boşuna değildir. Her çaba kişinin gelişiminin doruk noktasına ulaşmasına katkı
yapar. İnsan asla kararsız olmamalı... Yanlış yola sapmak endişe yaratmamalı.
İşte bu önemli bir sorundur. İnsanlara asla yanlış bir şey yapmamaları
öğretiliyor.

Onlar yanlış bir şey yapmaktan o kadar korkuyorlar ki, hiç
bir şey yapmıyorlar, hareket kabiliyetini yitiriyorlar. Mümkün olduğu kadar
hata yapın. Ama bir şeyi unutmayın. Aynı hatayı tekrarlamayın. O zaman gelişirsiniz.
Yoldan sapabilmek özgürlüğünüzün bir parçasıdır. Bu doğru, bu yanlış diye bir
şey yok. Hayat o kadar kesin değil, onu bu kadar kolay etiketleyip
sınıflandıramayız. Hayat her şişenin etiketli olduğu ve neyin ne olduğu bilinen
bir eczane değildir. Hayat bir gizemdir, her an tetikte olunmalıdır. Neyin
doğru neyin yanlış olduğu hakkında önceden hazırlanmış yanıtlara güvenilemez.
Hayat çok hızlı ilerler dinamiktir, iki an asla birbiri ile aynı değildir, o
yüzden bu anda doğru olan bir şey, bir sonraki anda doğru olmayabilir. Bu
değişen hayata nasıl tepki verileceğine kişi o anda karar vermelidir.

Hayat böyledir..
Onun için hazırlık
yapamazsın..
Onu hazır bir şekilde
bekleyemezsin..
Güzelliği bu, anlamı
bu.
Her zaman şaşırtır ve
sürprizlerle gelir.
Her anın sürprizlerle
dolu olduğunu ve önceden hazırlanan hiç bir yanıtın uygulanabilir olmadığını
görürsün...
Eğer gözlerin varsa…''


UBUNTU :)

UBUNTU :)
Afrika'da çalışan bir Antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir, ağacın altına koyduğu meyvalara ilk ulaşanın ödülü o meyvaları yemek olacaktır.Onlara "hadi, şimdi başlayın birinci olan ödülü alacak" der.O anda bütün çocuklar elele tutuşur, koşup ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyvaları yemeye başlarlar. Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu yanıtı verirler; Bu UBUNTU'dur. Nasıl olurda diğerleri mutsuz iken birimiz o ödülü yiyebilir ki ? Ve UBUNTU'nun anlamını açıklarlar onların dilinde UBUNTU "Ben biz olduğumuz için ben'im" demekmiş

Bob says

Bob says
Onun ilk aşkı olmayabilirsin, son aşkı da; hatta bir tanesi de, daha önce aşık oldu, tekrar olabilir. Ama şu an seni seviyorsa daha ne olabilir ki? Tıpkı senin gibi, o da mükemmel değil ve ikiniz birlikte asla mükemmel olamayabilirsiniz. Ama şayet o seni güldürebiliyorsa, iki kez düşündürebiliyorsa kabul edersin ki; insanlar hata yapar onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin herşeyi ver. Seni günün her anında düşünmüyor olabilir ama sana kırabileceğini bildiği bir parçasını verecektir. Kalbini. Yaralama onu, değiştirmeye çalışma, çözümlemeye kalkma ve verebileceğinden fazlasını bekleme. Seni mutlu ettiğinde gülümse, kızdırdığında fark etmesini sağla ve yokken özlediğini bil.
Dünyayı daha kötü hale getirmeye çalışanlar bir gün bile durmazken, ben nasıl durayım?

Ömer Hayyam;


Evvela;

Benim rızam olmaksızın

Dünyaya getirildim.

Hayatta;

Hayretimden başka bir şeyim artmadı

Sonra yine elimde olmadan

Bu dünyadan göçeceğim

GELMEKTEN, KALMAKTAN, GÖÇMEKTEN

Maksat ne?

Hala anlamış değilim!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı