Üzülme!
Dert etme can!
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan
Ne mutlu sana!
Elinde olmayanları
söyleme bana
Elinde olanlardan
bahset can!
Üzülme!
Geceler hep kimsesiz
mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek
mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...

* Mevlana

31 Aralık 2011 Cumartesi

Kırmızı Don, Mutlu Son :)

Bu yılın son akşamında kırmızı don giymeyeceğim Can Kuşlarım, peki ya siz? Neden mi? Çünkü ben eskide değilim de ondan. Bunca yıl kırmızı don giydim de ne oldu Allah sen? Koca bir hiç. Ya da eğlenmeye gitmeyeceğim, içip deli gibi dans etmeyeceğim, olmayan bir şeyin kutlamasını yapmayacağım ya da bir peri gelecek ve her şeyi bir anda değiştirecek sanına kapılmayacağım. Bugün bugündür işte dünden farkı yoktur benim için. Dün benim için ne kadar kutsalsa bugün de o derece kutsaldır. Toplum olarak biz neyi kutlayacağız ben çözemedim. Ülkemde adaletsizlik, sevgisizlik, açlık, sefalet, savaş varken, insanlar mutsuzken, huzursuzken bu yılbaşında kızarmış hindiyi bırakın ekmek bulamayan, soğukta donan bir sürü çocuk varken ben neyi kutlayacağım Can Kuşlarım? Her şey muhteşemmiş gibi mi sanıp, zannedip, hayat devam ediyor inancına katılıp umutlanacak mıyım yarından Can Kuşlarım? Ben sevgiyi anlatırken, kimse sevgiyi umursamazken herkes kendini ve herkesi seviyormuş gibi yapıp sevmezken ben neyi kutlayabilirim? Ülkemde eşitsizlik varken, cüzi kısmı inanılmaz lüks konfor içinde yaşarken, büyük çoğunluğu bunun tam tersi sefilliği yaşarken ben kırmızı don giysem ne olur Can Kuşlarım? Üzülüyor muyum bu duruma peki? Hayır, çünkü insan denen varlık çok güçlüdür ve ne istiyorsa onu yaşar. Yapacak bir şey yok ama her şey yolundaymış gibi de davranamam Can Kuşlarım. Sadece şunu biliyorum, bugünün dünden farkı yok bu anlamda. Neden mi yok? Çünkü biz hala dün ki gibi düşünüyoruz, dün ki gibi sanıyoruz ve yaşıyoruz. Öyle ise biz değişmezsek yarın da değişmeyecek. Aynı tıpkı bugün gibi, dün gibi. Öyle ise ne için kutlama? Ben kutlayacağım, ama bir olduğumuzda. Hepimiz birimiz için olduğumuzda. Hepimiz tanrısal gücümüzü fark ettiğimizde ve kulluktan çıktığımızda.
Bu akşam kırmızı don giymeyeceğim ama karalarımı bağlayıp siyah don da giymeyeceğim. Beyaz giymem en doğrusu galiba. Beyaz ışıktır, saflık, temizliktir. Beyaz giyeceğim yeni yılımı kök çakrama bağlayıp, kırmızı noktalı günler geceler geçirmeyeceğim. Yeni yılımı kalp çakrama bağlayıp, saf, temiz, sevgi dolu, huzurlu, mutlu ve hak yolunda geçireceğim. Peki ya siz Can Kuşlarım? Mış, muş gibi davranıp, ilizyon dünyanızda eğleniyormuş gibi mi yapacaksınız? Yapın Can Kuşlarım, ne isterseniz onu yapın. Ne isterseniz onu yaşayın.
Kırmızı don da giyseniz, karalar da bağlasanız ya da kalp gözünüzle de görseniz gerçeği sizi çok ama çok seviyorum ve yeni yılın size farkındalık getirmesini diliyorum. Mutlu Yıllar, a pardon siz zaten mutlusunuz değil mi?


ÂDEM BABA VE HAVVA ANNE NEDEN AMA NEDEN?

Sevgili Âdem babacığım, Havva anneciğim neden ama neden inayetten yani cennetten düştünüz ya J Sayeniz de burada cehennemi yaşıyoruz. Ya ne olurdu o elmayı yemeseydin, bir yerin mi şişerdi Havva anneciğim acaba? Bak bir elma ne işler açtı başımıza farkında mısın? Cennetten kovulduk sadece o kadar J Ne cennetmiş yahu bir elmayla kovulduk da, bir yerlerimizi yırtıyoruz da bir türlü tekrar dönemiyoruz, vay halimize J Hayır; o elma da ne değerliymiş annem ya çözemedim ben, sanki cenneti yakıp yıktınız, olacak iş değil.
Olacak iş mi Can Kuşlarım? Bizi sonsuz seven, yargılamayan, her şekilde özgür bırakan tanrı, cennette yasak koyacak. Tanrı kendi yarattığı varlığın o elmayı alacağını bilmeyecek! Bilecek, bilir tabi. Bence hepsi metaforik. İnayetten düşüşün mecazi anlatımı. Cennet, cehennem diye bir yer yok. Cennet diye tasvir edilen yer bizim gerçek yuvamız. Adına cennet koymuşlar çünkü orada sonsuz özgürlük, sevgi, şefkat, adalet var. Sonra; tam tersi cehennem. Cehennemde de sevgisizlik, hapsedilme, terk edilmiş, yakma, yanma var. Yani; cennette olanın tam tersi.  O zaman cennet yuvamızsa, cehennem de burası yani şu anda yaşadığımız dünya. Evet, Âdem babamız ve Havva anamızdır ilk yuvayı terk etme cesareti gösteren. Cesarettir çünkü kendilerine ait olan bütün güzellikleri bırakıp egosal bedene düşmüşlerdir. Yukarıdan aşağıya inmişlerdir. Bu uzun bir yolculuktur, ruh düşüşün her anını yaşar. Bu düşüşte neler hisseder peki? Kendini terk edilmiş, kovulmuş, sevilmeyen, horlanmış hisseder, tıpkı İnayetten düşüşün metaforik anlatımında olduğu gibi. Sonra ne olur? Saf, temiz özgür kuş ruh, bir bedene hapsolur ve hareket sahası kısıtlanır, yeteneklerini ve bildiklerini kullanamaz. Ne hisseder o zaman? Cezalandırılmış değil mi tıpkı Âdem babamız ve Havva annemizin hissettiği gibi. Üstüne üstlük girdiği beden egosal bir bedendir. Ne yapar? Öfke, hırs duyar ve isyan eder, işte asıl o zaman cennetten kovulur. Aslında o an; asıl ruh kendini cennetten çıkartır ve cehennemde deneyim kazanmaya başlar. Aslında bize binlerce yıldır anlatılmaya çalışıyor bu. Ne Âdem ve Havva yaramazlık yapıp, cennetten kovuldu, ne de cennet ve cehennem var. Bizler bu anlatımı hep direk söylendiği gibi algılamayı seçtik ve böylece hep dünyada kendimizi yaramazlık yapan, yapmadan duramayan ve sonunda da cezalandırılan kullar olarak hissettik, yarattık ve yaşadık. Oysa biz ne yaramazız ne de cezalıyız. Bizler çok güçlü, cesaretli varlıklarız. Ama artık uyanma vakti. Özümüzü bilme, şereflendirme zamanı. Zaman şimdidir. Çünkü bilgi herkes için. Bunu zaten üstatlar, dervişler bilmekteydi ama şimdi herkes bilmeli. Zaman birlik zamanı.  Zaman kendimize koyduğumuz cezayı kaldırma zamanı. Hatırlayın; bunu ancak kendimiz yapacağız çünkü her hangi bir kurtarıcı gelmeyecek. Hepimiz birer birer kurtarıcılarız. Bizim buraya asıl gelme amacımız, cehennemi cennete dönüştürmek. Hatırlayın; bizim özümüz cennet. Öyle ise hala neden bize ait olmayan cehennemi yaşamakta ısrar ediyoruz. Etmeyelim. El ele verelim, birlik olalım ve Adem babamız ve Havva annemizi onurlandıralım, onların başlattığı bu oyunu bitirelim çünkü bizden sevgiyle bu bekleniyor. Veriyor musunuz elinizi Can Kuşlarım?
Âdem ve Havva’yı içinizde hissetin çünkü siz onlarsınız. İnkârı bırakalım. Her şey önce kabul etmekle başlar.
Sevgili Âdem babacığım ve Havva anneciğim sizi çok ama çok seviyorum ve gönlümden size kocaman sevgi ve şükran duyuyorum, dolayısıyla da kendime de. Ne siz neden ben yaramaz, hain varlıklar değiliz, aksine cesaretli, güçlü ve özel varlıklarız ve sonsuz seviliyoruz ve destekleniyoruz.

29 Aralık 2011 Perşembe

Dün Dündür Bugün Bugündür :)

Dün dünde kaldı, gün bugündür, yarınsa gelmektedir ama henüz yoktur. Yaşadığımız her gün bize bir şey öğretir. Tüh kaka değildir. Ama dedim ya dün dünde kaldı. Bugün ne yaşadıysanız üzgünüm, neyse çok şükür bitti J Dün neler yaşadıysak, neler planladıysak, hissettiysek geride kaldı. Zaman bizim kurtarıcımızdır. Çektiğimiz acıları sadece bize zaman unutturur değil mi? Zamanı bilinçsiz kullanırız ve zamanı uzatırız, o yüzden de unutma süremiz uzundur. Bilinçli kullanabiliriz zamanımızı, o bizimdir ve bize hizmet eder, öyle ise zamanı şimdidir J. Aslında bugün de bitmek üzere. Bugün ne hayal ettiyseniz onu yaşadınız. Mutlu olmadınız mı? Üzülmeyin, bugün de bitmekte. Yarın sabah dün olacak. Dünün hayallerini bir kutuya koyun, kilitleyin ve anahtarları denize fırlatın, çünkü onun miyadı doldu. Zamanınıza teşekkür edin, gün çabuk geçti ve size acı veren duyguları hissetmek, durumları, olayları yaşamak zorunda değilsiniz. Zaman geldi, aldı ve götürdü. Tıpkı denizdeki gel git gibi, geldi ve gitti. Bugün bitmek üzere, peki siz dünde mi yani bugünün size yaşattığı olaylarda ve duygularda asılı mı kalacaksınız yoksa onları askıya asıp zaman kuşlarına mı teslim edeceksiniz? İşte bütün mesele bu; kalmak ya da yürümek. Biz kalıyoruz Can Kuşlarım, duygularda, olaylarda, durumlarda, dünlerde. Oysa o olaylar ve durumlar oldu ve bitti. Geriye dönüp aynısını yaşama şansınız var mı? Evet, maalesef var. Belki yer, kişiler aynı olmayabilir ama durumlar, olaylar ve size yarattığı duygular aynı olacaktır. Ama siz bunlardan rahatsız olmamış mıydınız oysa? Ama buna eğilimliyiz değil mi? Kötü olan hiç bir şeyi unutmayız, bize yapılan haksızlıkları, davranışları, duygularımızı, her daim içimizde yaşatırız, gelen geçene önce fikirlerini almak için ve nedense hep bizim haklı olduğumuzu duymak için ya da zamanla anı olarak anlatırız ve bunun adına tecrübe koyarız. Muhteşemiz tek kelimeyle. Oysa o anı anda bıraksak, yürüdüğümüz yolda yanımıza almasak öylece bakıp ve gitsek bir daha yaşamayacağız. Dedim ya dünün hayali dünde kaldı.
Peki, biz yaşadığımız çok güzel olayları, durumları ve duygularımızı neden sırt çantamıza almıyoruz. Neden onları tecrübe olarak adlandırmıyoruz, anlatmıyoruz ve kulaktan kulağa yaymıyoruz. Bu güzel olaylar, duygular ve durumlar sırt çantamızda yer kaplamaz, hafiftir, bizi yormaz aksine yolumuza hızla ve mutlulukla devam ederiz. Mutluluk hafiftir Can Kuşlarım hatırlayın! Oysa kötü diye adlandırdığımız bizi mutsuz eden olaylar, durumlar ve bize acı çektiren duygular çok ağırdır. Her seferinde çantanız ağırlaşacak, omuzlarınız ağrıyacak ve çantanızı taşıyamaz, yolunuza devam edemez olacaksınız. Hayat yolu çok uzun Can Kuşlarım, neden kısaltıyoruz, sabote ve bloke ediyoruz? Bu yola çıkarken neyi amaçlamıştınız?
Yolculuğa neden çıkılır? Ya bir şey öğrenmek için ya da gezmek, görmek için öyle değil mi? Her iki durumda da yolculuğun tadını çıkarsak daha iyi olmaz mı? Ama biz yolculuk boyunca ahlayıp, vahlıyoruz, ona, buna ve tabiî ki kendimize sövüp duruyoruz. Bunları yaşadıkça ve yaptıkça yola çıkarkenki amacımızdan sapıyoruz. Hedefi şaşırıyoruz ve kötü duygularımızın, söylemlerimizin, düşüncelerimizin içinde yolumuzu kaybediyoruz, Hansel ve Gratel gibi de akıllı olamıyoruz, arkamızda ekmek kırıntıları bırakalım, o ilk bizi yolumuzdan şaşırtan olaya ve duyguya dönelim ve tekrar başlayabilelim. Yolumuzu bulamayınca sıkıldım, evime dönmek istiyorum, alın beni buradan diyoruz J Alınıyoruz da ve gerçek yuvamıza dönüyoruz yani ölüyoruz. Öldüğümüzde bu hayat yolculuğundan elimizde ne kalıyor? Kar zarar tablomuz ne oluyor? Kar yok, zarar tavan. Zaten öyle olmasa bitirir miyiz yolculuğumuzu? Çantamızda hep kötü duygular; acılar, öfkeler, hırslar, zorluklar. Hayat yolculuğumuzun iki bitişi var Can Kuşlarım; ya hafif bir çantayla, ya da ağır, karamış, sırtımız onu taşımaktan çürümüş, ezilmiş, büzülmüş şekilde ölmek. Mutluluk, sevgi, şefkat, neşe, kahkaha hafiftir ama öfke, acınma, acı, hırs, sevgisizlik, şikâyet ağırdır hem de çok ağırdır, ruhunuzu ve bedeninizi ezer, hareket edemezsiniz, oysa buraya hareket etmeye gelmediniz mi?
O zaman; zamanımızı bu duyguları hemen alıp götürmesi için kullanalım. Dedim ya dün dünde kaldı, bugün başka bir gün, başka hayaller, başka durumlar ve duygular yaşama yolculuğu. Dünün hayalleri geldi ve geçti. Şimdi yolculuğa mutluluk ve huzurla devam etme zamanı. Zamanımıza çok teşekkür ediyoruz, çünkü geçmese girdiğimiz yoldan, yaptığımız seçimlerden dönemeyiz. Oysa o yol ve seçimler dünde kaldı, istersek biz şimdi bu zamanda, yeni yollara girebilir, yeni seçimler yapabiliriz.
Ben kendi yaşam yolculuğumda karşıma çıkan beni acıtan olayları ve durumları, duyguları en yüksek sevgiye ve ışığa dönüştürüyorum. Sevginin üzerinde güç yoktur hatırlayın. O zaman benim üzerimde de güç yoktur bu yolculuğumda, zamanda bana hizmet etmekte.
SEVİYORUM ÖYLE İSE VARIM! Zamanda da varım, hayatta da varım, iyi olan her şeyde de varım, öyle ise ben yaşıyorum. Aldığım nefesi öfkemle, hırsımla, acılarımla kirletip vermektense, sevgiye dönüştürüp daha da temiz, güzel ve saf şekilde veriyorum ve dünyaya yayıyorum. Hatırlayın, benim aldığım ve sevgiye dönüştürdüğüm nefes bir gün belki de size gelir, siz de içinize çeker ve sevgiyi hissedersiniz.
Sizi seviyorum, dün de askıda kalsanız da ya da onu kilitleyip anahtarını denize atıp, yolculuğunuza hafif ve mutlu devam etseniz de… 
http://fizy.com/#s/2odssj ( Lütfen yeni bir sekmede açınız Can Kuşlarım :) )

28 Aralık 2011 Çarşamba

Aşk Eski Bir Yalan :)

Aşk eski bir yalan Adem'le Havva'dan  kalan, aşk eski bir yalan, hayatıma dolan :)
Evet; şu anda aradığımız aşk gerçekten de eski bir yalan Can Kuşlarım. Öyle olmasa gelip geçer miydi? Gelip geçen aşk; popüler dünyamızda şu an. Ve Oscer goes to Yalancı Aşk, Yalancı İlk Bahar :)
Aşk, aşk,aşk hepimizin aradığı, peki nerede Can Kuşlarım, bulabildiniz mi hiç? Ya da aşk nedir sizin için, nasıl tanımlarsınız içinizde? Genel geçer tanımı kimyasal bir bozulma. Ama sonra dengemiz yerine geliyor, heyecan puf, yok oluyor. Aşk en fazla üç yıl sürermiş. Ben değil uzmanlar öyle söylüyor. Hayır, üç yılsa ömrü bu aşkın, nasıl gerçek olabilir Allah Aşkına? Biz zaten aşkı acıyla özdeşleştiriyoruz. Ben de öyleydim. Aşk ulaşamamaktır bizce. Ulaşınca değerini yitirir, anlamanı kaybeder. Aşk bizim için kaçma kovalama oyunudur. Es kaza sobelenme; aşk ta, heyecan da bitiriverir. Bizim için büyük aşklar hep ulaşamadıklarımızdır, Leyla ile Mecnun gibi. Hepimiz bu ulaşılmaz aşkı en az bir kere deneyimlemişizdir, kasten :) Aman aferin bize, iyi halt etmişiz. Kimse madalya verdi mi bize? Acıları çekerken biz, kim vardı yanımızda? Göz yaşlarımızı nereye akıttık? Boşa, boşuna Can Kuşlarım. Ben mi? Ben Halit'e kadar hep terkedildikten sonra aşık olduğumu anladım :) Evet ya ben hep terkedildim ergenken, gençken, of ya of. Ne ağladım bir bilseniz. Ama şimdi biliyorum sadece aşık olduğumu sandım. Aşkımdan ağladığımı zannettim. İşte sandım ve zannettim aslında işin gerçeği egom ağlamaktaydı terkedilen :) Sonra büyüdüm, olgunlaştım ve Halit'e aşık oldum. Evet aşık oldum, gerçekten. Onu gördüğümde kalbim hep yerinden fırlayacak gibi olurdu, yüzümde hep bir gülümse vardı, koşa koşa ona kocaman, sıkı sıkı sarılırdım, öperdim, öperdim onu. Gitsin hiç istemezdim, hep gelsin isterdim. Ama sürekli kalsın da istemedim. İşte Halit'e duyduğum populer aşktı. Sonra Halit dönmemek üzere gittiğinde, yalancı aşk oyunundan çıkıp, aşk acısı oyununa terfi ettim. Özledim ama hiç yalvarmadım. Ağladım ama hiç belli etmedim. Yazdım sadece ne hissettiysem, ona da size de. Öyle döktüm içimi. Yalan aşk işte. Hiç gerçek aşk olsa canımı yakar mıydı? Sadece gerçekten ama gerçekten bu aşk oyununda ilk yüzleşmemde üzüldüm. Halit bana ben sana 'aşık değilim' dediğinde sanki ben son hızla koşuyordum ve bir anda hızımı alamamış, duvara toslamıştım içimdeki çarpışma sesiyle. Kaza yapmıştık biz o an ya da zaten ikimiz kazaydık da farketmemiştim. O an ne hissettiğimi tarif edemem, Halit bile bilmez bunu. O kazanın ardından ben sessizliğe gömüldüm. Oysa o gün birlikte elele sahile inmiş, ne de güzel bir gün geçirmiştik. Umutla, aşkla tuttuğum ellerinini, umutuz, öksüz bırakmıştım. Aşkım sahipsiz kalmıştı. Sonrası günlerce süren göz yaşı, şimdi dönüp bakıyorum da yazık etmişim göz yaşlarıma da kendime de. Çünkü ben bunları yaşarken Halit hayatına devam etti bensiz. Adalet mi bu Can Kuşlar? Değil yapmayalım bunu kendimize. Yalancı aşklar yaşamayalım ve onların acılarını yaşatmayalım ruhumuza. Oyun işte. Gerek yok acıtan oyunlara. Gerçek aşk acıtmaz, kırmaz, yakmaz, yıkmaz ve sonra arkasındaki enkaza bakmadan gitmez. Ben oyundan çıktım. Hayatıma devam ettim. Halit sonra geri döndü. Hala görüşüyoruz, biz neyiz onunla bilemiyorum ama sevgili olmadığımıza eminim onu çok seviyorum ama aşık değilim. Ona duyduğum yalancı aşkı çoktan yürüdüğüm hayat yolunda bıraktım. Bunu Halit'e de tebliğ ettim. Aşk güzeldir, aşık olmadan kimseyle ilişkim olamaz. Halit te bunu çok iyi biliyor, yeniden aşık olduğumda onu tanımayacağımı bildiği gibi. Çünkü benim gönlüm yol geçen hanı değil ki, gönlüme aldığım kişi aşık olduğum kişidir ve özeldir. Ama bundan sonra yalancı aşk oyununda ben yokum. Artık yeni bir ışık oyunu başlatıyorum. Beyaz atlı prens, prenses oyunu. Katılmak isteyen herkese açıktır. Ama kurallar vadır. Bu oyunda sonsuz aşk, sevgi, şefkat, paylaşım olacaktır. Katılımcılara duyurulur. Katılır mısınız sevgili Beyaz Atlı Prensler, Prensesler?
Katılsanız da katılmasanız da, yalancı aşklara bağımlı da olsanız ya da gerçek aşk oyunuma gelseniz de sizi çok ama seviyorum ve sizi oyunuma içimdeki sonsuz sevgiyle davet ediyorum.
 http://fizy.com/#s/12d7tf( Lütfen yeni sekmede açınız :) )

26 Aralık 2011 Pazartesi

Soyun :)


Çıplaklık size ne anlam ifade eder Can Kuşlarım? Çıplaklığı sever misiniz? Ne derece çıplak kalabilirsiniz? Maşallah fiziksel olarak neredeyse çırılçıplak geziyoruz. Oramızı, buramızı açıyoruz. Niçin yapıyoruz bunu? Amacımız nedir? Nerdeyse memelerimiz ve popumuz meydanda, naklen yayın misali. Ama ne kadar fiziksel olarak kırmızı noktaysak, ruhen de bir o kadar siyah noktayız. Kapalıyız, geçilemez levhamız var önümüzde. Bedenimi dikizleyebilirsin ama ruhumu asla misali. Neden ama neden? Bir sebebi vardır değil mi? Ne kadar açık seçiksek fiziksel olarak, bir o kadar da ruhen kapalıyızdır, kimse duygularımızı, ne mal olduğumuzu anlasın istemeyiz. Fiziksel olarak ille de dikkat çekmek isteriz çünkü başka bir özelliğimiz yoktur kendimizce ama farkında değilizdir. Birinin dikkatini bedensel çıplaklığımla çekmeyi tercih etmem ben. Ne gerek var buna. İnsanların dikkatini çekmek için sevgi dolu bir tebessüm yeter de artar bile. Tabi davranışlarımız, konuşma, insanlara yaklaşım, sesleniş tarzımız güzel, içten, samimi olmalı. Bedenimiz aslında çok kutsal, bir anlamı var. Ruhumuzun dünyada var olabilme aracıdır bedenlerimiz. İlahi bir araç hem de. O bedenle ilahi aşklar, sevişmeler yaşıyoruz, çocuk doğuruyoruz, bu anlamda da çok kutsal. Bu kadar değerli, kutsal bir şeyi neden dikizletiyoruz ve bundan zevk alıyoruz acaba? Ruhumuzun giysilerini çıkartmak, çırılçıplak kalmak daha önemlidir bence. Çırılçıplak kalabilir misiniz Can Kuşlarım? Ben kalalı çok oldu. Evet, kolay değil ama imkânsız de değil inanın. Ruhumuza giydirdiğimiz elbiselerimiz bize çok ağır geliyor Can Kuşlarım. Yazık L

Ruhen çıplaklık ne demektir? Bence hani gerçekten sevdiğimiz adamla ya da kadınla sevişirken bedensel çıplaklığımızın yanında sadece biz oluveririz, hani önünü, arkasını ya da bizim hakkımızda ne düşündüğünü düşünmeyiz, işte o misal ruhen çıplaklık. Sadece neysek o! İyisiyle kötüsüyle nasılsak öyle. Ama ruhen soyunduğumuzda yanımızda kimse olmasına gerek yok, sadece biz ve biz. Soyunun Can Kuşlarım. Çırılçıplak kalın. Kalın ki kendinizi tanıyın. Öyle hemen bir anda soyunmanıza gerek yok. Yavaş ve alışarak yapabilirsiniz striptiz misali J Ben mi? Evet ben de striptizle başladım. Yavaş, yavaş yaptım ama alışmam hiç kolay olmadı. Yılmadım, devam. Dansımdaki her hareketim canımı çok yaktı. Olsun, ruhen giyinikken canım zaten çoktan yanmıştı ki ben alışkındım. Ha giyinikken ha soyunurken ne fark ederdi ki? Evet, yolun başındayken böyle düşünüyordum ama sonra fark ettiğini fark ettim J Nasıl mı? Kendimdeki değişiklikleri gördükçe, önce arkadaşlarımın, çocuğumun, eski eşimin sonra da tanımadığım insanların bana davranışlarındaki değişikliği gördükçe. Ben soyundukça, saflaşınca herkesin de davranışı, yaklaşımı samimi oldu. Çünkü artık elbiselerim, girilemez levham yoktu. Onun yerine kalbimde kocaman lütfen girin levhası vardı. Kalbim gelen, geçen hanıyken, dergâh oldu. Ruhumun kurtuluş yolu buydu, özüne ulaşmasıydı. Peki, benim özüm neydi? Özüm gerçek sevgi, şefkatti. Önce kendimi sonra herkesi ve her şeyi olduğu gibi kabullenmeyi öğrendim. Hiç kolay değil inanın ama ruhum bunu istedi. İyi ki istemiş, yoksa içimdeki sanılarla ve zanlarla hayatımı ve hayatımdakileri zorlayacaktım. Şefkatle peki demeyi öğrendim. Evet, herkese ve her şeye peki hem de şartsız, koşulsuz peki. Bu soyunma oyunumda büyüdüm, olgunlaştım, törpüledim kendimi kanırtarak. Kanadı evet hem de çok çünkü kat kattı giysilerim ve yapışmıştı üzerime, çıkartmak için kazımam gerekti. İnanın Can Kuşlarım, insanın her şeyi ve herkesi koşulsuz kabul edebilmesi için tek yol bu. Ne mal olduğunu fark etmesi gerek. Ben kimseyi sevmeyen, huzursuz, şikâyetçi, mutsuz şirindim J Kendini düzeltmeyen biri kimseyi düzeltemez ya da koşulsuz sevemez. Kendimi koşulsuz sevmek benim için en zoruydu. Ne mal olduğumu fark ettikçe her katmanımda zorlandım, ama başardım. Buydum ben. Sevmeyi öğrendim kendimi. Sevin kendinizi Can Kuşlarım. Bunun için ne yapacağınızı biliyorsun. Aynanın karşısına geçin ‘BEN KİMİM’ diye sorun kendinize. Gerçekten, içten sorarsınız size cevap verecektir. Ama sakın korkmayın, o sizsiniz.

Bu yolun sonu mutluluk hep hatırlayın. Bunu başardıkça bedensel çıplaklığa ihtiyaç duymayacaksınız. Sadece kabul enerjisi yayan bir insan nasıl olur da dikkat çekmez. Çeker tabi ki hem de sevgiyle kabul görür. Kendinizi anlatmaya gerek kalmaz. Zaten siz koşulsuz kabuldesinizdir ve kabul de göreceksinizdir.

İster Ruhen çıplak kalın, ister örtülenin ya da ister bedensel soyunun, ister sarıp sarmalanın; Sevgi Periniz sizi çok ama çok seviyor. Gönül dergâhımdan size sonsuz sevgi ve kabul gönderiyorum, lütfen alın J


25 Aralık 2011 Pazar

Don't Worry Be Happy :)



http://fizy.com/#s/16r3lc ( Lütfen yeni bir sekmede açınız ve okuyunuz)

Endişe etmeyin, mutlu olun Can Kuşlarım J Bazen sorunlarımız olabilir, yolumuza taşlar çıkabilir, bizi zorlayabilir ve canımızı acıtabilirler. Olsun endişe etmeyin. Bazen sevgilimiz bizi sevmeyebilir ve terk edebilir, endişe etmeyin. Bazen beş parasız kalabiliriz olsun endişe etmeyin. Bazen bu koskoca yedi milyarlık dünyada kendimizi yapayalnız hissedebiliriz endişe etmeyin. Bazen çok öfkeli olabiliriz, hatta ve hatta öfke kemiklerimize kadar sıçramış olabilir endişe etmeyin. Bazen söylemek istediğimiz şeyleri söyleyemeyiz de içimizde patlayacaklarmış gibi hissederiz, endişe etmeyin. Bazen kimsenin bizi sevmediğini ya da kimseyi sevmediğimizi hissederiz endişe etmeyin. Bazen kazık yeriz arkadaşlarımızdan ya da aşkımızdan ve neden böyle olduğunu anlayamayız, endişe etmeyin.
Bazen hayatın yükü ağır gelir omuzlarımıza, taşıyamaz oluruz, endişe etmeyin. Bazen kimseyi mutlu edemeyiz ya da kimse bizi mutlu edemez, endişe etmeyin. Bazen zaman bize yetmez, hiç kimseye ya da şeye yetişemeyiz, endişe etmeyin. Bazen her şey üstümüze üstümüze gelir ve biz duvar köşesine sıkışmış çaresiz fare gibi hissederiz ve bundan çok sıkılır, bunalırız ve kendimizden nefret ederiz, endişe etmeyin. Bazen zorunluluklar bize anlamsız gelir, kaçmak isteriz, endişe etmeyin. Bazen kendimizi ya da yaşadığımız dünyayı çok çirkin görebiliriz, endişe etmeyin. Bazen çocukken hayal ettiklerimizi yapamadığımızı fark ederiz, üzülürüz, endişe etmeyin. Bazen istediğimiz evde yaşayamayız, istediğimiz arabayı kullanamayız ya da toplu taşıma araçlarına mecbur kalırız, endişe etmeyin. Bazen kendimizi tutsak hissederiz, endişe etmeyin. Bazen kaçmak isteriz de sorumluluklarımız ayağımızdan çeker, endişe etmeyin. Bazen iş ya da özel hayatımızda eziliriz endişe etmeyin. Bazen evliliğimiz bize anlamsız, sıkıcı, tek düze gelir ve yeniden âşık olmak isteriz, endişe etmeyin. Bazen çocuklarımız ve onların ihtiyaçları ve istekleri denizinde boğulacakmış gibi oluruz ve onlara bağırır ya da kızarız, endişe etmeyin. Bazen kaybolduğumuzu hissederiz ve kendimizi arar arar da bulamayız, endişe etmeyin. Bazen tanrımıza kızarız, kırılırız, bizi sevmediğini, unuttuğunu düşünür ve isyan eder ve inkâr ederiz, endişe etmeyin. Bazen işler yolunda gitmez de Arap saçına döner ve çözemediğimiz geometri problemi gibi çözemeyiz de kendimizi başarısız ve değersiz hissederiz, endişe etmeyin. Bazen bencil oluruz, endişe etmeyin. Bazen günlerce ağlarız da ağlarız, acırız zavallı kendimize, endişe etmeyin. Bazen haksızlıklara uğrarız ya da başkalarına haksızlık yaparız, endişe etmeyin. Bazen aldatılır, kandırılırız ve çok ama çok üzülürüz, endişe etmeyin. Bazen umudumuzu kaybederiz ve daha da kötüye gideriz, endişe etmeyin. Bazen her şeye, herkese hatta ve hatta kendimize isyan ederiz, endişe etmeyin. Bazen sevgilimizin yolunu gözleriz, bekleriz ama o gelmez, endişe etmeyin. Bazen doğum günümüz, evlilik yıl dönümüz unutulur ya da biz unuturuz, endişe etmeyin. Bazen hayatın akışına kapılır, duramayız, ya da hayattan koparız, endişe etmeyin. Bazen yaşamadığımızı hissederiz, ya da abartıp suyunu çıkartırız da elimizde posası kalır, endişe etmeyin. Bazen koşarız koşarız da yoruluruz da duramayız ya da hep dururuz da eyleme geçemeyiz, kal gelir, endişe etmeyin.
Bazen hayal kırıklıklarına uğrarız, hayallerimiz yerle bir olur, endişe etmeyin. Bazen sandığımız kişi olmadığımızı fark ederiz, endişe etmeyin. Etmeyin, etmeyin, bu duyguların hepsi yaşadığınızın ve duygularınızı öldürmediğinizin belirtisi. Robot değiliz ki biz Can Kuşlarım. Hayat hiç de kolay değil. Sizi anlıyorum hem de gönülden. Ama endişe etmeyin, mutlu olun, yine de hayata gülümseyelim. Tevekkül edelim ve duygularımızı kabul edelim. Neden bu duyguyu hissettiğimizin köküne inelim ve o kökü yakalım, kurutalım. Yakalım, gitsin. Bu duygular bize hala nefes aldığımızı hatırlatır. Aldığımız, bizi yaşamda tutan her nefese ihanet etmeyelim. Gelin onu onurlandıralım ve her şeye rağmen gülelim. Her şey yoluna girecektir. O arada biz yıpranmayalım. Sadece her şeyin düzeleceğine inanalım.
İnançlarımız bizi yaşama bağlar hatırlayalım. Biz her şeye rağmen gülmeyi becerebilirsek, hayatın da bize gülümsemeyle cevap vereceğine inanalım. Hatırlayalım, biz hayatı nasıl görürsek, öyle yaşarız.
Sizi seviyorum, bazenlerimi yaşadığım zamanki endişe etmeyişimi ve her şeye rağmen gülümseyişimi sevdiğim gibi. Hatırlayın sevgi periniz sizi çok ama çok seviyor ve diyor ki; endişe etmeyin, mutlu olun, sizler bunu çoktan hak ettiniz.

Tek Yürek, Tek Sevgi :)

 http://fizy.com/#s/16n9on ( Lütfen yeni sekmede açınız ve çağrımı şarkımızı dinleyerek okuyun)


Tek sevgi, tek yürek olalım ve mutlu olalım. Gelin haydi sadece tek bir yürek olalım ve o yürekte sadece ve sadece sevgi olsun. Olur, mu ya da olamaz mı sizce? Çağırsam sizi; koşa koşa mı gelirsiniz yoksa gelmez misiniz ya da çekimser mi kalırsınız? Bir birimizden ayrıldığımız, ayrıştığımız çok oldu, artık yetmedi mi? Biz tek kaynaktan gelmedik mi? Döneceğimiz tek yer de orası değil mi? Öyle ise neden bu ayrışmalar, neden bu kavgalar, çatışmalar ve savaşlar? Amacımız nedir bizim? Dünya bize kalmayacak bu gidişle. Canım dünyamızı öfke ve kanla kapladık, o da bize aynı şekilde cevap verecek, versin mi? Vermesin değil mi? Biz de çiçek çocuklar olamaz mıyız?  Bence tam da vaktidir.
Can Kuşlarım bizi sadece ve sadece sevgi kurtarabilir. Birlik olamaz mıyız biz? O kadar mı kötü olduk. O kadar mı içimizdeki sevgi duygusunu kaybettik, kovduk, sürdük onu kalbimizden. Lütfen, önce kendi sevgimizi kalbimize iade edelim, sonra da sevgimizi birleştirelim. Yalnızlık duygumuz bu yüzden bizi teslim almış durumda. Yalnız değiliz ki; ben varım, sizler varsınız. Sadece bir araya gelemiyoruz. Neden gelemiyoruz Can Kuşlarım? Çok mu uzağız bir birimize. Ben ayda yaşamıyorum ya da sizler bildiğimiz gezegenlerde. Haydi, fiziksel olarak bir araya gelemiyoruz, kalben de mi gelemeyiz? Ben sizin kapınızdayım, elimde sevgi çiçeklerim, sevginizi istemeye geldim, Allahın emri, peygamberin kavliyle J Verir misiniz bana sevginizi ve alır mısınız benim sevgimi? Benim sevgim sizin sevginizi hiç kırmaz, incitmez, acıtmaz sadece mutlu eder ve sizin sevginizle büyür, kocaman olur ve sadece dünyaya değil, evrene yayılır. Ama lütfen sevgi çiçeklerimi de kabul edin ve kalbinizde daha güzel ve muhteşem renklerde sevgi çiçekleri açsın, tarifsiz kokuları her yere yayılsın. Siz de bu çiçekleri sevdiklerinize verin, onlar da sevdiklerine ve bir sevgi zinciri kuralım. Zincir esaret değil özgürlük zincirimiz olsun. Bu zincir bütün dünyaya yayılsın. Zincirimiz rengârenk papatyalardan oluşsun ve sadece ve sadece seviyor şarkısı söylesin. Şarkımız 'ONE LOVE’ olsun ve biz şarkımızla tanrımız için danslar edelim. Biz hep kim için zıpladık, sevindik ve dans ettik Can Kuşlarım? Hiç başkası için çok ama çok sevindik mi, havalara zıpladık mı ve onun sevinç dansına eşlik ettik mi? Yapmadık değil mi? Dürüst olalım bir kere. Ama bu sefer bir olursak ben sen olmayacak sadece ve sadece BİZ olacağız! Biz demek, sevgi demek tanrı demektir. Haydi, gelin başımızda papatyalardan yapılmış sevgi taçlarımız, kalbimizden hissettiğimiz sevgi şarkımız bizim için yani tanrımız için yani yaşamımız için dans edelim. Tek aradığımız tamlanmak, biz birliğe ve sevgiye kodluyuz, hücrelerimizde kayıtlı hepsi Can Kuşlarım. Hücrelerimiz asırlardır hamladı, biz dans edersek onlar da uyanacak, bize eşlik edecek. Gelin gelecek nesillere sevgi çiçekleriyle dolu, barış, mutluluk içinde kahkaha sesleri duyulan bir dünya bırakalım. İster misiniz? İstersiniz biliyorum ama eyleme geçmeden başaramayız. Sevgi eylemine hazır mısınız? Bir cesaret, sadece bir adım Can Kuşlarım, gerisi çorap söküğü gibi gelecek, garantilidir J
Sevgi periniz olarak ben sizi sevgi krallığıma yani kalbime davet ediyorum. Lütfen buyurun, merak etmeyin ben de iadeyi ziyaret yapacağım hem de papatyalarımla ve şarkımla. Sizi çok ama seviyorum. Hatırlayın, tek sevgi, tek kalp, gelin bir araya gelelim ve mutlu olalım. Özlemimize kavuşalım. Özümüzü özlemeyelim, yaşayalım.

23 Aralık 2011 Cuma

San ve Zan Dünyasına Doğdunuz :)

Sevgili Can kuşlarım sizi çok ama çok seviyorum ama sanmıyorum ya da zannetmiyorum gerçekten ama gerçekten sizi sevdiğime eminim. Çünkü ben Hakka aşığım sizleri nasıl olur da sevmem.
Ama üzgünüm yaşadığımız dünya sanma ve zannetme eyleminin işgali altında. Hiçbir şeyden emin olamıyoruz ya da hiç bir şeyi gerçekten bilemiyoruz, emin değiliz ya da son kararda değiliz. Biz sanmakta ve zannetmekteyiz. Bir düşünsenize ne kadar da zihnimize ve söylemlerimize yerleşmiş durumdalar. Kemikleşmiş durumdalar hatta ve hatta. Ama bu çok doğal. İlizyon  ilizyon dediğim işte tam da budur. Biz gerçeklikte yaşamıyoruz Can Kuşlarım. Hep sanıyoruz, zannediyoruz, mış, muş gibi. Sevgilimizin bizi sevdiğini, çok iyi ya da kötü insan olduğumuzu, başarılı ya da başarısız, güzel ya da çirkin, zengin ya da fakir, sıradan ya da çok özel, farklı, çok sevdiğimizi ya da hiç sevilmediğimizi ya da yalnız olduğumuzu, fedakâr ya da umursamaz, cömert ya da cimri, bencil ya da paylaşımcı olduğumuzu sanıyoruz Can Kuşlarım. Sanıyoruz sonra bir de bunlara inanıyoruz, gerçekte belki de sadece zannettiğimiz şeyleri elbise gibi üzerimize giyiyoruz, zihnimize kazıyoruz sonra duygumuz haline getiriyoruz ve hissediyoruz. Hissettiğimiz duyguyu benimsiyoruz ve gerektirdiği eylemleri gerçekleştiriyoruz. Bu bir ilizyon, yanılsama. Halit’e dediğim gibi sandığımız, zannettiğimiz duygularımız, düşüncelerimiz ve eylemlerimizle birer hayal dünyası yaratıyoruz ve bir güzel orada oyunlar oynuyoruz. Oyun işte, tiyatro sahnesi gibi, bir filmin karesi gibi. Maskelerimiz ve kostümlerimizle rol yapıyoruz mışız gibi. Adalet mi bu Can Kuşlarım? Neden kendimize, özümüze ihanet ediyoruz. Ne çok maskelerimiz var bir bilebilseniz benim gibi günlerce süren sarsıntılar geçirirdiniz. Gerçeklik başka bir boyuttur. Bu boyutta maskelere ve kostümlere gerek yoktur. Bütün çıplaklığınızla sadece ve sadece siz varsınızdır. Gerçek duygularınız, düşünceleriniz, davranışlarınız vardır. Bilmek çok farklı bir duygudur. Hani sınavda bazı soruları yaparsınız ve eminsinizdir doğruluğuna çünkü bilirsiniz ve güvendesinizdir. Onun gibi J
Ben zaten oradayım demeyin, demeyin Can Kuşlarım çünkü değilsiniz. Gerçekliğe gelen kişi hiç sanmaz ve hiç zannetmez. Sadece bilir ve emindir. Bu kişi bütün maskelerini, elbiselerini çoktan bırakabilmiş kişidir. Bu bir mertebedir. Tamamen gerçeklikte olamayız belki ama en azından bizi hayatta zorlayan, canımızı sıkan, mutsuz eden alanlarda kendimizle yüzleşip, değişip, dönüşüp maskelerimizi ve elbiselerimizi çıkartabiliriz. Böylece hayatımız biraz kolaylaşır.
Önce Hakkın kulları olduğumuz sanımızı bırakmalıyız. Kulluk bizi dibe çekmekte. Bizler Hakkın yarattığı varlıklarız. Allah aşkına çocuklarımız bizim kullarımız mı ya da biz anne ve babalarımızın kulları mıyız? Bu zannettiğimiz, bize dayatılan inancı bırakmalıyız. Hak bizim içimiz de. Kul olarak içinizdeki Hakkı hissedemezsiniz ve sevinç gözyaşları dökemezsiniz. Sizler kul olsanız nasıl kendi kurduğunuz hayal dünyasında istediğiniz gibi at koşturabilirsiniz? Hangi kulun özgür iradesi olmuş acaba? Kulluk karanlık tarafın dayatması. Işıkta dayatma yok. Neysen osun. Karanlığınızı bırakmazsanız kulluğa devam edeceksiniz ya da öyle olduğunuzu sanacak ve özünüze ihanet edeceksiniz. Hak size özgür irade vermiş ve OKU emri vermiş. Neden? Kul olsanız okumanız için sizi teşvik eder miydi hiç ya da akıl, mantık verir miydi? Gelişin ister miydi? Ah ah, Allah’ımız o kadar büyük, yüce ve ulu ki bizi sadece ve sadece sever. Bizleri cezalandıracağını sanmayın sakın. Yanlışa düşersiniz. Cezalandırıcılar biziz. Hatırlayın neyi hakettiğinizi sanıyorsanız onu yaşarsınız.
Sonra kendi gerçekliğinizle yüzleşin lütfen yavaş yavaş. Ama bu sizin yolunuz hızlı ya da yavaş, hep ya da hiç tamamen sizin özgür iradenize kalmış Canlarım.
Can Kuşlarım sizi sanıların ve zanların dünyasından gerçekler dünyasına davet ediyorum. Gelir misin? Korkmayın gerçeklikte yaşayan ışık ailesi sizi karşılayacak ve elinizi tutacak.
Maske ve kostümlerinizle tiyatro sahnesinde oyun oynamayı da seçseniz bütün çıplaklığınızla gerçekliğe gelmeyi de seçseniz sizi çok ama seviyorum.

Güneş Parlamakta, Sadece Gülümseyin :)

Güneş Parlamakta, Sadece Gülümseyin J
Can Kuşlarım sizden çok sevdiğim Sevgili Bob Marley gibi  sadece ve sadece hayata küçük bir gülümse istiyorum. Yapabilirsiniz bunu biliyorum! Gelin bütün şikâyetleri bırakalım. Bir günlüğüne bizi mutsuz eden bütün duygularımızı durduralım, donduralım mı? Onlar yokken bir bakalım nasılız? Hatta ve hatta bakmayalım sadece görelim ve hissedelim. İçimizdeki yükselen güneşi görelim. Sıcaklığınla buzlaşmış kalbimizi ısıtalım, enerjisiyle neşelenelim, tazelenelim, tıpkı ay çiçekleri gibi. İnanın hayat hiçbir şeyi ciddiye almayacak kadar basit. Hani bazen çocuklar oynadıkları oyunlarda yenilirler ve mızıkçılık yaparlar ya da yenilgiyi kabul edemezler ve biz de onlara bakıp gülümseriz. Oyun oyundur işte değil mi? İşte hayat ta öyle Can Kuşlarım. Sadece bir oyun. Biz ciddiye aldığımız için mutsuz oluyoruz. Oysa o kadar basit ki. Hayat sadece bir nefes alıp vermekten ibaret. Başka da bir şey değil. İşte biz de bu basit hayat oyununda fişleri çekelim ve sadece içimizdeki biz olalım, bütün dış etkenleri ve bize hissettirdikleri, bize nefes aldırmayan duyguları donduralım, kalbimizin buzlarını eritelim, içimizdeki o neşeli çocuğu çıkartalım. Ben bazen yaparım, işte bugün o bazenlerden biri. O zamanlarda kendimi daha güçlü hissederim. Gülen, endişe etmeyen, acelesini bırakan insanlar hep gülerler. Zamanı durdurdum. Acelem yok. Her şey yolunda ve olması gerektiği gibi. Destekleniyorum ve seviliyorum. Ben de gülümsüyorum, hem yüzümde hem de kalbimde sıcacık bir tebessüm var şu an. Siz de yaşamak istemez misiniz? Yorulmadınız mı sürekli bir şeylere, yerlere yetişmekten ya da yaşamanızı engelleyen endişelerinizden? Allah aşkına nereye yetişiyoruz Can Kuşlarım? Nereye koşuyoruz? Bazen durmak gerekir, soluklanmak, dinlenmek gerekir hem ruhen hem bedenen. En son ne zaman fişleri çektiniz?
Buradan size gerçeği şimdi tebliğ ediyorum hayat çok basittir. Zorlaştıran bizleriz. Zorlaştırdıkça kölesi oluyoruz yaşamın, parçası olmamız gerekirken. Bizler evrenin, dünyanın ve yaşamın parçasıyız. Parçamıza ihanet ediyoruz, onu kalıplara sokuyoruz sonra da şikâyet ediyoruz. Gülümsemeyi unutuyoruz. En son ne zaman aynadaki kendinize gülümsediniz Canlarım? Aynada gördüğünüz kendiniz, o basit hayatın bir parçası. Ayrıştırmayın kendinizi. Zaman bütünleşme, yavaşlama, durma, görme ve hissetme zamanı. Hissetin Can Kuşlarım yalnız değilsiniz. Sizler bütünün bir parçasısınız. Parçalarınız sizi destekliyor. Bu parçaların içinde melekler, ilahi ulu varlıklar ( sizler de öylesiniz)  ve tabi ki Hakkın ta kendisi var.
Bugün sadece yaşamı, nefes alış verişimizi hissederek, gülerek hatta ve hatta kahkahalar atarak geçirelim mi? Acelemiz yok hatırlayın. Tadına vara vara, yavaş yavaş, kasten yapalım bunu. Nefes alıyoruz Can Kuşlarım, öyle ise her şey yolundadır. VE DE ÖYLEDİR!  Korkmayın biz durunca dünya durmayacak daha da hızlı dönecek ve size sevgi verecek. Dünyayı sırtınızda taşımayı bırakın. O kocaman bir çocuk başının çaresine bakabilir J   Çok yorgunuz, bitkiniz hatta ve hatta tükenmiş durumdayız. Ne için, kim için? Ben sadece kendim için bugün yavaştan alıyorum ve çok mutluyum. Enerjimi toplamakla meşgulüm. Ne zaman istersem o zaman bu ilizyon ( uyduruk) dünyaya girer, acele ederim ama istersem. Zamanı durdurmak ya da yavaşlatmak bizim elimizde inanın. Çok huzurluyum çok ve şu anda en çok sizlerle bir arada olup bu mutluluğu, huzuru, sevinci paylaşmak isterdim. Sizler de ister miydiniz? Sizleri çok ama çok iyi anlıyorum şu anki yaşadığımız hayat çok acımasız, yorucu, tüketici. Ama bizler her şeye rağmen yine de gülümsemeyi hep hatırlayalım. Çok mu oldu bu isteğim? Sizi çok ama seviyorum; sakin, telaşsız, endişesiz halimi sevdiğim gibi.
Bob Marley ‘nin de dediği gibi;

 http://fizy.com/#s/1015ae ( lütfen ayrı bir sekmede açınız )



Gimme gimme, gimme just a little smile, that's all I ask of you.
Gimme gimme, gimme just a little smile, we got a message for you.
Sunshine, sunshine reggae, don't worry, don't hurry, take it easy!
Sunshine, sunshine reggae, let the good vibes get a lot stronger!

Gimme gimme, gimme just a little smile, that's all I ask of you -
is that too much?

22 Aralık 2011 Perşembe

Sessiz ve Tepkisiz Topluluk Türkiye ve Öğretmenleri :(

Sessiz ve tepkisiz çoğunluktan mı yoksa hakkını arayan sesli azınlıktan mısınız? Hangisisiniz Can Kuşlarım? Ben her zaman sesli azınlıktan olmayı seçmişimdir. Eski benken bunu kavga ederek, kendi doğrularımı karşımdakilere zorla kabul ettirmeye çalışarak yapardım. Başarılı olur muydum? Hayır, tabi ki. Zorla yaptırılan hiçbir şey doğru değildir. Şimdi mi? Zorlama, şart koşma yok! Sadece teklif var ısrar yok. Yol gösterme var, kolundan ya da bacağından çekiştirme yok. Özgür irade Canlarım , ve bundan büyük haz alıyorum. Kendi zorunluluklarımdan da özgürüm çünkü J
Bu gün öğretmen olarak içinde bulunduğum sistemden memnun olmadığımı göstermek için iş bırakma eylemine katıldım. İşe gitmedim. Bundan da bir an bile pişman olmadım. Tepkimi şu anda olabilecek en demokratik ve insanca yoldan yaptım. Her seferinde de yapacağım. Ama biliyor musunuz Can Kuşlarım katılan o kadar az öğretmen var ki L Ama sistemden, maaşlarından, haksızlıktan şikâyet eden, iş konuşmaya gelince mangalda kül bırakmayan o kadar çok öğretmen arkadaşlarım var ki ama iş eyleme gelince tık yok. Nato kafa nato mermer. Birden bas bas bağıran, mangalda kül bırakmayan sesli çoğunluk, artık korktuklarından mı, tembelliklerinden mi bilemeyeceğim sessiz, tepkisiz çoğunluk haline dönüşebiliyorlar. Bunun en küçük birimini ben eylemden bir gün önce okulumda yaşadım. Öğretmenler odasında ertesi gün eylem olacağını duyunca heyecanlandım, mutlu oldum. Arkadaşlarıma hep beraber eylem yapma teklifinde bulundum. Bu sefer birlik olma çağrısı yaptım en saf niyetimle. Ama cevap ne oldu sizce? Ses yok. İnanabiliyor musunuz? Ses yok. Yapacacak bir şey de yok şu an, özgür irade. Ama onlar özgür iradelerini kullanabiliyorlar mı acaba? Hayır, bilmiyorum dedim ama biliyorum; KORKUYORLAR! İdare ile ters düşmekten, soruşturma geçirmekten, ceza almaktan. Ah Canım Öğretmen Arkadaşlarım; biz zaten çoktan CEZALIYIZ. Hatta ve hatta tek ayak üzerinde tahtada arkamız dönük beklemekteyiz. Ve çok az sonra diğer ayağımız da kaydırılacak. FARKINDA mısınız? Çok merak ediyorum; gerçekten ama gerçekten merak ediyorum Allah aşkına sizleri idareniz, ya da daha üst makamlarınız ne zaman koruyup kollamış? 11 yıllık öğretmenlik hayatımda ben pek görmedim. Zaten kendini koruyamayan, ya da kendini korumayı susarak, etliye sütlüye karışmamak, koyun gibi dayatılan her şeyi, sarf edilen eylemsel ya da sözel hakaretleri kabul etmek sanıyorsanız YANILIYORSUNUZ! Kendini koruyamayan, hakkını bilmeyen, ya da tayin edemeyen birini hiç kimse korumaz ve kollamaz. Çok üzgünüm gözünüze batmasından sakındığınız o çöp parçası, gün gelir kocaman bir kazık olur ve hayatınızı ve sizi yönetir ve siz de kukla olursunuz, tıpkı şimdi olduğunuz gibi. Hatırlatırım Pinokyo bile kukla olmaktan haz etmemiş ve sonunda tek hayali olanı gerçekleştirmiş ve insan olmuştur. Acaba bizler ne zaman iplerimizden kurtulup insan olabileceğiz. Var mı biz de toplumca o yürek. Evet, var tabi ki ama kafamıza o kadar vurulmasına izin vermişiz ki gömüldüğümüz yerden kendimizi göremiyoruz. Gerçekler acıdır ama gerçektir. Bizler insan değil sadece ve sadece kuklayız. İplerimiz de başkalarının elinde.
Düşünsenize Can Kuşlarım bugün ülkedeki bütün öğretmenler birlik, tek vücut olsa ve biz de varız dese ve ağırlığını koyup işi bıraksaydı ne olurdu? Sadece bir gün hepimiz sokaklara dökülseydik ne olurdu? Bizim her ay maaşımızı aldığımızda yaşadığımız şoku hükümet yaşardı. Çoktan kaybettiğimiz saygınlığımızı kazanırdık. Evet; kaybettik bize duyulan saygıyı. Ama yapacak bir şey yok. Kukla kukladır işte, tahta parçası ne saygısı duyulacak. Ben de konuşuyorum işte J
Sevgili öğretmen arkadaşlarım; zaman susma değil, konuşma, eyleme geçme vakti. Yoksa işimiz yaş. Size dokunmadan bin yıl yaşayan yılan çok az kaldı sizi sokacak ama bu sefer zehrini azar azar değil kökünden bırakacak. Ama bizler müstahakız buna Valla! Madem anlayamıyoruz, demokratik bir toplum olamıyoruz, sözde demokrasimizi, öze çeviremiyoruz tamamen elimizden gidince uyanırız belki. Ama hatırlatırım size; bizi kurtaracak bir ATATÜRK daha yok. O bir kereydi. Bizim sunulmuş bir şanstı. İkinci kurtarıcı gelmeyecek. Tek kurtarıcı BİZİZ. Bize bizden fayda var, fark edelim lütfen.
Tanıdığım, tanımadığım bütün öğretmen arkadaşlarım sessiz, tepkisiz çoğunluk ta olsanız, sesli azınlıkta olsanız sizi çok ama seviyorum ve sizi sesli tarafa, bir olmaya, haklarımızı tayin etmeye ve kazanmaya çağırıyorum, geliyor musunuz?

21 Aralık 2011 Çarşamba

Gölge Etme Başka İhsan İstemez :)

Sevgili Can Kuşlarım söyleyin bana siz hangi safta açan çiçeklersiniz? Gölgeniz mi var yoksa yansımanız mı? Ben yolda yürürken hep ama  hep gölgemi fark etmişimdir. Hep düşünmüşümdür neden karanlıktır diye. Bu yaşadığımız dünya aslında bütün gerçekliğimizi yüzümüze vurmakta ama bizler fark edemiyoruz. Gölge ne demektir? Ben gölgeleri sevmem. Ne ilginçtir ki gündüz de gece de gölgemiz karanlıktır. Çünkü biz ne isek o da öyledir. Ben gölgeyi engel olarak algılardım demek ki gölgem de beni engelliyormuş. Demek ki benden yansıyan siyah bir silühetmiş  L Demek ki ben iyi değilmişim. Evet değildim de. Ne kendimi ne de başkasını gerçekten sevmezdim ki. Menfaatçiydim, bencildim, müşkülpesent, mutsuz şirindim, ben nasıl iyi olabilirdim ki. Olsam olsam kötü olurdum , öyleydim de. Oysa kendimi mükemmel görürdüm, iyiydim, kıyımsızdım, nasıl da kendimi kandırmışım değil mi? Nasıl kıyımsız olabilirdim ki kendime acımasızca kıyarken. Ah sevgi perisi ah J
Tanrı bize gördüğümüz gölgelerimizle aslında kötü olduğumuzu fark edelim diye gözümüze sokmaktaymış. Teşekkürler tanrım, ben fark ettim ve onların hepsinden özgürleştim. Kolay olmadı ama tanrım. Dilek olay kendimi bildim bileli onlarlayım. Bir de kendimi sağdık görmezdim, nasıl da sağdıkmışım onlara. Vay anam vay ne zor oldu bağlılığımı bırakmak. Olsun kararlıydım ki ben. Yolum belliydi. Yoluma kim çıkarsa çıksın dönmek yoktu . Bırakmam gereken ne varsa hepsini sana olan aşkımın gücüyle bıraktım ben tanrım.
Ben sevgi periniz, şimdi yansımalarımla mutluyum hem de çok. Neysem onu yansıtıyorum. Ben sevgiyim, ışığım sadece ve sadece onu yansıtırım. Önümde de arkamda da, gündüz de gece de J Benimle yolda yürümek ister misiniz, ya da yanınıza gelme mi?  Büyük İskender Diyojen’den ne istemiş? ‘ Gölge etme başka ihsan istemem’ Evet; Can kuşlarım kimi ya da neyi gölge olarak görüyorsanız, hepsi sizsiniz!  Gölgelerimizi yani engellerimizi, kötülüklerimizi bırakalım. Zaman tam da şimdidir. Bırakın onları, size inanın hiç faydası yok aksine zararı var her gün yaşamak zorunda olduğunuz. Yansımanız olsun istemez misiniz? Hatırlayın, gölgemiz her yere, sevdiklerimize bile bizden önce ulaşırlar. Sizden önce karanlığınızın ulaştığı yerden size hayır gelir mi ya da sevdiklerinize ne hayrınız olur? Olmaz çünkü sizden öncen mekânları ve kişileri karartırlar. Oysa ışığınızın yansıması sizden önce ulaşsa, siz daha mekâna girmeden önce orayı parlatsa, sevdiğinizi ışıtsa bir düşünsenize neler yaşarsınız?  Hatırlayın, sevgi ve ışık her şeyin üzerindedir. Işık zifiri karanlığı bile aydınlatır J Peki, lütfen bir düşünün sizin neyiniz var Can Kuşlarım? Gölgeniz mi, yansımanız mı? Ama lütfen hemen tepki vermeyin ya da kendinize kandırık ışık yaratıp ben zaten iyiyim yanılsamasına kapılmayın. Hiçbir şey SANDIĞINIZ ve ZANNETTİĞİNİZ gibi değildir. Adı üzerinde, sanarsınız ve zannedersiniz, emin değilsindir. Birer Mevlana ya da Şems olmadığımıza göre sanıyoruz Canlarım.
Sevgi periniz olarak sizi çok ama seviyorum ve şimdi size yansıtıyorum lütfen sevgiyle kabul edin.

19 Aralık 2011 Pazartesi

Ruhsal Diyetisyeniniz Sesleniyor :)

Sevgili Can Kuşlarım, ne yersiniz, ne içersiniz, nasıl beslenirsiniz? Diyetisyeniniz soruyor J. Laf aramızda sevgili diyetisyenlerimize hep sinir olmuşumdur. Hayır, benim fazla kilom da yok ama biliyorsunuz sınırlara isyanım ama nedense kendi sınırlarıma girilmesine de hayatta izin vermem J Ama olsun sınırlar olmalı hayatta. Sınırlarınız olsun Can Kuşlarım ve hepsini ama hepsini siz belirleyin, başkalarının sizi sınırlamasına izin vermeyin çünkü mutsuz olursunuz. Neyse; yediklerinize dikkat eder misiniz? Düzenli misinizdir ve hep sağlıklı şeyler mi yersiniz? Ben dikkat etmem biliyorsunuz. Hatta ve hatta tüm gün yemek yemeği unuturum J Hayatımın merkezi yemek değildir. Ama bol bol içerim. Özellikle o mis gibi kokan kahve kokusuna dayanamam. Anlayacağınız tam anlamıyla düzensizimdir ve iyi beslenmem. Düzene de karşıydım değil mi ben J Kendi düzenim var ama hastalanmayacak kadar beslenirim, yemek benim mutluluk nedenim değil.
Peki; ruhunuzu neyle beslersiniz? Ben ruhumu çok güzel beslerim. Bu yüzden de karnım da tok benim J Önce ruhumu öfkemden, hırslarımdan, sevgisizliğimden, yalnızlık duygumdan arındırdım. Yani ruhumu hasta eden bütün kötü yiyecekleri ay pardon kötü duyguları bıraktım. Bu tıpkı rejim yapmaya benzer inanın. Ben ruh olarak obezdim obez. Fiziken ince olsam ne yazar gönül bile yazamaz J Bol bol acıdan beslenirdim. Acıya bağımlıydım tıpkı şişman insanların tatlıya ya da hamur işine bağımlılıkları olduğu gibi. Hani onlar yemeden duramazlar ve yediklerinde mutlu olurlar ya işte ben de öyleydim. Acı çekmeye zaafım vardı, mutluluk duyardım acılarımdan. Hatta ve hatta eğer kaybedersem onu, tedirgin olur, hemen bir tane yaratırdım. Acı benim göbek adımdı J Nasıl yemeği seven insanlar yedikçe yerler işte ben de acı çektikçe daha fazlasını isterdim. Zaten şöyle bir söylem yok mudur Can Kuşlarım ‘ Ayyyy çok güldük başımıza bir şey gelecek vallahi ‘ Aman gülmeyelim, azıcık mutluluğu hak etmeyiz biz zaten. Acıdan besleniyoruz Can Kuşlarım L
İstediğimiz kadar yediklerimize dikkat edelim ruhumuzu iyi besleyemezsek hiçbir anlamı yok inanın. Biz insan varlıklar aslında çok yemeğe kodlu değiliz. Az ve öz. Ama ruhumuzu bol bol sevgiyle, neşeyle, kahkaha ile doldurmalıyız hem de patlayıncaya kadar. Ruhsal diyetisyeniniz olarak şimdi size ruh beslenme listenizi veriyorum J
Sabah: Gülerek, neşeyle uyanma. Günü kutlama, Tanıdığınız, tanımadığınız herkese sevgi dolu Günaydın dileme
Ara: Sevginizi gösterme ve dillendirme, neşe ve kahkaha.
Öğlen: Kendinize ve başkalarına sevgi dolu iltifatlar
Ara: Mis gibi bir kahve yanında sevgiyle bir sohbet
Akşam: Günün sevgiyle ve neşeyle bitişini kutlama ve akşama sıcak bir merhaba. Aile ya da dostlarla sıcak paylaşımlar
Yatmadan Önce: Kendinize ve herkese yarattığınız mucizeden ve diyetinize sağdık kalmanızdan dolayı kocaman sevgi dolu teşekkür.
Tabi ki tanrımıza size bu mucizeyi yaratıp, yaşamanıza destek olduğu için şükretme. Onu sevdiğinizi belirtme ve yarından ne istiyorsanız kendisinden sevgiyle isteme. İnanın olacak.
YASAKLAR: Öfke, hırs, acıma, acınma, ben egosu, şikâyet!
NOT: Bol kahkaha bir kilo pirzolaya, Bol sevgi bir kilo baklavaya, mutluluk yemekten hoşlandığınız şeylerin tümüne eşittir. 
Nasıl sevdiniz mi diyet listenizi? Evet, biliyorum Can Kuşlarım yeme diyetlerinden daha zor bir diyet. Ama size söz alışacaksınız. Hani diyetisyenin verdiği diyet listesine ilk başta nasıl adaptasyon sorunu yaşıyorsunuz ama sonra alışıyorsunuz ve yaptıkça verdiğiniz kilolardan mutluluk duyuyorsunuz, daha çok yapasınız geliyor, işte bu da aynı olacak. Gelin şimdi de ruhumuza ağırlık yapan kiloları atalım. Attıkça hafifleyeceğiz ve altta ki özümüzü çıkartıp yani sevgi, şefkat, neşe, kahkaha kısaca hayatın özüne ulaşacağız. Garantilidir J
Ruhsal diyetisyeniniz sizi çok ama seviyor can Kuşlarım J Lütfen deneyin ve yorumlarınızı yazın. Bedenimize bu kadar önem verirken gelin biraz da kirlettiğimiz ruhumuzu temizleyelim ve ışıkla dolduralım. Yalnız değilsiniz ve seviliyorsunuz Hatırlayın!

18 Aralık 2011 Pazar

İsim Değişikliği

Sevgili Can Kuşlarım Sevgi Periniz size seslenmekte içinizde ta derinlerde duyuyor musunuz? Evet, artık ben Huge Dreamer değilim. Çünkü hayalimi gerçekleştirdim ve gerçekteyim. Bu sebeple adım değişmiştir. İsimlerimiz bizi yansıtır sevgililerim. Yazmaya başladığımda bana en uygun isimdi. İçsel olarak bunu seçmiştim. Evet; birçok hayalim, bunları gerçekleştirebilecek kocaman yüreğim vardı. Peki, benim en büyük hayalim neydi? Hakka ulaşmaktı en büyük hayalim. O günlerde bana çok büyük hayal gibi görünmüştü. Çünkü bunu gerçekleştirebilen çok az bedenli varlık vardı. Ama çocuklarımı da yüreklendirdiğim gibi her şey hayal etmekle başlar. Gerçekliğime öyle kolay gelmedim. Gece demedim, gündüz demedim, yaz demedim, kar, kış, soğuk demedim. Yeri geldi çocuğumu ihmal ettim. Ama biliyordum ikimizin de yolu buydu, bence o da bunu içsel olarak biliyordu. Çok özel bir çocuğum var benim. Benim eserim değil, ben bir şey yapmadım ruhsal olarak, ama dünyasal olarak sadece onu çok sevdim. Zaten o kendi içinde özel bir varlık. Olsa olsa; ben gurur duyarım beni anne olarak seçtiği için. Onunla bu yola girdiğimiz birinci günden bugüne dünyasal çok zorluk çektik. Ama bitti. O da, ben de bunu çok iyi biliyoruz. Aslında bu ikimizin zaferidir. Ben içimdeki hakkın aşkını buldum, hayat ağacımı yeşerttim, ürün aldım. İlk ürünümü de Güneş’ime verdim. Neydi peki benim ürünüm? Anlatacağım ama sonra.
Gelelim şimdiki adıma. Evet, ben sevgi perisiyim. Peri mi? Hani gerçekteydim değil mi? Periler tıpkı melekler gibi gerçek ki Can Kuşlarım. Nasıl mı? Periler sihir yapar değil mi? Benim de sihirim var. Ne mi? Hepinize yetecek kadar saf sevgim benim sihirim. Bundan daha güçlü bir sihir olamaz sevgililerim inanın ve hatırlayın. Dünyada da melek ve peri olan birçok bedenli varlık yok mu zaten? Mesela benim annem ve babam insan melektir. Beni karşılıksız, olduğum gibi seven tek insanlardır sizin de anneleriniz ve babalarınız gibi öyle değil mi? Eğer çocuğunuz varsa beni daha da iyi anlayacaksınız anne, baba meleklerim. Çocuğunuz yoksa sizler de birer insan melek adayısınız. Tabi aynı zamanda da peri J
Çok uzun yoldan bu güne geldim Can Kuşlarım. Kendime koyduğum hangi sınavlardan geçtiğimi, çektiğim zorlukları, çocuğumun özelliklerini, hakkın aşkını, değişim, dönüşümümü, insanların kaçtığı, sıkıldığı bir insanken nasıl bilirkişi olduğumu ve herkesin yaşadıkları her şeyi en çıplak haliyle gönül rahatlığıyla anlatabildiklerini, dertleri olduğunda kendilerini nasıl ve neden benim yanımda bulduklarını kitabımda anlatacağım.
Buradan tebliğ ediyorum şu an; ben ışık üstadı yaşama gülen ve güldüren Ayşegül'üm. Evet, ben bir üstadım. Bu unvanı hak edebilmek için çok ama çok çalıştım Can Kuşlarım. Hiç te kolay olmadı. Evrenden torpilim de yok .Tesadüfen de olmadım. Ama yardım edildi. Ruhsal ve dünyasal, maddesel çok zorluklar çektim. Bunlara Halit te şahittir. Hepsini ama hepsini size anlatacağım. Üstat olmak demek başarmak değildir aslında, asıl olan bütün varlıkları ışıkta da karanlıkta da olsalar sevmek, sevmek ve desteklemek ve kucaklayabilmektir. Sevgi periniz de karanlığı deneyimledi hem de dibine kadar, inanın sizi çok iyi anlıyor hem de gönülden ve biliyor ki sonunda geleceğiniz tek yer ışıktır, ilahi aşk, sevgi, şefkat ve adalettir. Bizler hepimiz birer birer hakkın bir yansımasıyız.
Şimdi ışık üstadınız olarak sizi IŞIĞA davet ediyorum. Verin elinizi; bakın dünyada da kuantum sahasında da kapının girişinde sizleri bekliyoruz Korunup, kollanacaksınız. Uyanın ve sadece niyet edin.
Hatırlayın, hatırlayın sizleri çok ama çok seviyorum.

14 Aralık 2011 Çarşamba

Nutella ve Fıstık Ezmesi


Bugünkü mutluluğumun sırrı bu iki bol kalorili ve muhteşem lezzetli şeyler. Evet, yami yami . Tatlı yemeği sever misiniz Can Kuşlarım? Ben pek sevmem aslında. Ne o öyle yapış, yapış bol şekerli ve güzel vücudumun düşmanı şeyleri. Ama mesele nutella ve fıstık ezmesi olunca bakış açım değişir. Anlayacağınız gibi döneğim ben. Ne yapayım, alamıyorum kendimi. Periyodik olarak bunlar hayatımın merkezine yerleşiyorlar ve bende mutluluk tavan ama tabi yemeği bitirene kadar. Neden mi? Çünkü yeme eylemimin bitişi ve pişmanlık duygumun beni sarması arasında sadece ve sadece beş dakika vardır. Offff bu mereti yemesi beş dakika, ceremesi günlerce. Kilo aldığın yetmezmiş gibi birde o sivilceler yok mu, depresyona sokabilir beni dermişim ama o eskidendi. Gerçekten de eskiden direk depresyon. O zaman da yedikçe yerdim. Kilo mu? Yok ya bakmayın öyle dediğime ben öyle kilo almaya çok müsait değilim. Ama son zamanlarda aldım birkaç kilo, iyi de oldu ne yalan söyleyeyim. Çok zayıftım Can Kuşlarım. Bugün de yedim ama pişmanlık yok, yedim ve bitti. Enerjiye ihtiyacım vardı demek ki. Dikkatinizi çekerim bakış açıma. Enerji eksikliğimi tamamladım sadece. Uykulu olan ben birden kendime geldim, bütün evi temizledim valla. Sizce bana yediğim bu lezizler kilo olarak dönerler mi? Sanmam çünkü ben onları harcayalı saatler oldu. Bu durumda kilo da yok, enerji de yok. Denge yani.
Bakış açımız çok önemli Can Kuşlarım. Ben eskiden yemeyen, içmeyen sadece ve sadece kahve ve peynirle yaşayan adeta bir ev faresiydim. Demiştim ya yemeği sevmem pek. Ama buna rağmen en büyük takıntım kilolarımdı. Aynaya bakınca kendimi istediğim gibi görmezsem Allah Allah savaş başlardı kendimle. Ta ki o görüntüye kavuşuncaya kadar. Ama aslında ne kadar da zayıf olduğumun farkında değildim. Şimdi arada yiyorum ve yediklerimden zevk alıyorum ama alışkanlık haline getirmiyorum. Yiyorsam vardır bir sebebi. Kilo alacağım korkumdan arınmam çok vaktimi aldı. Ne olmuş birkaç kilo alsam. Yemem ve veririm. Önemli olan ruhumuzu şişirmemek. İşte onu şişirsek maazallah indiremeyiz de kalırız obez. Ona göre…
Yeme eylemiyle ilgili bir sürü kitlesel inanışlar var üzerimizde. Bir de kendimizin özel tecrübeleri katlanınca kilo almamız kaçınılmaz. Ama bu da istediğiniz kadar yiyin demek değil. Doyacağınız kadar Can Kuşlarım. İnanın geri kalanı israf ve bedenimize zarar ve saygısızlık. Bedenine saygısı olmayanın kendine de saygısı yoktur. Kıtlıkta değiliz ki neden kıtlıktan çıkmışız gibi yiyelim. Biz her zaman varlıktayız. Öyleyse az ve öz yiyelim. Korkmayın acıkınca tekrar yemek var. Bu mantığı benimsersek valla hiç birimiz ne çok yeriz ne de kilo alırız. Zaten çok yemenin ya da hiç yememenin altında duygusal bir sebep vardır, hatırlayın. Eyleme değil kök nedene inmek lazım . Eyleme dikkat kesilirseniz bütünden uzaklaşır ve sınıfta kalırsınız. Eğer çok yiyorsanız bilin ki duygusal açlıktasın hatta ve hatta kıtlıktasınız. Eğer hiç yemiyorsanız, siz bir cezalandırıcısınız. Hissetliğiniz duyguların acısını bedeninizden, midenizden çıkartıyorsunuz ve iyi ve güzele kapalısınız. O yüzden çok yiyen insanlara; yeme artık diyenlere ve hiç yemeyen insanlara; ye biraz denmesine gülüyorum. Keşke aç kalmak ya da tıklım tıkış yemek çözüm olsa. Çözülse, yemeyen benim sorunları yedikçe çözülürdü. Nerede bu membanın suyu, o kadar kolay mı Can Kuşlarım? Cık değil.
Lütfen eylemlerinizin farkına varın ve sebebine dikkat kesilin ve kendinizi dinleyin, o size yalan söylemez. Biliyorum, ben sizin içsesinizim ve doğruları söylüyorum.

Ben Sevgi Periniz sizi çok ama çok seviyorum, nutella ve fıstık ezmesini sevdiğim gibi.


13 Aralık 2011 Salı

Depresyonlarınızı Sevin :)

Can Kuşlar depresyona eğilimli misinizdir?  Ne sıklıkta diplere inersiniz? Ya da hep mutlu musunuzdur? Eski ben o depresyon denilen durağın en vazgeçilmez müdavimiydim. İlk ağır, gerçek depresyonumu yirmi yaşındayken geçirmiştim. Of ne günlerdi. Geceleri hiç uyuyamazdım. Karanlık çökünce içim de kararırdı. Bir ay boyunca aynı t-shirt ve kot pantolonla gezdim. Sigaraya başladım. Yemeden, içmeden kesildim. O gün bugündür yemek benim için hayatta kalmak için sadece bir araçtır. Sigara ise tek kadim dostumdur. Ne de olsa mutsuz hayatımın kodu açıldığında bunlar bana can yoldaşıydı. Peki; sebep neydi? Terkedilmiştim sadece ve sadece. Bu olay benim sevgili Egomun ilk savaşıydı ve sonu gelmek bilmeyecekti. Ben bir kere düştüğüm o dipleri çok sevecek ve orada yıllarca sörf yapacaktım. Yaptım da; ta ki en dibe düşünceye kadar. Siz hiç en dibe düştünüz mü? Ya da size göre dibin dibi nedir? Çünkü görecelidir. Benim dibim ölmekti. Artık bu dünya da yaşamak istemeyeşim ve geçiş talebim benim en dibimdi. Tabi bu konuma öyle hemen gelmedim. Zamanla, yavaş yavaş, sinsice geldim. Hatta ve hatta çocuğuma bir video bile bırakmayı  planlamıştım. Söyleyeceklerimi de belirlemiştim. Ne acı değil mi? Şimdi merak ettiğinizi biliyorum, neydi acaba derdim?  İnanın incir çekirdeğini doldurmayacak kadardı sorunlarım. Sorunun ta kendisi bendim. Mutsuzluk iksirinden içmiştim sanki. Mutlu olmaktan bir haberdim. Şükretmek nedir bilmiyordum. Egom tavandaydı. Ne de iyi eğitim almış, kolejde okutulmuş, ailesi tarafından ellerinden gelen en iyi şekilde büyütülmüş biriydim.Kendimi bir şey sanmaktaydım. Ama sonra anlayacaktım aslında çok affedersiniz bir halt olmadığımı. Mutsuzluğa çengel atmıştım. Kalbim buzla kaplanmıştı. Sevgi yok, şefkat yok, bolca mutsuzluk ve kibir ve öfke vardı. Öfkeliydim çünkü hakettiğim hayatı yaşamıyordum. Daha fazlasını verseniz hatta ve hatta boğazda ev de verseniz beni mutlu etmez, olsa olsa egomu ve kibirimi büyütürdü. Zaten bunlar da ölmekte olan ruhumun fermanı olurdu. Bunları ancak 'bir dakika bir yerde yanlışlık var dedikten' sonra yüzleştiğim sırada anlayacaktım. Yüzleştim, evet çok ağır oldu inanın. Sadece altı ay baş ağrısıyla yaşadım. Ama bir gün bile yılmadım. Ruhum yükselişe geçmişti bir kere. Deprsyonlarımın, diplerimin bir amacı vardı tabi ki. Ortalama bir insan olsaydım, uyanamazdım, farkedemezdim öz benliğimi, gerçekte kim olduğumu. Hatırlayın, diplerden destek alırsınız ve daha yükseğe zıplarsınız. Ortalarda olsaydım destek alacağım bir yer bulamazdım. Aslında depresyon kodum benim yükseliş kodumdu. Önce egomu, kibirimi, memnuniyetsizliğimi, allaha isyanımı büyütmeliydim. Öyle de yaptım. Düştüm, eh biraz kalktım ve sonra tekrar, tekrar. Düştüğümde anlamadıkça daha da diplere düştüm  taki ben farkedinceye kadar, ayılıncaya kadar. Ruh olarak ben zor yolu seçmiştim zaten bence başka da yol yoktu o gün için. Hiç bir varlık burnu sürtünmeden yükselemez. Kural budur. Diplerimi seviyorum şimdi. Büyüttüğüm egomu, kibirimi ve öfkemi de. Hatırlayın kötü deneyimlenmeden iyinin farkına varılamaz ve değeri bilinemez. Hele ben hiç bilemezdim.
Bu yüzden kendimi çok seviyorum ve takdir ediyorum. Şimdi egomun efendisi benim. Kibirimi küçülte küçülte sildim. Öfke mi? Var olan kemikleşmiş öfkelerimin yerinde yeller esmekte artık :) Tabi dünya da yaşıyoruz arada çok az da, anlık da olsa öfkelenebiliyorum ama anında temizliyorum. Çünkü öfke gerçekten öldürür Can Kuşlarım :(
Genelde bize düşüş maddi olarak adlandırılıyor.Ne de olsa madde dünyası :)  Ben onu da yaşadım. Hem de dibine kadar ama inanın ruhsal olanı daha ağırdır. Ama yükseliş muhteşemdir. Size garanti veriyorum. Ama kolay değildir size hokus pokus yapamam, bana da yapılmadı. Tırnaklarımla geldim şu durumuma ama şunu söyleyebilirim artık bu kadar zor olmayacak. Öncü birlik zorlukları yaşadı ve tecrübe etti. Size dünya da yol gösterecek ışık aileniz var. Ayrıca tanrı ve ilahi ulu varlıklar buna meleklerimiz de dahildir yanınızdalar ve yardım çağrınızı bekliyorlar. Sadece isteyin ama tanrıdan ve onun ilahi ulu varlıklarından. Hatırlayın sizler de hepiniz teker teker çok değerli varlıklarsınz. Size yol göstermesini isteyin. Yoksa her dersinizi kafa göz yara yara yaşayacaksınız. Buna gerek yok inanın. Sadece gönülden isteyin. Tanrı sizin yanınızda ve sizi çok seviyor. Ama tabi seçim sizin. Belki de beni rededeceksiniz, kafanızın dikine gideceksiniz ve deneyimlemek isteyeceksiniz. Doğaldır. Bu sizin hakkınız. Bu yaşam sizin ruhsal yolculuğunuz. Özgür iradeye tanrı bile karışmaz. İstediğinizi yaşayın Can Kuşlarım ama tek dileğim kafanız, gözünüz yarılmasın, canınızın yanmasın, ruhunuz kirlenmesin çünkü sizi çok ama çok seviyorum kendimi, ışık ailemi sevdiğim gibi.
Şimdi size sevgimi gönderiyorum,lütfen alınız.

12 Aralık 2011 Pazartesi

Beyaz Atlı Prenses :)


http://fizy.com/#s/3w4avy ( Lütfen ayrı bir sekmede açınız )
Sevgili Can Kuşlar hepimiz masallarla büyüdük değil mi? Ben masalları çok severim zaten masalsı anlatımımda bunun kanıtıdır. Bugün tam tamına otuz beş yaşındayım ve hala beyaz atlı prensimi bekliyorum. Peki ya siz? Görünürde hiç romantik değilimdir. Ama masalsı bir insan nasıl da romantik olmaz J Ben sadece çok güzel örtülerim kendimi, bu alanda güzel oynarım. Ama hep ama inandım bir gün beyaz atlı prensim gelecek ve beyaz atına alacaktı.
Kitap okumayı çocukluğumdan beri severim. O masal kitaplarını okurken kendimi o kahramanların yerine koyar, hayaller kurar hatta ve hatta masalı değiştirdim. Hokus pokusa hep ilgim olmuştur. Çocukluğumda her an bir perinin gelip bir hokus pokus yaparak beni prensese çevirmesini beklerdim Külkedisi masalında olduğu gibi. Çok severdim ben o masalı yalnız kızın külkedisi olmasını hiç kabullenmezdim. Bunu sonra anlayacaktım. Masalda Prens bizim Külkedimizi yaşadığı hayattan çekip, çıkartıyor, saraya alıyor ve evleniyorlardı. Ben bu durumu hiç sevmezdim. Şimdi de aynı şekilde düşünüyorum. Zira artık hiçbir erkek de beyaz atlı prens olma derdinde değil. Olacak iş mi? Yaşadığımız toplumda kast sistemi en acımasız şekilde hüküm sürmekte. Yani bir işadamı kalkıp  kastın en altındaki bir kıza âşık olabilir mi? Hayır bence olabilir de işte ben masalcıyım J Şimdi erkekler para kazanan kadın istiyorlar hayatlarında. Bence de haklılar da. Mesela erkekler beyaz atlı prens olabiliyorlar da kadınlar neden beyaz atlı prensesler olamıyorlar. Bence olmalılar. Ben beyaz atlı prensini bekleyen beyaz atlı prensesim. Ben beyaz atlı prensi hak ediyorum çünkü ben de bir prensesim. Beyaz atlı prensese ancak beyaz atlı prens yakışır ama değil mi? Öyle maddesel bir anlam yüklemiyorum prensime. Ama kılıcıyla gelse ve dese ki ‘Hey beyaz atlı prenses yıllardır seni arıyordum, sonunda buldum, seni almaya geldim, gelir misin hayatıma? ‘ Ben de şöyle desem mesela ‘ Sonunda beyaz atlı prensim, ben çok uzaklardaydım, henüz yeni geldim dünyaya ve seni bekliyordum, tam da zamanında geldin. Ama ne sen benim hayatıma, ne de ben senin hayatına geleyim ortada buluşalım, yeni bir yaşam kuralım Senin de benim de krallıklarımız yaşasın bir de aşk krallığımızı kuralım beraber’ O kılıcını çıkartsın yukarı kaldırsın, ben de ve kılıçlar birleştiğinde aşk krallığımız kurulsun. Bir olalım Voltran misali J Sizce olabilir mi? Size bu anlattıklarım masal gibi mi geliyor? Bana gelmiyor. Ben ne istediğimi artık çok iyi biliyorum. Azla yetinemem çünkü az da yaşamıyorum, her daim varlıktayım ve her şeyin en iyisini ve güzelini hak ediyorum aşk ta buna dâhil. Zaten aşk aslında hayatımızın merkezinde.  Hala gerçek aşkımızı bulamadığımız için mutsuzuz çoğumuz öyle değil mi Can Kuşlarım? Peki; siz kendinizi nasıl görüyorsunuz? Prens ya da prenses mi yoksa halktan mı? Ben her konuda halkım, hepimiz biriz, eşitiz ama aşkta en tepelerde. Ortalama bir aşk beni yorar ve mutsuz eder bu saatten sonra. Ben kendimi prenses gördüğüm kadar sizleri de öyle görüyorum. Hepiniz ayrı ayrı, birer birer prens ve prenseslersiniz benim için. Gelin hep beraber beyaz atlı prensimizi ya da prensesimizi bulalım. Kılıcımızı çıkartalım ve hokus pokus yapalım J Ama önce içiniz de böyle olduğunuza inanın lütfen. Değerlisiniz ve seviliyorsunuz hatırlayın.
Sizi seviyorum canım beyaz atlı prens ve prenseslerim, kendi beyaz atlı prensimin gelişini dört gözle beklediğim ve geleceğine emin olduğum gibi.

11 Aralık 2011 Pazar

Noel Babacığım İsteklerim Aşağıda Lütfen ! :)


http://www.muzikdinlex.com/6774/Jingle-Bells ( Lütfen ayrı bir sekmede açınız)


Sevgili Canlar yeni bir yıl kapımızda. Hem de diğer yeni yıllardan çok ama çok farklı olarak. Bu yeni yılın geliş ayak sesleri uzun yıllardır gümbür gümbür duyulmakta. Sonunda işte sevgisi ve şefkatiyle geldi, kapıda, girdi girecek 2012. Yupppiiiii. Zaten bunu da gelmeden gösterdi. 11. 11 de dünyaya kocaman bir sevgi enerjisi demirlendi. Bu yıl sadece ve sadece iyiyi ve güzeli getirecek ve yaşatacak. İçinde bulunduğumuz, son nefeslerini alan sene yüzleşme, değişme, değişiklik yılıydı. Bunu oldukça üzerimizde, ruhumuzda, hayatımızda hissettik. Bu yılda bize çok güzel hizmet etti ama hizmeti bitmek üzere. Ona ne kadar teşekkür etsek azdır. Hoşça kal 2011 ve hoş geldin sevgi yılı 2012. Çok heyecanlığım bakalım bize neler yaşatacaksın. Siz de heyecanlı mısınız Can Kuşlar?

Bu adımımızı attığımız sevgi yıl yenidünyanın müjdecisi. Noel Babaya inanır mısınız? Biliyorum bizim dini inanışımıza ters ama ben inanıyorum. Yukarıda bir sürü Noel Babalar var bize hediyeler hazırlayan. Sadece isteyin. Hepimiz güzel sürpriz hediyeleri hak ediyoruz.

Siz ne hediye istiyorsunuz? Ben bu yılın bana beyaz atlı prensimi hediye etmesini istiyorum mesela J Noel baba lütfen ama en yakışıklısından olsun. Yoksa artık sıkıntıdan patladım haberin olsun J Şaka bir yana bu yıl hayatıma birini almak istiyorum. Ama gerçekten hayatımı paylaşacak özel birini. Siz de istiyor musunuz beyaz atlı prens ya da prenses? Sonra başka ne istiyorum? Can kuşlarımla bir araya gelmek istiyorum. Daha çok varlığa hizmet etmek, yardım etmek istiyorum. Kocaman bir aile olalım istiyorum. Ben yenidünyanın sevgi yazarıyım. Bu yılla birlikte sevgi dünyanın her köşesinde tek hüküm süren duygu olsun istiyorum. Çocuklar mutlu olsun istiyorum. Şu çocuklarımın hayatını karartan SBS canavarı ortadan kalksın istiyorum. Eğitim sistemi değişsin, el yazısı kalksın istiyorum. Araba fiyatları düşsün. Zira artık arabasızlık canıma tak etti Noel Baba ya J Şu ev sahiplerine biraz insaf gelsin istiyorum, Şubatta kira artışım var. O yüzden TEFE TÜFE düşsün lütfen. Ay Noel Baba şu Dersim elimin tersim de bitsin artık aaa bay geldi J. Atatürk’ün değeri anlaşılsın istiyorum. Bizi teğet geçen ekonomi canımıza okumadan bir zahmet çeksin gitsin. Zira teğet buysa uğrasa sen bile kurtaramazsın bizi maazallah. Sana da yazık aaaaa J

Ülkeme lütfen barış getir Noel Babacığım. Artık birbirimizi boğazlamayalım. Barışalım da sarılalım. Bir de Noel Baba şu PKK ya akıl fikir getirsene ne olur. Akıllansın da artık gencecik askerlerimiz gelecek yıllarda getireceğin sürprizlerinden olmasınlar. Seni heyecanla bekleyebilsinler. Dur şu meclisteki muhterem büyüklerimize de empati getirsene. Belki kendileri lüks içinde yaşarlarken vekilleri oldukları halkın sefaletini görebilirler de insafa gelip şu memurların, işçilerin maaşlarına zam yaparlar, vergileri düşürürler, esnafa kolaylık sağlarlar, ülkemiz insanları azda olsa gülebilirler, insanca yaşayabilirler. Noel Baba benim ülkemde insanlar insanca yaşayamıyorlar biliyor musun? Şaşırdın değil mi? Haklısın Atatürk’ün ülkesi bu hale düştü işte. Canım Atamı görürsen söylesen de bir koşu gelse, şu yönetenlerin kulağını çekse J. Vallahi yaşasa kesin hazır ola tutar, kulak çekerdi artık başka ne çekerdi bilemeyeceğim. Hak ediyorlar ama. Sonra canım Atama diktatör diyorlar.

Bir de lütfen şu ülkeme eşitlik getirsen ne güzel olur Noel Baba. Ama biz sözde dışta ve içteki düşmanlarımızla uğraşmaktan içimize dönüp yırtık donlarımızı tamir edemiyoruz. Belki sen tamir edersin ne dersin? Seni seviyorum Noel baba bak sakın beni ve ülkemi unutma bozulur, küserim hatta ve hatta ağlarım J

Sevgili Can kuşlarım siz neler istiyorsunuz yeni yıldan? Lütfen bana yazın. Alıp verelim ekonomiyi canlandıralım değil mi ama J

Sizi seviyorum Noel Babayı ve yeni yılı sevdiğim gibi. Hepinize mutlu yıllar.




İzleyiciler


Osho

‎''Kişinin her zaman doğru yolda gideceğinin garantisi
yoktur. Birçok kere birçok şey insanları yanlış yola yönlendirir çünkü doğru
kapıya gelmek için birçok kere yanlış kapı çalınır. Hayat böyle...

Eğer ilk seferde doğru kapıya rastlanılırsa onun doğru
olduğu anlaşılamaz. Her yer, her şey kırmızı olsa başka hiç bir renk olmasa
kırmızının ne olduğunu kimse bilemezdi. O yüzden son tahlilde hiç bir çaba
boşuna değildir. Her çaba kişinin gelişiminin doruk noktasına ulaşmasına katkı
yapar. İnsan asla kararsız olmamalı... Yanlış yola sapmak endişe yaratmamalı.
İşte bu önemli bir sorundur. İnsanlara asla yanlış bir şey yapmamaları
öğretiliyor.

Onlar yanlış bir şey yapmaktan o kadar korkuyorlar ki, hiç
bir şey yapmıyorlar, hareket kabiliyetini yitiriyorlar. Mümkün olduğu kadar
hata yapın. Ama bir şeyi unutmayın. Aynı hatayı tekrarlamayın. O zaman gelişirsiniz.
Yoldan sapabilmek özgürlüğünüzün bir parçasıdır. Bu doğru, bu yanlış diye bir
şey yok. Hayat o kadar kesin değil, onu bu kadar kolay etiketleyip
sınıflandıramayız. Hayat her şişenin etiketli olduğu ve neyin ne olduğu bilinen
bir eczane değildir. Hayat bir gizemdir, her an tetikte olunmalıdır. Neyin
doğru neyin yanlış olduğu hakkında önceden hazırlanmış yanıtlara güvenilemez.
Hayat çok hızlı ilerler dinamiktir, iki an asla birbiri ile aynı değildir, o
yüzden bu anda doğru olan bir şey, bir sonraki anda doğru olmayabilir. Bu
değişen hayata nasıl tepki verileceğine kişi o anda karar vermelidir.

Hayat böyledir..
Onun için hazırlık
yapamazsın..
Onu hazır bir şekilde
bekleyemezsin..
Güzelliği bu, anlamı
bu.
Her zaman şaşırtır ve
sürprizlerle gelir.
Her anın sürprizlerle
dolu olduğunu ve önceden hazırlanan hiç bir yanıtın uygulanabilir olmadığını
görürsün...
Eğer gözlerin varsa…''


UBUNTU :)

UBUNTU :)
Afrika'da çalışan bir Antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir, ağacın altına koyduğu meyvalara ilk ulaşanın ödülü o meyvaları yemek olacaktır.Onlara "hadi, şimdi başlayın birinci olan ödülü alacak" der.O anda bütün çocuklar elele tutuşur, koşup ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyvaları yemeye başlarlar. Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu yanıtı verirler; Bu UBUNTU'dur. Nasıl olurda diğerleri mutsuz iken birimiz o ödülü yiyebilir ki ? Ve UBUNTU'nun anlamını açıklarlar onların dilinde UBUNTU "Ben biz olduğumuz için ben'im" demekmiş

Bob says

Bob says
Onun ilk aşkı olmayabilirsin, son aşkı da; hatta bir tanesi de, daha önce aşık oldu, tekrar olabilir. Ama şu an seni seviyorsa daha ne olabilir ki? Tıpkı senin gibi, o da mükemmel değil ve ikiniz birlikte asla mükemmel olamayabilirsiniz. Ama şayet o seni güldürebiliyorsa, iki kez düşündürebiliyorsa kabul edersin ki; insanlar hata yapar onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin herşeyi ver. Seni günün her anında düşünmüyor olabilir ama sana kırabileceğini bildiği bir parçasını verecektir. Kalbini. Yaralama onu, değiştirmeye çalışma, çözümlemeye kalkma ve verebileceğinden fazlasını bekleme. Seni mutlu ettiğinde gülümse, kızdırdığında fark etmesini sağla ve yokken özlediğini bil.
Dünyayı daha kötü hale getirmeye çalışanlar bir gün bile durmazken, ben nasıl durayım?

Ömer Hayyam;


Evvela;

Benim rızam olmaksızın

Dünyaya getirildim.

Hayatta;

Hayretimden başka bir şeyim artmadı

Sonra yine elimde olmadan

Bu dünyadan göçeceğim

GELMEKTEN, KALMAKTAN, GÖÇMEKTEN

Maksat ne?

Hala anlamış değilim!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı