Üzülme!
Dert etme can!
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan
Ne mutlu sana!
Elinde olmayanları
söyleme bana
Elinde olanlardan
bahset can!
Üzülme!
Geceler hep kimsesiz
mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek
mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...

* Mevlana

24 Haziran 2012 Pazar

Çünkü Sen Beni Sevdin Sevgilim


Sevgilim,
Senden önce aşka, koşulsuz sevgiye inanmazdım. Kimse beni olduğum gibi safça, şefkatle sevmez sanıyordum.
Gözlerime aşkla bakmaz, dili gerçek aşk sözleri söylemez, elleri sıkıca elimi tutmaz sanıyordum.
Bana koşa koşa gelmez, yanında olmadığımda özlemez, beni düşünmez sanıyordum.
Beni kendinden çok sevmez sanıyordum.
Ağlarken, mutsuzken kaçar sanıyordum.
Sanmışım Sevgilim. Hiç biri doğru değilmiş çünkü sen beni sevdin.
Hayatımı karartır sandığım sen hayatımı aydınlattın. Sevilmeye layık olduğumu hatırlattın bana.
Koşa koşa geldin her seferinde bana heyecanla. Her seferinde içten sarıldın. Ben seni seviyorum diye değil sen beni seviyorsun diye.
Benim seni mutlu etmem değil, senin beni mutlu etmen mutlu etti seni.
Sevişmelerimiz kutlamaydı. Yatakta gülmeyi senden öğrendim ben. Geceler oysa uyumaktan ibaretti bende senden önce. Geceyi kutlamayı öğrendim çünkü sen beni sevdin.
Sen beni sevdin, ben güçlü, umutlu bir aşk kadını oldum. Kadın oldum sevgilim çünkü sen beni sevdin.
Her bir araya gelişimiz sürprizdi benim için. Hediyeler, şiirler, keşifler, sohbetler, kahkahalar, tatiller. Teşekkürler sevgilim.
Romantik değildim senden önce. Sevmezdim bile. Sen öğrettin bana değerini. İçimdeki romantik sevilesi kadını.
Zamanın ne kadar değerli olduğunu, yapılması gerekeni zamanında yapmayı sen öğrettin.
Ben benim ve sevilesi, aşk kadınıyım çünkü sen beni sevdin sevgilim.
Teşekkür ederim.

Ölüyorum Sevgilim

Ölüyorum Sevgilim,
Sevgilim sana kanlı canlı geldim zıplayarak koşarak sevinçli bir kız çocuk misali. Umutlarım vardı sana yansıttığım. Planlamadım hiç birini. Hepsi bir anda öylece oldu.
Sen benim sevdiğimdin kıyamadığım. Seni benden daha çok düşündüm. Kırdım mı kalbini hiç Sevgilim? Kırdıysam çok özür dilerim. Kasten yapamam bilirsin beni. İşte bazen içimizdeki tutku mantığı devreden çıkartabiliyor. Tutkuluydum ben sana. Tutku ne garip bir duygudur. İnsanı başka birine çeviriyor. Oysa ben naif, yumuşağımdır. Olsun tutkusuz aşk olmaz olsun.
Seninle ben bir rüyaydım. Bu rüya ikimizindi. İki kişilik bir düş yaşadık seninle. Dedim ya bir fotoğrafımız bile yok.
Neden bu rüyayı halka açamadık Sevgilim? Sınırlarımız, olmaz olmazlarımız vardı değil mi? Neden olmazları olura çeviremedik? Neden düşünü bile kuramadık? Kursaydık şu an sen orada ben burada olmazdık. Düşleyemedik, izin vermedik kendimize. Korktuk başkalarını kırmaktan, yakmaktan, yıkmaktan. Belki de en iyisini yaptık. Yaptık ama bizi ayırdık. Başkalarını kırmamanın bedeli ayrılık olmamalıydı sanki. Ama o kadar güçlü değildik. Cesaretimiz yoktu. Aşkımıza değerini veremedik. Özgür kuşlar değildik. Sen dünyasal bense ruhsal. Ben uçmaya çırpınan bir kuştum sense yerinde güvenli ama mutsuzdun. Sen güveni seçtin ben uçmayı. Sen kaldın ben gittim.
Uçtum semalara Sevgilim ama kalbimde seni hep taşıdım. Diyarlar gezdim, limanlarda dinlendim, dünyalar keşfettim ama seni bulamadım. Oysa yolculuğum boyunca seni arıyormuşum. Buldum Sevgilim. Sen benim içimdesin ama ölüyorum. Sen mutlu ol, kırma, yıkma, yakma diye kendimi yani aşkımı bıraktım. Sen yaşamaya devam ettin ama ben ölüyorum. Bana can veren aşkım gün geçtikçe bitiyor. Bir gün elinle kılıcınla geleceğine duyduğum inancımı da yitirdim. Ben sana olan inancımı kaybettim Sevgilim. Bundan ötesi var mı? İnanmansam yaşayamam. Nefes alamıyorum Sevgilim, gelecek misin?
Kimse vazgeçilmez değildir şu hayatta nefes bile. Ben nefesimden vazgeçmek üzereyim.
Sen mutlu olasın diye ben acıları kendime aldım ama artık acılar ağır geliyor be sevdiğim.
Ben özgür, hafif bir kuşum. Artık senin için aldığım nefeslerle birlikte acılarımı da bırakıyorum.
Seni ilk gördüğüm yere bırakıyorum hepsini. Toprak hatırlayacak bizi. Ama ben unutacağım. Hatırlamak, beklemek, sevmek yordu beni Sevgilim.
Ağacımız yeşillenmiş, benim ölümüme inat. Bana ne anlatmaya çalışıyor acaba doğa?
Akışa geçmek gerek anladım bunu. Akanı engellemek, tutmak sadece ruhuma zarar verdi.
Zarardayım ben sevdiğim. Şimdi kara geçme vakti.
Belki de iyi ki bir fotoğrafımız bile yok. Ona her baktığımda nefesim kesilirdi. Varsın olsun resmimiz olmasın.
Hoşça kal. Yolum açık olsun yeni yaşamda. Hatırla şu dünyada sevildin.
 

20 Haziran 2012 Çarşamba

Askere Gidiyorum Öyle İse; YOKUM :(

Sevgili Can Kuşlarım;
Ben deniz Sevgi Periniz, çok üzgünüm çok. Olana, olmakta olana kabul vermeyi öğrenmiş insan varlık olarak ellerine silah tutuşturularak hainlerin önüne yem misali atılan ana kuzusu gençlerin ölümüne kabul veremiyorum. İçim inanın kan ağlıyor. İçimde bir taraf isyanda da dışarı vuramıyorum. Neden neden benim ülkemde can, kan, nefes bu kadar ucuz?
Vatan daha değerli değil mi?
Vatan değerli de peki yaşam? Yaşam değersiz mi? Yaşam vatandan ibaret bu ülkede. İyi ki benin oğlum yok. İster bana kızın ister kızmayın ama iyi ki yok. İçimdeki isyankâr tarafım çocuğumu askere göndermeyi ret ediyor.
Allahın bana hediye ve emanet olarak verdiği insan tohumunu canımla kanımla besleyeceğim, filizlendireceğim, o filizi önce çiçek sonra ağaç yapacağım, aldığım her nefesi onun için alacağım ve sonra tam kök salacakken toprağa, ellerimle yok edilmesi için teslim edeceğim. Kök salmasını beklerken, toprağa gömeceğim.
Adalet mi bu Can Kuşlarım? Vatan sağ olsun da peki benim kuzu çocuğum, çocuklarımız?
Bu vatan için dökülen kanlar yetmedi mi artık? İsyan ediyorum katılır mısınız benim isyanıma?
Şimdi soruyorum, bu ülkede ordu yok mu, mesleği askerlik olan insanlar yok mu? Bu insanlara ve orduya para akıtılmıyor mu? Öyle ise mesleği askerlik olup, bununla geçinen varlıklar neden gidip savaşmıyorlar, vatanımızı korumuyorlar? Bu yüzden bu mesleği seçmediler mi? Yoksa askeri lojmanlarda, ordu evlerinde keyif sürmek için mi asker oldular? Ben anlamıyorum zaten kimse de anlatamaz. Yok, böyle bir dünya.
Asker olacağım, her ay para alacağım ama gidip savaşmayacağım. Tabi ne gerek var kimsesiz, küçücük çocuklar var. Onlar kimsesiz ve değersiz.
Kimse kusura bakmasın bu ülkede her şey yanlış. Ana kuzusu çocuklar nasıl savaşabilir, ne anlar silah tutmaktan, insan öldürmekten. İşte anlamadıkları için katlediliyorlar.
Tek suç hainlerin mi?
Sıcacık yataklarında yatan askerlerin suçu yok mu?
Devlet büyüklerimizin suçu yok mu?
Çocuklarını koruyamayan halkın suçu yok mu?
Yok, asker arkadaş, ille vatan sağ olacaksa bir zahmet o sıcacık yatağından kalkacaksın ve gidip dağlarda savaşacaksın ya da istifa edeceksin. Sana para ödeniyor. Bedavaya ekmek mi var bu dünyada?
Bu yazıyı sizlere yazarken gözlerimden yaşlar dökülüyor, ben duygu insanıyım. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyemiyorum. Yaşama hakları ellerinden alınan gencecik askerlerimiz için isyandayım.
Bir varmış bir yokmuş; gencecik annesinin babasının göz bebeği, ümidi çocuklar varmış ve vatan aşkıyla vatani görevini yapmaya gönülden gitmişler. Sonra bir varmışlar, bir yok olmuşlar. Yaşam masallarını tamamlayamamışlar. Masalları yarım kalmış. Masalları yarım kalmış ama vatanları nefes almaya devam etmiş. Masallarındaki sağ olan vatanda, zengin, nüfuslu, makamlı olmayan anneleri, babaları hiç dinmeyecek gözyaşlarıyla kimsesiz kalmışlar. Şehit gençler için verilen bütün emekler çöpe atılmış ama kalplerde hiç geçmeyecek yaralar açılmış. Olsun bu masal onların masalı değil sağ olan vatanınmış. Bu sağ olan masalsı vatanda ne yazık ki ne hak, ne adalet, ne eşitlik, ne de özgürlük varmış. Bu vatan bir karış toprak uğruna yaşam ağaçlarını kuruturmuş. Bu vatan toprakları kıpkırmızı kanlarla ve gözyaşlarıyla örtülüymüş ve hiç kurumazmış. Kuruyup ta tazelenip, yeşeremezmiş.
Masallar böyle olmaz değil mi Can Kuşlarım? Masallar hep mutlu sonla biter ama maalesef bu ülkede masallar bilinmiyor çünkü yaşanamıyor, yaşatılmıyor.
Ben Sevgi Periniz aşkla bağlı olduğum Allah’tan ülkeme hak, adalet, özgürlük, birlik, beraberlik, akıl ve fikir diliyorum.
Hatırlayın, Seviliyorsunuz.

19 Haziran 2012 Salı

NEDEN?


Neden benim ülkem adaletsiz, fakir, mutsuz, huzursuz?
Bu topraklar varlık toprakları değil mi? Bu ülke yoktan var edilmedi mi? Biz neden yoktayız da bir türlü varlığımızı fark edemiyoruz?
Neden hep zarardayız da kara geçemiyoruz?
Neden miras yediyiz? Neden mirasımızı çoğaltmak yerine manevi kasamızı boşaltmakla meşgulüz?
Neden bir birimizi sevmiyoruz, kabul etmiyoruz? Farklılıklar bizi biz yapmıyor mu? Neden fikirlerimizi çarpıştırıyoruz? Çok fikir zenginlik değil mi? Neden zenginliğimizi ret ediyoruz?
Neden benim ülkemin topraklarında kan kokusu var? Neden hala şehitlerimiz, gazilerimiz var?
Neden benim ülke insanım aklını ve kalbini kullanmıyor? Neden uyuşturucu almış gibi, sahte nirvanalar yaşıyor?
Neden hala korku, dehşet, tecavüz, katliam, savaş var benim ülkemde?
Neden koyulanın üzerine bir adım gidemiyor ülkem insanı?
Neden bilim adamlarımızın, gerçek sanatçılarımızın, yazarlarımızın değerini bilemiyoruz, kovuyoruz da başka memleketler havada karada kapıyor?
Neden hala dış devletlere bağımlı benim ülkem? Neden ülkem emanet ter temiz avucunu başkasına açıyor ve neden kucaktan kucağa oturuyor?
Neden benim ülkemde hala çocuk işçiler var? Neden benim ülkemde çocuklar dini istismara, zorlamaya maruz kalıyor?
Neden bir kısım bolluk bereket içinde yaşıyor da çoğunluk yokluk, yoksunluk içinde? Neden bolluk ve bereket içindeki kesim diğer kadersiz kesimi hiç umursamıyor? Neden bu kadar bencil? Neden komşusu açken, kendi koca göbeğini kaşıyor?
Neden millet uzaya gidiyor da biz yer altına çekiliyoruz?
Neden bilgi değersiz? Neden yalan dolan değerli benim ülkemde?
Neden doğru söyleyen dokuz köyden kovuluyor, parmaklıklar arkasına atılıyor da şakşakçılar baş tacı ediliyor?
Neden çok konuşup az iş yapan makbul benim ülkemde?
Neden hala dini vicdan sömürülüyor?
Neden hala benim ülkem insanı uykuda, rehavette? Neden uyuşuk? Neden uyanıp, etrafına bakamıyor, olanlara dur diyemiyor?
Neden korkak, tırsak, sinmiş, kafasını kumun içine gömüyor da poposu açıkta kalıyor?
Neden benim ülkemde neşe, mutluluk, kahkaha sesleri yayılmıyor da onun yerine ülkemin toprakları gözyaşlarıyla çamurlu?
Ben deniz Sevgi Periniz soruyorum size Can Kuşlarım? Paylaşır mısınız nedenlerinizi benimle?
Hatırlayın, seviliyorsunuz!

18 Haziran 2012 Pazartesi

Kırık Kalpler Dünyası :)

Sevgililer,
Ne kadar çok kırılmış kalp var şu sevilesi dünyada.
Dünyaya kalbimizi kırmaya sonra tekrar eski haline yani en saf haline getirmek için geldik.
Ben o kırık kalplerden biriyim neyse ki.
Bu benim yaşadığımı, hayallerim olduğunu ve onların peşinden gittiğimi, cesaretimi, umudumu gösterir.
Neyse ki yaşayan bir ölü olmadığımı gösterir. Çünkü yaşadığımız dünya her ne kadar sevilesi olsa da düz bir alan değil.
Pürüzleri, keskin virajları, dik dağları, kaygan zemini ve çukurları var.
Bu pürüzler düz yolda yürürken ayağımıza takılan taşlar gibidir.
Hani ayağımız takılıp düşeriz ya ondan.
Hayatta her şey istediğimiz an olsaydı, öylece, ne sıkıcı olurdu. Hiç uğraşmadan, çabalamadan. Keskin virajlar ah o keskin virajlar hani arabamızda sonsuz hızın verdiği keyifle giderken virajı alamayız direksiyon hâkimiyetini kaybederiz ve bum toslarız ya da uçurumdan aşağıya uçarız. Hayat ta işte öyle.
İstediğimiz kadar hâkimiyetimizi kaybedelim, uçurumdan uçalım her seferinde çizgi film kahramanları gibi daha güçlü ayağa kalkalrız.
Yaşamın dağları çok diktir. Hepimiz kahraman dağcılarız.
Doğduğumuzda o dağın başındayızdır, başlarız tırmanmaya.
Yalnız dağcıların aletleri vardır bizim sadece umutlarımız ve kalbimiz vardır.
O dağın sonuna geldiğimiz an yaşamımızın sonudur bence.
Bazen tırmanırken dağa ulaştığımızı sanırız ama maalesef sandığımız şey olmaz ve bir an yağmur yağar zemin kayganlaşır buz pisti gibi, hop başladığımız noktaya geri döneriz.
Dedim ya o dağın sonu ebedi mekândır.
Dağın her yeri dik değildir bazen düzlüğe çıkarız. Tam rahatladım deriz, önümü, arkamı, sağımı, solumu kollamadan yürüyeceğim deriz.
Deriz ama önümüze çıkacak çukurları bilmeyiz. O çukurlar hayatın gerçekliğidir.
Ben çukuru karanlığa, düzlüğü aydınlıkla özdeşleştiririm.
Bazen içimiz kararır, orada her şey zordur, çekilmezdir hatta kendimiz bile.
O çukurlar ve karanlığı bize aydınlığın anlamını öğretir.
Ben çok çukura düştüm hatta ve hatta çukurlarımda çok zaman geçirdim.
Her şeyin bir sebebi vardır, onlar olmasa iyiyi bilemezdim. Çukurlarım beni ben yaptı.
Beni dağımdan alı koyamadı, çünkü ben o çukurlardan her seferinde Speedy Gonzales misali daha hızlı ve güçlü çıktım. Yavaş yavaş tırmanacağım dağı daha hızlı tırmandım.
Pürüzleri, keskin virajları, çukurları, kaygan zemini hayatımın her alanında yaşadım.
Yaşaya yaşaya öğrendim dağımın yüksekliğini, cesaretimi, inatçılığımı, gücümü, inancımı. Pürüzlerin, keskin virajların, kaygan zeminin,çukurların aslında kendim olduğunu biliyorum. Şimdi onların hepsini tanıyorum.
Tekrar karşılaşabiliriz, hayat bu belli olmaz ama bu sefer daha güçlü, kararlı olarak, ne istediğini bilerek ve gülümseyerek karşılayacağım onları.
Bendeniz Sevgi Perisi sizleri çok seviyorum, her şerden bir hayır çıkartışlarımı sevdiğim gibi.
YALNIZ DEĞİLSİNİZ; HATIRLAYIN!



16 Haziran 2012 Cumartesi

Zuzaylı mıyım Ne?

Sevgilier,
Valla billâh ben zuzaylı değilim.
Peki, ama neden sokakta yürürken hiç tanımadığım insan varlıklara gülümsediğim zaman bana garip garip bakıyorlar?
Gülümsemeyi çok severim zaten çoğu zaman içimden geliyor, doğal olarak gülümsüyorum. En çok sokakta yapıyorum bunu. Çünkü sokakta ben ben oluyorum. Rollerim yok, sadece Sevgi Perisiyim. Sokakta özgürüm alabildiğine. İstediğim kadar yürüyebilir, istediğimi düşünebilir, istediğimi gözetleyebilir, bangır bangır müzik dinleyebilirim, hayal kurabilirim.
Müzik dinler misiniz? Ben çok dinlerim hatta hayatımın en önemli parçalarından biri. Müziksiz eksik kalırım. Sizlere de tavsiye ederim. Sabahları muhakkak müzikle uyanırım. Kesinlikle hep neşeli ve hareketli şarkılar dinlerim şu anda kulağımda çalan müzik gibi.( Laura Branigan Gloria) Kendimi müziğin ritmine kaptırıp saatlerce dans edebilirim.
Siz hiç sokakta yürürken dans ettiniz mi?
Ben çok ettim, banane diğerlerinden, beni görmelerinden.
Çünkü pek o anda insanları umursamam, kendi hayal dünyamdayımdır.
Ara sıra dünyaya döndüğümde insanların beni gülümserken izlediklerine şahidim.
Duygularımızı dibine kadar yaşama taraftarıyım, o ne der bu ne düşünür demeden.
Bana ne onlardan, bunlardan, şunlardan.
Ben benim ve Sevgi Perisiyim. Tek ve özelim tıpkı sizler gibi Sevgililer.
Depresyona girer misiniz? Benim depresyonum genelde yüzleşmekle ve sorgulamayla özdeştir.
İşte o anlarda kimse konuşmasın benimle. Sessiz moda geçerim. Bir süre out of service oluyorum.
Ruhum için gerekli çünkü. O sırada ben ve ben sohbet etmekle meşgulüz.
İşte onlardan birine şu aşkı cıvaya benzeten sevgilim şahit olmuştu, şaşırmıştı.
Neyse, kısa süreli ben ve benin oturumundan sonra çıkıp yürümüştük sessiz ve karanlık sokaklarda.
Sonra birden ufacık tefecik olan beni kaptığı gibi omuzlarına aldı. Kendisi de bir hayli büyüktür.
Birden sessiz, karanlık sokak benim neşe kahkahalarıma aydınlanmıştı.
Muhteşemdi. Yüksekler harikaydı.
Onun sayesinde ben o gece yükseklik korkumu fark edip dönüştürdüm.
Bizi gören çiftler hiç ayıplamadı aksine hepsi gıptayla baktı.
O anlar onunla geçirdiğim en muhteşem anlardı, çünkü içimdeki neşeyi ortaya çıkartmıştı.
Teşekkür ederim ona sevgiyle. Biliyorum ki o da bunu ilk defa yapmıştı ve belki bir daha hiçbir kadına yapmayacaktı.
Ben bendim, o oydu işte öylece.  Anı yaşamak böyle bir şey Sevgililer.
Ama üzüldüğüm nokta; insan varlıklara gülümsediğimde karşılığını alamıyorum henüz.
Garip garip bakıyorlar. Acaba akıllarından ne geçiyordur sizce?
Bu kim ya mı diyorlardır, deli mi ne mi diyorlardır? Bana karşılık vermeleri için beni tanımalarımı gereklidir? Hepimiz tanıdığız ki aslında. Tek kaynaktan gelmedik mi? Kardeşler birbirini tanımaz mı?
Bana gülümseyerek cevap veren varlıklar yaşlı amcalar, teyzeler ve çocuklar. Neden acaba?
Çünkü onlar görmüş, geçirmiş, olgunlar. Hayatın anlamını bilmişler.
Çocuklar ise saflar ve içlerindeki saf sevgiyi henüz kimse kirletmemiş.
Yumuşak bir enerjim var aslında. Pamuk gibi ama henüz bu tam anlamıyla algılanmıyor.
Ben insan varlıkları mesleklerine, ceplerindeki paraya göre değerlendirmem. İnsan insandır işte.
Ne eksik ne de fazla. Ben neysem onlar da öyle.
Bir gece oldukça aristokrat bir erkek arkadaşla sahile inip, çimlere yayılıp, yıldızları seyredip, hayattan konuşarak şişeden şarabı devirdiğimizde çok mutlu olmuştu. Oysa onun teklifi lüks bir yerde kibar bardaklarda şarap içmekti.
Zaten hep yaptığı şeydi. Arada değişiklik iyidir. Yaşam mekânlarda değildir, dışarıdadır. Yaşam kıyafetlerde değildir, içimizdedir. Yaşam oturduğumuz evlerde değil kalbimizdeki yuvadadır.
Ben bunu öğrendim tam tersini deneyimleye deneyimleye.
Hiç bitmeyecek lafımın kısası belki bir gün sizinle karşılaşırız, size gülümsediğimde siz de bana gülümser misiniz? Gülümsemenize talibim.
Ben Benim ve Sokak Çocuğu Sevgi Perisiyim sizleri sokağa oyun oynamaya, eğlenmeye, anı yaşamaya çağırıyorum. Camınıza gelen taşın sesini duydunuz mu? Gelir misiniz benim yanıma?
Hatırlayın Seviliyorsunuz!



15 Haziran 2012 Cuma

Kanatsız Melek Babacığım:)

Babacığım, canım, aşkım babalar günün kutlu olsun. İyi ki şu sevilesi dünyaya geldin, benim var olmama sebep oldun. Sen yaşarken yüzüne canlı kanlı söyleyemediğimi şimdi bütün Can Kuşlarımın önünde söylüyorum. SENİ SEVİYORUM BABACIĞIM.

Babanız size ne ifade eder Can Kuşlarım?

Baba benim için yıkılmaz, çelikten bir kaledir. Bu kale güvenlidir. Arkaya dönüp bakmaya gerek yoktur, babanın eli sırtınızdadır. Düşmenizi engeller çünkü o sıcacık elleriyle sizi her daim destekler bir çınar gibi. Çınar ağacıdır baba. O ağacın altında serinlersiniz, umutlanırsınız en önemlisi korkmazsınız. Baba cesarettir hayatta. O cesaretle her istediğinizi güvenle yapabilirsiniz.

Baba, annelerimiz gibi kanatlı değildir, kanatsız melektir. Çünkü kanatlarını size ödünç vermiştir. Her daim üzerinizdedir. O kanatların altında kim ne yapabilir size? Kanatları o kadar güçlüdür ki, kimin gücü yetebilir kırmaya?

Baba tehlikeyi sezdiğinde kükreyen ormanlar kralı aslandır. Çocuğunu bütün tehlikelerden korur, kim o kükremenin karşısında durabilir? Ben tavsiye etmem.

Baba dünyadaki gerçek yuvadır. Bu yuvada gerçek sevgi vardır. Baba her ne olursa olsun rahatlıkla dönebileceğiniz kapıdır.

Baba zamansızlıktır. Yaşınız kaç olursa olsun o babadır, büyümezsiniz onun gözünde.

Baba kız çocuğu için iskambil kâğıtlarından As olanıdır. İlk sevdiği erkek babasıdır sonraları da babası gibi bir adama âşık olacaktır. Erkek çocuğu içinse ilk kahramandır. Onu örnek alacak, yuvasında onun gibi olacaktır.

Benim babam bunların hepsiydi. O varken cesaretliydim çünkü güvendeydim. O olduğu sürece beni top yıkamazdı. Babam şu sevilesi dünyayı terk edeli dokuz yıl oldu. O artık bedensel olarak yok. İlk öldüğü gün kolum, kanadım kırılmıştı. Onda hissettiğim güven duygusunu hiçbir erkekte hissetmedim, belki de hiç hissedemem. Varsın olsun öyle olsun, onunla öğrendim ve biliyorum ya yeter bana. Babam bedensel olarak yok belki ama enerjisi hep benimle. O gitti ben güçlü, cesaretli olmayı öğrendim. Kendi kanatlarımı çıkarttım, kendim kapı oldum. İçimdeki kendi çınar ağacımı yeşerttim, büyüttüm. Kendimi korumayı öğrendim.

Doğru insan olmayı babamdan biliyorum ben. Doğru bildiğimden şaşmamayı, hayallerimin peşinden gitmeyi, kendime güveni ve inancı babamla bildim ben.

Keşke ah keşke yaşasaydın be babacığım. Yaşasaydın da şu yazdıklarımı okuyabilseydin, ne çok isterdim inan. Ölmediğini biliyorum, sen hep varsın. Kalbimde, zihnimde, dilimde, davranışlarımda yaşıyorsun, yaşayacaksın da. Sana babasının küçük kızı Sevgi Perisi sözü.

Sevgili Can Kuşlarım, eğer babaysanız gününüz kutlu olsun. Eğere henüz evlatsanız, kalkın şimdi ve tam zamanında babanıza onu sevdiğinizi söyleyin. Hatırlayın, yarın çok geç olabilir. Her şey zamanında anlamlı ve güzeldir. Bakın benim söyleyeceklerimin adresi silindi. Eğer benim gibi adressiz Can Kuşlarım var ise, siz de bugün benim gibi babanızı anın, onun adına kadeh kaldırın ve kutlama yapın iyi ki yaşamda var olduğu için.

Hatırlayın, alınan hediyelerin fiyatı ve değeri vardır ama sevgi sözcükleri, teşekkürler ve sıcacık sarılmalar paha biçilmezdir.

Ben Sevgi Periniz, şu anda kadehimi bir zamanlar çoğu nefesini benim için almış babam için kaldırıyorum. Şerefine kalem, kapım, çınar ağacım, canım kanatsız melek babacığım.

7 Haziran 2012 Perşembe

Allah ile Arama Girme!

Allah ile arama girme.
Ben benim ve Allahın yarattığı dünyasal bir varlığım.
Benim Allah ile arama din bile giremezken siz nasıl oluyor aracılık yapıyorsunuz, hatta ve hatta onun yerine kararlar verebiliyorsunuz?Buranın tekâmül alanı olduğunun farkında mı değilsiniz yoksa unuttunuz mu?
Allah biz varlıkları özgür bırakmıştır. Dünyaya gelecek olan varlığın kaderi çoktan bellidir.
Kürtaj olacaksa bile. Yoksa siz kadere de mi inanmıyorsunuz? Allah’ı bilen insan şu dünyada onun izni olmadan bir yaprağın bile kıpırdayamayacağını bilir yoksa siz unuttunuz mu?
Diyelim ki özgür irade geçerli olsun. Kişi bütün yaşayacaklarının kararını kendi veriyor olsun.
Eninde sonunda bunun hesabını vermeyecek mi?
Eğer bir kadın kürtaj olarak günah işliyor ise, kürtaj olmasını engellemek özgür iradesine müdahale etmek değil mi?
Peki, bu günah değil mi?
Bir kadının bütün hayatını etkileyecek bir kararı sizin vermeniz günah değil mi?
Kürtaj olan kadın bunun vicdani muhasebesini yapmaz mı?
Zaten cehennem denilen şey vicdan ile alakalı değil mi?
Allah yarattığı varlıkları her şekilde ve her durumda koşulsuz, yargılamadan sever.
Allah bile yargılamazken yarattığı bizleri, bizler kim oluyoruz da birbirimizi yargılıyoruz?
Yüce yaratıcımız bizim özgür irademize karışmazken bizler nasıl oluyor birbirimizin özgürlüğünü kısıtlıyoruz?
Yaratıcı enerji dişil enerjidedir. Öyle ise, bunu kullanıp, kullanmamak kendisine kalmıştır.
Sonra; çocuk doğurmak ile doğurmamakla ilgili kararı nasıl oluyor erkekler veriyor?
Kadın hamile kaldığı ve doğurmaya karar verdiği an hayatını değiştirmiştir demektir.
Önce bedeni, sonra bütün hayatı.
Bir mucize oldu, kürtajı günah sayıp, yasaklayan zihniyetteki erkeklerden biri hamile kaldı diyelim.
Ne hissederdi?
Bence yirmi dört saat buna dayanamaz.
Acaba ne yapar?
Bilmediği bir durum hakkında erkekler nasıl bu kadar kolay yargılayıcı ve karar mekanizması olabiliyor?
Peki, kadınlar tek başlarına mı hamile kalıyor?
Erkekler neden korunmuyor da kadın istenmeyen hamilelikte kürtaj olamıyor?
Varlık kadın diye anaç olmak zorunda mı?
Dünyaya gelen her dişi anne olmak zorunda mı?
Ülkemizde çocuk esirgeme kurumları bom boş mu yoksa tıklım tıkış annesi babası tarafından terk edilen çocuklarla mı dolu?
Devlet bu istenmeyen çocukları layıkıyla bakabilecek kadar zengin ve yetkin mi?
Esirgeme kurumlarındaki çocukların sağlıklı şartlarda yetiştiğini, sağlıklı bir psikolojiye sahip olduğunu kim iddia edebilir?
Diyelim ki; kadın istemediği halde, yasak olduğu için doğurmak zorunda kaldı.
Bu kadın mutlu bir hamilelik geçirebilir mi?
Anne karnındaki varlık annesi tarafından istenmediğini hissetmez mi?
İstemeden doğurduğu çocuğa bir kadın ne kadar şefkat gösterebilir?
Her yaşadığı sorunda çocuğunu suçlu görmez mi?
Bu çocuğa yazık değil mi?
Bizler çocukları çile çeksinler diye ya da dinsel egolarımızı tatmin etmek için mi dünyaya getiriyoruz?
Yoksa Allah’a yaranmak için mi?
Başka insanların yaşamını yıkarak yapılanı acaba Allah alkışlar mı?
Allah’ın yaranılmaya ihtiyacı mı var?  
Allah, yarattığı varlığa acı çektiren varlığı alkışlamaz bence yoksa bana kul hakkı ile gelme emri vermezdi.
Bu ülkede bunca insan açken, işsizken, var olan çocuklarını doyuramazken, adalet tarih kitaplarında kalmışken, demokrasi ütopyayken, Cumhuriyet tehlikedeyken, tek derdimiz kürtaj mı?
Kadın bedenini dillerine dolayan, haklarını gasp eden zihniyetler bunun vebalini her daim taşıyacaktır.
Allah’ın sobası yoktur. Yapılan her şeyin karşılığı bu dünyada vardır.
Dişil Enerjiyi düşürenler yaratıcı enerjiyi düşürdüklerinin farkında bile değiller.
Netice itibariyle Allah tarafından bana hediye edilen beden ve yaşam bana aittir.
Kaderimde varsa anne olmak olurum, yoksa kürtaj olurum belki hiç hamile kalamam.
Biliyorum ki; Allah’ın dediği olur başkasının değil. 
Bu bağlamda Allah’tan ülkeme akıl, fikir ve vicdan diliyorum.
Ben Sevgi Periniz sizi aşkla seviyorum tıpkı aşkla bağlı olduğum Allah’ımızın bize verdiği özgür irademi sevdiğim gibi.

6 Haziran 2012 Çarşamba

Saçıma Düşmüş Aklar :)

Aman Tanrım, saçıma düşmüş aklar L Tam tamına üç adet beyaz tel saçım var başımda düşünebiliyor musunuz?
Çok moralim bozuldu çok fark ettiğimde. Hayır, ne arada çıktı annem onlar ya?
Ben şok oldum inanın, sanırım saçlarımın hiç beyazlamayacağını sanıyordum Büyük Hayalci olarak ben. Her daim genç kalacağımı falan sanıyordum herhal J Ancak on iki saatte attım bu acımı J
Bazen kendime üzülme, sızlanma izni veriyorum. Sızlanmak, üzülmek, şikâyet etmek eskiden benim kod adımdı. Bu bağımlılıktan kurtuldum ama arada insan özlüyor be J
Sızlanma keyfimden sonra tekrar aynaya baktım ve dedim ki:
‘ Vay be Sevgi Perisi, bu aklar senin olgunluk ifaden’
Evet, büyüdüm ben Can Kuşlarım. İnanıyorum ki kendimle yüzleşmek yerine herkesi, her şeyi suçlasaydım başıma gelenlerden dolayı o üç ak beyaz tel olmayacaktı saçımda. O zaman çok kolaydı. Sorumluluk almak yoktu. Ben hep haklıydım. Ağlardım, sızlanırdım ve bundan zevk alırdım. İnsan zevk aldığı şeyler yüzünden yıpranmaz.
Sonra, kendimi bulma yolculuğuna çıktım. Uzun, yıpratıcı bir yolculuktu. Bu yolculukta kendimi bildim. Gerçekte kim olduğumla, gerçek düşüncelerimle, yargılarımla, inançlarımla tanıştım. Yüzleşmelerim ağırdı. İnsanın kendini olduğu gibi kabul etmesi en zor şey şu hayatta. Çok az insan kendindeki kusurlarını cesurca kabul eder ve itiraf eder. Ağlamaktan zevk alan ben yolculuğumdaki ağlamalarımdan hiç de zevk almadım, alamadım. Ama içli, içli gerçekten nasıl ağlanır öğrendim. Arada kendimden midem bulandı, o kadar bulandı ki defalarca kustum. İştahtan kesildim. Aylarca baş ağrısı ile dolaştım. Sonra zihinsel arınma yani zihinsel inançlarımı ve yargılarımı temizlerken diş etlerim ilk defa arıza yaptı, dişlerim çürüdü. Bir süre oto kontrolümü kaybettim ya da öyle sandım ama iki şekilde de elimdeki bardağı, tencereyi, tavayı defalarca düşürdüm. Sonunda başardım. Olgunlaştım. Bunca şeyin sonunda saçıma ak düşmüş çok mu? Onlar bana her daim yolculuğumu hatırlatacaklar.
Zaten eninde sonunda olmayacak mıydı? Bedensel yaşlanmadan olacağına, bir sebep yüzünden olması benim için uygundur. Yaşadığımı, cesaretimi gösterir. Bu yolculuk sırasında bazı zamanlarda yaşamadığımı hissettim. Evet, yaşamadım yaşamın can canını belki ama ruhumun en derinliklerinde aslında yaşıyordum. Can can yoktu hayatımda belki ama derin yüzleşmeler, değişim dönüşümler, deli kitap okuma vardı. Sayısını unuttum okuduğum kitabın. Bu yolculuk yüzleşme, değişim, dönüşüm ve öğrenme yolculuğuydu. İlahi oyuna dâhil olmuştum.
Bunu neden yaptığımı çok sorguladım. Geri zekâlı mıydım ben acaba yaşıtlarım eğlenirken ben başka dünyadaydım ve kendimi yerden yere vurmakla meşguldüm. Sonra buna kabul verdim. Çünkü bu yolculuğa planlı, programlı çıkmadım. Ama hiçbir şey için de bu kadar hevesli, kararlı, istikrarlı olmadım. Öyle ise vardı bir sebebi. Şu an size yazmam bile bir sebeptir. Bilgelik kazandım. Ama sizden üstün değilim sadece ben farkındayım. Hatırlayın, hepimiz bilge ruhlarız. Hepimiz üstadız.
Neticede yüksek farkındalığımla birlikte artık beyazlarım da var. Yaşlanmaya da kabul verdim. Her yaşın güzelliği ayrı.
Otuzlu yaşlarım gümbür gümbür geldi ve bu zamana kadar dolu dolu geçti. Beş senede geldiğim olgunluğa bu yolculuğa çıkmasaydım belki ellili belki de altmışlı yaşlarımda gelirdim canım acıya acıya. Bunu seçmedim, iyi ki seçmedim. Varsın olsun saçımda beyaz olsun. Yaşadıklarımdan ders çıkartmayı öğrendim ya yaşasam da ölsem de gam yemem. Yaptığım yanlışı sevmeyi ama tekrarlamamayı öğrendim. Burası garip bir alan, yanlış yapmadan doğruyu bulamazsın. Yanlışın doğruyu götürmediğini, yanlış yapmaya hakkım olduğunu öğrendim. İç sesimi dinlemeyi öğrendim. İç sesimin onaylamadığı şeye dikkat etmeyi öğrendim. Onun benim rehberim olduğunu biliyorum.
Size şunu söyleyebilirim, beyaz hiçbir şeydir ama bilgi her şeydir.
Ben deniz saçına aklar düşmüş Sevgi Periniz size cesaret dolu bir yaşam ve sonucunda farkındalık, bilgelik diliyorum.

5 Haziran 2012 Salı

Aşk Eylemde Gizlidir :)


Aşk ne ifade eder size Can Kuşlarım? Heyecan, kalp çarpması, kısa süreli delilikten bahsetmiyorum. Bunlar fiziksel semptomlar. Geçelim onları. Gelelim aşkın tanımına. Bunun dışında nasıl tanımlarsınız aşkı?
Bence aşk olduğu gibi ve tamamen kabul etmektir. Gençlik başımızda dumanken, her şeyin farkında değilken, kök çarka odaklıyken fiziksel belirtiler bize yol gösteriyordu aşk tanımında ama belli bir yaştan, yaşananlar yaşandıktan, olgunlaştıktan sonra eski rehberin yeterli olmadığını hepimiz biliyoruz artık.
Yaşadıklarımızdan neler öğrendik?
Öncelikle, hepimiz kısa süreli delilik sırasında gözümüze perde indiğini, âşık olduğumuz kişinin aslında sandığımız kişi olmadığını öğrendik.
Eğer temeli dolu değilse bize sadece heyecan veren, iştahtan kesen, bulutların üzerine çıkaran aşkın geçici olduğunu öğrendik. Çünkü gözlerimize inen perde çekilince kişi aşk kriterlerimize uygun değilse önce sızlanmaya, şikâyet etmeye sonra da kaçacak delik aramaya başlarız. Aslında birlikte olmak istediğimiz kişi asla bu kişi değildir. Âşık olduğumuz kişinin eğitim durumu, kariyeri, ailesi, karakteri hiç önemli değildir, ayaklarımız yerden uzaktır ya; yeterlidir. Benim şimdiye kadar âşık olduğum adamların hiç biri gerçekte birlikte olmak istediğim adama uymuyorlardı, o yüzden hiç biri bence gerçek aşk değildi. Olsaydı vazgeçemezdim. Oysa kararımı verdiğimde arkama dönmedim hiç. Çünkü hiç biri için işte ‘O ‘ diyemedim. Ne acı değil mi? Sizler aşkta şanslı olanlardan mısınız?
Şimdi size bana şimdiye kadar yapılan en güzel aşk ilanını yazıyorum. Ben çok etkilenmiştim.
Aşk cıva gibi bence,
Hiç cıva gördün mü?
Cıva çok enteresan bir maden, bir kap içinde olduğun da bir bütün gibidir.
Kaptan çıktığında, yani bir kaşık cıvayı alıp, düz bir zemine azcık sert olarak döktüğünde dağılır, kibrit çöpü başı kadar tanelere ayrılır, yüz, yüz elli, iki yüz parça olur. Bu parçaları kibrit ucuyla birbirine ittirerek yaklaştırıp iki ayrı parça birbirine deydiğinde anında birleşir, ek yeri falan kalmadan bir bütün olur  ve bu şekilde parçaları topladığın da hiç eksiksiz
döktüğün kadar cıvayı toplarsın ve inan hiç az önce dağalan yüz, yüz elli, ikli yüz parçaya ayrılmış halinden en ufak bir iz kalmaz.
İşte aşkta böyle bence.
Hayal kırıklıklarında dağılabiliyor, parçalanabiliyor. Toplarken dikkat edersen aynı eski haline gelebiliyor; bunu döktüğün yer önemli. Eğer pis bir yere dökersen bulamadığın zerreler olabiliyor ama temiz bir yere döktüğünde acele etmezsen her zerresini bulabiliyorsun.
Sanırım aşkı kiminle yaşadığın önemli,
Bu şimdi ve ilk defa sana anlattım. Bu benim bakış açım.
Seni seviyorum, hemde çok.
Biliyorum ve hissediyorum ki; sen çok temizsin. Dökülse de içimdeki cıva bu benim kaybetmeyeceğim tertemiz bir düzlem, toparlayabilirim hatta toparlamama sen de yardım edersin.
İşte bu güven, bu güzel bakış beni sana bağlıyor.
Sen de dökersen; emin olmanı isterim asla hiçbir zerresini vermezlik etmem, eksik kalmasını istemem. Çünkü ben de temiz bir yüzeyim ve senin asla üzülmeni göze alamam,  bunu istemem.
İşte bence aşk; bu saflıkta önce âşık oldum, sevdim dediğin kişiyi kendinden bile önce düşünmektir.
Bu böyle değilse; bir noktada problem var demektir. Bunu bana hissettiriyorsun,
Bak bu şarkıda ben seni düşünüyorum, seni hissediyorum
Nasıl oldu anlamadım tanıştık birdenbire
Nedenini sorma boş yere
Seni kucaklamak geldi içimden
Kendimi tutamadım
İşte geldim yanına
Ne güzel değil mi Can Kuşlarım? Ama aşkımız mezara değil pazara kadar bile süremedi. Aşkı anlatma şekli çok güzeldi ama eylemle desteklenemedi maalesef. Ben hissedemedim, gerçekten kendinden önce beni düşündüğünü. Belki o hissettiremedi, belki ben hissedemedim. Bittikten sonra ne fark eder. Benim için artık sözlerle birlikte eylem de çok önemli. Söylenenler eylemle desteklenmezse ben puf misali yok oluyorum. Bu saatten sonra gerçek aşk yaşamayı seçiyorum peki ya siz?
Bitişleri ve gidişleri çok iyi bilirim. Kolay değildir ama yaparım. Canım acır elbette ama ömür boyu acıyacağına üç, beş gün acır sonra biter. Hayat çok güzel Can Kuşlarım ve devam ediyor. ‘Ay hayat dur biraz ben acı çekiyorum’ diyemiyorsun. Öyle ise’ Hey içimdeki acı sen geçicisin, gelir ve gidersin’ demek en iyisi. Zaman her şeyin ilacı benim toyluğumun ilacı olduğu gibi. Hep söylediğim gibi; bu saatten sonra aklımın onayladığını kalbim, kalbimin onayladığını aklım destekleyecek. Mantıkla kalbin arasındaki dengesizlik hayatımızı dengesizleştiriyor. Ben varsam, hayat var. Ben çok değerliyim öyle ise hayatta öyle.
Ben Sevgi Periniz, size hayatınızda denge ve cıva misali temiz yüzeyde özde aşk diliyorum. Hatırlayın; seviliyorsunuz.

İzleyiciler


Osho

‎''Kişinin her zaman doğru yolda gideceğinin garantisi
yoktur. Birçok kere birçok şey insanları yanlış yola yönlendirir çünkü doğru
kapıya gelmek için birçok kere yanlış kapı çalınır. Hayat böyle...

Eğer ilk seferde doğru kapıya rastlanılırsa onun doğru
olduğu anlaşılamaz. Her yer, her şey kırmızı olsa başka hiç bir renk olmasa
kırmızının ne olduğunu kimse bilemezdi. O yüzden son tahlilde hiç bir çaba
boşuna değildir. Her çaba kişinin gelişiminin doruk noktasına ulaşmasına katkı
yapar. İnsan asla kararsız olmamalı... Yanlış yola sapmak endişe yaratmamalı.
İşte bu önemli bir sorundur. İnsanlara asla yanlış bir şey yapmamaları
öğretiliyor.

Onlar yanlış bir şey yapmaktan o kadar korkuyorlar ki, hiç
bir şey yapmıyorlar, hareket kabiliyetini yitiriyorlar. Mümkün olduğu kadar
hata yapın. Ama bir şeyi unutmayın. Aynı hatayı tekrarlamayın. O zaman gelişirsiniz.
Yoldan sapabilmek özgürlüğünüzün bir parçasıdır. Bu doğru, bu yanlış diye bir
şey yok. Hayat o kadar kesin değil, onu bu kadar kolay etiketleyip
sınıflandıramayız. Hayat her şişenin etiketli olduğu ve neyin ne olduğu bilinen
bir eczane değildir. Hayat bir gizemdir, her an tetikte olunmalıdır. Neyin
doğru neyin yanlış olduğu hakkında önceden hazırlanmış yanıtlara güvenilemez.
Hayat çok hızlı ilerler dinamiktir, iki an asla birbiri ile aynı değildir, o
yüzden bu anda doğru olan bir şey, bir sonraki anda doğru olmayabilir. Bu
değişen hayata nasıl tepki verileceğine kişi o anda karar vermelidir.

Hayat böyledir..
Onun için hazırlık
yapamazsın..
Onu hazır bir şekilde
bekleyemezsin..
Güzelliği bu, anlamı
bu.
Her zaman şaşırtır ve
sürprizlerle gelir.
Her anın sürprizlerle
dolu olduğunu ve önceden hazırlanan hiç bir yanıtın uygulanabilir olmadığını
görürsün...
Eğer gözlerin varsa…''


UBUNTU :)

UBUNTU :)
Afrika'da çalışan bir Antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir, ağacın altına koyduğu meyvalara ilk ulaşanın ödülü o meyvaları yemek olacaktır.Onlara "hadi, şimdi başlayın birinci olan ödülü alacak" der.O anda bütün çocuklar elele tutuşur, koşup ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyvaları yemeye başlarlar. Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu yanıtı verirler; Bu UBUNTU'dur. Nasıl olurda diğerleri mutsuz iken birimiz o ödülü yiyebilir ki ? Ve UBUNTU'nun anlamını açıklarlar onların dilinde UBUNTU "Ben biz olduğumuz için ben'im" demekmiş

Bob says

Bob says
Onun ilk aşkı olmayabilirsin, son aşkı da; hatta bir tanesi de, daha önce aşık oldu, tekrar olabilir. Ama şu an seni seviyorsa daha ne olabilir ki? Tıpkı senin gibi, o da mükemmel değil ve ikiniz birlikte asla mükemmel olamayabilirsiniz. Ama şayet o seni güldürebiliyorsa, iki kez düşündürebiliyorsa kabul edersin ki; insanlar hata yapar onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin herşeyi ver. Seni günün her anında düşünmüyor olabilir ama sana kırabileceğini bildiği bir parçasını verecektir. Kalbini. Yaralama onu, değiştirmeye çalışma, çözümlemeye kalkma ve verebileceğinden fazlasını bekleme. Seni mutlu ettiğinde gülümse, kızdırdığında fark etmesini sağla ve yokken özlediğini bil.
Dünyayı daha kötü hale getirmeye çalışanlar bir gün bile durmazken, ben nasıl durayım?

Ömer Hayyam;


Evvela;

Benim rızam olmaksızın

Dünyaya getirildim.

Hayatta;

Hayretimden başka bir şeyim artmadı

Sonra yine elimde olmadan

Bu dünyadan göçeceğim

GELMEKTEN, KALMAKTAN, GÖÇMEKTEN

Maksat ne?

Hala anlamış değilim!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı