Üzülme!
Dert etme can!
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan
Ne mutlu sana!
Elinde olmayanları
söyleme bana
Elinde olanlardan
bahset can!
Üzülme!
Geceler hep kimsesiz
mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek
mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...

* Mevlana

31 Temmuz 2011 Pazar

YOLCU YOLUNDA GEREK II


Sevgilim yolculuğumdan döndüm, limana yaklaşmak istedim ama izin veremedin. Çünkü çoktan o limanın başka bir sakini vardı. Evet, sakindi, uysaldı. Oysa ben isyankârdım, asiydim, fırtına yaratırdım. Sana giderken tembih ettiğim her şeyi yapmışsın, yapmışsın da sigarayı, içkiyi çoğaltmışsın. Artık bir sakinin de var demirlemiş sana hem de kopmamacasına. Nasıl olmuş bu anlayamadım, nasıl da benim yerimi almış sende, bu kadar çabuk? Ama beni öldürmemişsin içinde. Hala içinde ben yaşıyorum yanın da o. Mutlu değilsin. Gözlerinden anladım bunu,  zaten dudaklarından dökülen cümleler de anlattı seni bana. Üzme onu demiştim sana giderken, üzmemeyi seçtin sende. Anladım o daha hiçbir şey yaşamadan kanadı kırılmış, güçsüz bir kuş. Yaralamak istemiyorsun, korkuyorsun, vicdan yapıyorsun. Ama henüz hiç bir şey yaşamadan bile kırılmış, güçsüz sakinin, senin limanında nasıl sağ kalabilir? Kalabilir evet, ama hep sen kendinden verirsin ve sonunda sıkılırsın. Severim zamanla sanıyorsun ama yanılıyorsun. Seni vicdanın teslim alacak ve hapis edecek. Hani bana demiştin ya o gece gözyaşlarını sevmem diye ama o ağlayınca dayanamadın değil mi? Cazip geldi sana senin için ağlaması. Şimdilik belki evet peki ya sonra? Sana bağımlı bir sakin, seni ne kadar mutlu edecek? Senin limanın sakin değildir ki oysa. İçinde fırtınalar kopar, seninle başa çıkabilecek mi? Sen şimdi onu kırmamak için çabala ama fırtınalarına denk geldiği her an savrulacak, dağılacak, kırılacak ve solacak.
Sevgilim ona toz kondurmuyorsun, haklısın o çok saf, temiz sana muhtaç değil mi? Ama unutma hiçbir kadın aslında saf değildir. Akıllıdır hem de çok. Döndüğüm de isyan edebilirdim, kıyameti koparabilirdim ve seni bunaltabilirdim ya da ben de salya sümük ağlayabilir, yalvarabilirdim. Sonuç ne olurdu bilemiyorum. Ama tercih etmedim. Senin gibi bir sürü fırtına, kasırga atlatmış ben, gözyaşlarına sığınmayı, yalvarmayı bırakalı çok oldu.
Ben aşkın, tutkunun ne olduğunu bilirim hem de iyi bilirim. Yaşıyor musun o aşkı, o tutkuyu. Onu da görmek için günleri, saatleri hatta dakikaları sayıyor musun yine? Senin yanında yokken meraktan çıldırıyor musun, kıskançlık krizlerine giriyor musun? Çılgınca sevişiyor musun onunla? Eğer öyle ise bir dakika daha durma evlen onunla. Ama öyle değilsin biliyorum. O zaman yapma, devam etme böyle daha çok üzeceksin onu. Çocuk için mi evleneceksin, hani şu çok istediğin kız çocuğu için? Mutsuz olacağın bir evlilikten olma kız çocuğu. Aşk çocuğu olsun kızın. Olsun diye olmasın. Yanlış yoldasın ama bu sefer yalnız değilsin, bir serçeyi de yanında sürüklüyorsun. Bana sorduğun soruyu şimdi ben sana soruyorum ne suçu var o çocuğun? Ama seçim senin ve onun. Ben karışmamam. Belki de mutlu olursunuz kim bilir. Umarım olursunuz. Biliyorum ki bir başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurulamaz. Belki de aradan o yüzden çekildim. Ama benim mutsuzluğum ne olacak?
Ben hayatıma devam edeceğim, hep yaptığım gibi. Yine mutlu olacağım şimdi olmasam da. Dünya da tek kadın ben olmadığım gibi tek erkek de sen değilsin değil mi? Beni düşündüğünü biliyorum boş ver. Hayatına bak ben öyle yapacağım. Seninle olmasam da sana hep sağdık kaldım ama artık bağlılığım bitti sanırım. Ne garip değil mi? Aslında bağlılık ne bir imza ne de bir yüzükle ne de ortak bir evle olamıyor maalesef. Bağlılık kalple, aşkla, tutkuyla oluyor. Şimdi bende ki aşkı, tutkuyu sana bırakıp gidiyorum. Kalbim ben de kalsın ki bir başkasını da sevebileyim. Tekrar âşık olabileyim, mutlu olabileyim. Benim için asıl yolculuk başlıyor. Size yolculuğunuzda mutluluklar diliyorum gerçekten. Mutlu olursanız, yüzümde tebessüm olur, ben demiştim demek istemem.
Sigarayı azalt, bazen nefes alamıyorsun bu yüzden. Sabahtan başlama içmeye. İçki acılarını unutturmaz. Yemek yemeği unutma, unutuyorsun, baş ağrını tetikliyor. Artık bu konuda sen azarlayan, kızan ve bağıran ben olmayacağım. Seni hiç düşünmediğimi, önemsemediğimi, bilmediğimi sansan da aslında seni hep bildim, önemsedim.
Geçen sefer giderken bana açık kapıdan gitmiştim, şimdi ise hiç açılmayan kapının önünden gidiyorum. Demek ki sıra başka bir aşk kapısında.  Asıl yolculuk başladı.
Hoşça Kal !

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Suç Ben de Değil, Duygunda


Yoldaşlarım şimdi ben bu yazılarımı yazıyorum ya hiç üstüne alınmaması gereken bir arkadaşım alınmış. Ona yazdığımı sanmış.
Canım; valla seni kastedemedim ama sen alınmışsın. Demek ki alt benlikte öyle olduğunu düşünüyorsun. Tamam, üçüncü boyutsun, sinirlisin, asabisin, iş manyağısın, telefon orospususun ama en azından dürüstsün. Ayı falan da değilsin. Tamam, biraz ergen olabilirsin otuzlu yaşlarında olsan da ama hangi erkek değil? En azından çabalıyorsun, tırmalıyorsun, çalışıyorsun. Ben inanıyorum günün birinde çok iyi bir yere gelecek istediğin her şeyi olacak ve yapacaksın. Sadece zamana kabul ver. Ama bence önce negatif yargılarından ve korkularından özgürleşmelisin. Onları da yapsan on numara olursun iş hayatında. Özel hayatına gelince biliyorum ki yalnızsın, hepimiz gibi sen de âşık olacağın, hayatını paylaşacağın birini arıyorsun. Bulmak hakkın. Bulacaksın. Biz seninle neden anlaşamadık ya da ilişki kuramadık. Aslında sana meyilim vardı ama olmadı. Neden? Yanlış zaman bence. Senin işinin çok sıkıntılı olduğu, stresin doruklarındayken be ise kendimi bulma ve Halit’ten kurtulma yolundayken karşılaştık. Aslında kimseye vermediğim zamanı sana verdim ama uyuşamadık. Senin kendine destek olacak, sıkıntını paylaşacak, sana bağlı kalacak bir kadın beklentin vardı ama o sırada ben o modda değildim. Sıkıntıların beni gerdi, her gün onları dinlemek beni boğdu. Aslında sıkıntıların değil, onlara bakış açın ve ağlanmaların beni boğdu. Çünkü acıdan beslendiğinin farkında bile değildin. Acıdan beslenmeyi bırakalı çok oldu. Tekrar seninle bunu yaşamak istemedim. Dediklerimi de kulak arkası bile etmedin, direkt ret ettin. Onu bırak bana çemkirdin. Korkuttun beni. Ben de kendi tarafımda hiç de az değildim. Özgürdüm, özgürlüğümü kısıtlamaya yanaşmadım.
Herkese huzur veren ben sende yoldan çıktım. Kavgacı kişiliğimi keşfettim. Çok da hoşuma gitti seninle bır bır didişmek. Ne söylesen tersini söyledim, çıldırdık. Ben zevkten sen sinirden. Çıldırdıkça sen çemkirdin, küstün, bense ürktüm ama yapacağımdan geri kalmadım. Neydi sende ki beni bu şekilde davrandıran? Aslında ikimiz de bundan hoşlandık. Sen acı çekmekten bense acı çektirmekten hoşlandık. Ama sonra ikimizden biri uyanmalıydı çünkü böyle sürüp gidemezdi. Her zamanki gibi ben uyandım. Acı çektiren olmak ruhumda yaralar açacaktı. Vazgeçtim ama sen her aradığında içimdeki canavarı uyandırdın, ben de izin verdim.
Sonra gün geldi böyle gitmeyeceğini anladım. Böyle devam edemezdim. Önüme bakmalıydım. Sana bunu açıklamalıydım. Sana mektup yazdım, Gayet edebiydi. Sen hepten yoldan çıktın.  Demediğin lafı bırakmadın bana. Bazılarına çok kızdım, bazılarında çok eğlendim. Özellikle Özgür Kız Willy yakıştırman ve onun doğrultusundaki iğnelemelerin. Ama sana hiçbir zaman hakaret etmedim. Kimseye etmem. Sen bana ettin ama alınmadım, çünkü sinirle söylediğini biliyordum. Sonra bir gün, kırk yılda bir kapris yapayım dedim onu da yaptırmadın, hayatından kovdun beni sanki girmişim gibi. Anlayışsız, düşüncesiz oldum.
Ben de defoldum hayatından. Eminim rahatlamışsındır. Artık seni çıldırtan kimse yok. Ne güzel huzurdasın. Ben de burada huzurdayım. Arada kavgalarımızı özlemiyorum dersem yalan olur ama artık o derece kavgaları ruhum kaldırmaz. Seçim yaptım, huzuru seçtim. Senin sayende içimdeki canavarı eğittim. O şimdi uslu abisi valla. Sessiz sakin uykuda. Morfin verdim ben ona J  Yani uzun sözün kısası benim suçum yok, suç hissettiğn duygularda. Bak bu yazım sana.
Sevgili yoldaşlarım, sevgilinizle ya da müstakbel sevgilinizle sürekli didişiyorsanız, ortada bir sorun vardır. Farkında olun. Taraflardan biri kazımaya kazımaya konuşuyorsa orada tutku vardır. Ama o tutku büyür, canavara dönüşür ve sizi ham yapar. Tutku denilen duygu da dozunda olmalı. Ayrıca tutku bence sadece didişerek olmaz. Yatakta olsun, özlemde olsun. Arada didişme olsun tabi. Ama küçüğünden. Didişmeden, her şey yolunda ilişki de sıkabilir belki. Beni sıkar. Çünkü o didişmelerden, küsmelerden sonra sevdiğiniz adamla sevişmek ayrı bir tutku ve aşktır. Durağan ilişkilerde bu olmaz, olamaz. İlişki bitmeye mahkûmdur, en azından bizim yaşlarımızda. Elli yaşından sonra azalır, hatta olmayabilir. İlişkinin yönü değişir. Seks azalır, hatta olmayabilir, oramız buramız ağrır. Partnerden çok hayat arkadaşı olunur. Biz bu abi ile didişmelerin sonunda o dorukları yaşayamadık. Mesafe engelledi. Aman iyi ki de öyle oldu. Yoksa düşünemiyorum.
Sizi seviyorum, tutkulu didişmeleri ve onun arkasından gelen tutkulu sevişmeleri sevdiğim gibi.

Bir sonraki yazım 'Ay Siz Beni Yanlış Anladınız' başlıklı yazımda buluşmak üzere

26 Temmuz 2011 Salı

Yalnızlığımızın Faturasını Kendimize Çıkartmayalım

Sevgili yoldaşlarım yalnızım, yalnızsın, yalnızız. Birkaç günden beri düşünüyorum yalnızım evet ve çok ama çok sıkıldım. Yalnızlık da bir yere kadar değil mi ama? İyi de talipler var da ben mi beğenmiyorum canııım. Yok yok. Nerede bu adamlar? Nereye saklandılar acaba? Ya da çoktan kapıldılar mı? E yaşımız da az değil ki anacım. Olmuşum otuz beş bu saatten sonra benim birlikte olacağım kırklarında olmalı, hayatını oturtmuş, görmüş geçirmiş bir bay olmalı. İşte bu noktada bu tür adamlar yok. Hiiişt yakışıklılar nereye saklandınız acaba? Bakın Elma diye bas bas bağırıyorum uleeeyn :). Ama tabi bu da zor kırklı yaşlarda ki adamlara baksanıza. Çoğu kel, göbekli ve hala hayatta kalma mücadelesi veriyorlar. Gayet fit ve yaşından genç gözüken, güzel, hayatını kurmuş bir kadın olarak ne yapayım bu adamları. Onların hayatlarını kurmalarını, göbeklerini eritmelerini mi bekleyeyim. Yok, yok ben almayayım. Yaşıtlarıyla bile çoğu zaman uyuşamayan benim işim zor yoldaşlarım. Dışarıda adam bolluğu var. Ama nedense onlar da yalnız biz de yalnızız. Bir türlü buluşamıyoruz. O yüzden de yalnızlığımızın faturasını kendimize çıkartmayalım. Aslında kadında erkekte âşık olacağı, hayatını paylaşacağı partnerini aramakta. Bu arada da oyalanmakta. Ama kaçırdığımız nokta, oyalanırken zamanı ıskalıyoruz. Zaman geçiyor ve yaşlanıyoruz. Değmeyecek erkeklere, kadınlara zamanımızı, emeğimizi veriyoruz. Sonunda yürümüyor. Aslında balık baştan kokuyor da biz duymazdan gelmeyi seçiyoruz. Enin de sonunda çöpe atıyoruz. Aslında en baştan kokan, bozuk balığı çöpe atsak zehirlenmeyeceğiz. Sanki taptaze balığa kadar beklemeliyiz. Ama bundan da emin değilim inanın. O zamanda zamanı ıskalayacağız. En iyisi taze balık ağımıza düşene kadar günü geçmiş balıklarla oyalanmak ama kaptırmamak belki de en iyisi. Ama inanın ben oyalanmaktan sıkıldım. Haber anlatmak var ya çok yordu beni. Kokuyu baştan alıyorum, o zamanda hadi canım hadi yolun açık olsun ama bensiz diyiveriyorum. Ne olacak bu halimiz bilemiyorum. Hepimiz sadece sevmek ve sevilmek istiyoruz. Bunun uğruna hak etmediğimiz şeyler yaşıyoruz. Şimdi ben bir süre pause düğmeme bastım. Öylece yalnız takılmaca. Bence hepimizin meşgalesi olması lazım. Hayat amacımız sadece kadın ya da erkek olursa oradan oraya savruluruz, azgın fırtına da savrulan küçük kayık misali. Zira gerçek hayatta da kadınlar da erkekler de azmış durumda. Topluca hepimize şap öneriyorum. Bir hedefimiz olursa, onunla oyalanırız. Hayat sadece aşktan da ibaret değil. Belki de aşkın ipini bırakırsak, umursamazsak, o koşa koşa bize gelecektir. Tesadüfen belki yolda, belki bir partide. Zorlama aşkların bizi ne hale getirdiğini gördük. Ama lütfen aşkın gözü kör olmasın. Olursa kalbimiz de körelir değil mi? Oysa en değerli organımız, kıymayalım ona. Ben bekliyorum, ama hayatıma devam ediyorum, işimle gücümle meşgul oluyorum. Kafayı bozmuyorum. Bakalım neler yaşayacağım, yaşayacağız. Yoldaşlarım benimlesiniz değil mi?
Sizi seviyorum Cindrella masalımdaki göbeksiz, gür saçlı, orta yaşlı, hayatını kurmuş sevgilimi sevdiğim gibi.

Vay Ayı Vay



Yani şunu bana söylettiler yoldaşlarım. Tamam, sevgi böcüğüz de ayılarla aynı ortamda bulunmak zorunda mıyız canım? Marika’nın ( teyzem olur kendisi, hepimiz böyle hitap ederiz) ısrarlarına dayanamayıp aldım çocuğumu Kumburgaz’ına gittim. Malum Marmara denizi feci. Denize girmek imkânsız, onu bırakın sahile inilmiyor bile. Lağım kokusuyla üç gün geçirdim ve hala sağım, muhteşemim. Neyse, dedim ki havuza gidelim, Prenses Otel var iki site ileride. Kuzenim ve ben aldık çocukları havuza gittik. Hazır aylık misafirim de gecikmişken keyif yapalım dedim. Demez olaydım. Paraları kösüldük, havuza indik, çocuklar mutlu, e bende tabi. Şunun şurasında iki kulaç atacağım. Nayır nolamaz! Bir biz eksikmişiz, biz de geldik kadro tamamlandı. İğne atsan yere düşmez misali. Ben o an nasıl ya oldum. Neyse büyük havuzun başında görevliden şezlong istedik. Demesin mi bir saat sonra kapatıyoruz diye. Düğün varmış efendim. İyi de paraları alırken demediniz uyanıklar. Toplumca üçkâğıtçı olmuşuz vay halimize. Neyse diğer havuzun başına getirdiler şezlongları. İşte o andan itibaren kumpanya başladı. Havuza girdik. Kulaç mı? Nerede ne kulacı yoldaşlarım, hareket bile edemezsiniz. O derece kalabalık havuzun içi. Sonra birden bir koku hissettim. Evet, evet lağım kokuyordu. Önce dedim ki yok canııım dışarıdan geliyordur. Yok, ayol su kokuyordu. Deniz suyunu arıtıp, kakalıyorlar millete. Hayır denize girseydik, kazıklanmadan zehirlenirdik değil mi? Bu kadar olsa iyi. Canım ayılar doluşmuş havuzun içine. Biz bir köşede çocuklarla oynadık, kokuya dayanabildiğimiz kadar. Ben artık dayanamayacağımı anladım, çıkıp biraz süt beyazı, güneşten yoksun tenimi güneşle ödüllendireyim dedim. Dedim de tam oturacağım, iki ayı bacaklarını iki yana açmış havuzdan dışarı çıkartmış, apış araları meydanda tam karşımda duruyorlar. İşte o an vay ayı vay dedim. Lüks otellere de sızmış, bu modeller. Adamlar hiç istifini bozmuyor. Ben kibarca ama otoriter şekilde 'burada oturuyorum, farkında mısınız' dedim. Önce anlamadılar, sonra jeton düştü sadece ve sadece ileriye kaydılar pozisyon aynı. Bravo, aynı pozisyonda hizalarını değiştirdiler. Ben gözümde gözlük başladım bunları dikizlemeye. Koptum. Biri ancak benim çocuğuma uygun ebatta çocuk can simidi takmış, diğeri de ancak su da durabiliyor.Yazııık, onların da hakkı tabi. Aralarındaki sohbete sadece kulak misafiri oldum valla hiç huyum yoktur dinlemem özellikle :)
Can simitli diğerine;
— Hişt lan cankurtaran var mı burada?
— He var var haaaaa haaaaa
— Nasıl lan, ya boğulursam kim kurtaracak beni?
— Aha bak şu seksi turist kızlardan biri kurtarır seni
— Tamam, boğulayım ben
 Ben tekrar vay ayı vay oldum. Kızmayın valla şaşırdım. Ama aslında ayı da olsa doğru bir soru olmuştu bizim ayı kardeş. Gerçekten de beş yıldızlı otelde cankurtaran yoktu. Rahmetli babam derdi ki; ‘ ayda bir kere git ama hep en iyi yerlere git ‘ Ah babacığım gittim gittim de orayı da ayılar basmış, kalite kalmamış. Ama maşallah fiyatlar çok kaliteli. Bir kola yedi lira. Tamam, orası otel, yapacak bir şey yok, hamama giren terlerde bari fiyatlar kadar high kalite olsa değil mi ama?
Sonra dayanamayıp, çıktık. Önümüzde bir bembeyaz BMW. Ben bir kere daha Vay ayı vay modu. İçindekiler bizim ayılar. Karar verdim, para ayılarda yoldaşlarım. O yüzden öyle zengin koca hayali kurmayalım. Ya da kuracaksak detaylı kuralım. Yani zengin, okumuş, görmüş, geçirmiş, kaliteli vs. Yoksa düşersiniz bir ayının eline, ayı terbiyecisi olursunuz maazallah. Ben mesela o ayı ile bir gün geçireceğime yalnız kalırım daha iyi. Kendi paramla takılırım.
Şimdi bu tip kardeşlerle ne konuşursun?
-          Seni Peper Moon’a götüreyim mi?
-          Ben sürekli giderim, tanırlar orda beni
Tanırlar tabi seni ayı. Armut lezzetli mi len?  Armudun ayısını ayılar yer, sizi sakın ham yapmasın, izin vermeyin.
-          Geçenlerde arabayı değiştirdim
Değiştirirsin tabi, para sende. Parayı veren düdüğü çalar. Aman sakın sizi de öttürmesinler.
Mesela ben şöyle sorsam;
-          Senin amacın ne hayatta?
-          Ik mık ıııııııııııııııı ooooooooooo
-          Daha çok para kazanmak, daha iyi arabaya binmek, daha iyi evde oturmak
-          Kitap okur musun?
-          Okumam ama gazete okurum her gün
-          Hangi yazarları okusun?
-          Ik mıııık oooooo spor sayfasını okurum ki sadece
-          Bravo, çok kültürlüsün.
Amaç süper, daha çok para. Çünkü bunlar sadece parayla var olurlar. Al ellerinden parasını yoklar. Sakın sakın yoldaşlarım, salt parayla saadet olmaz. Kanmayın. İlle de bizim ayılar kadar eğitimden eksik olmasalar da böyle paranın kölesi olmuş çok erkek var.Kadınların çoğunun futboldan hoşlanmadığı gerçeği ortayken de konuşmak imkansız. Futbol sohbetinden hoşlanan ben bile sürekli çekemem. Kaçın onlardan, kaçalım. Pamuk prensesin elmaya kandığı gibi biz de paraya kanmayalım. Ama oyun oynayabilirsiniz. Çok eğlenceli valla tabi bir yere kadar.
Sizi seviyorum, ayılarla ya da paranın kölesi ve parayla var olan adamlarla takılmaktansa yalnız olmayı tercih eden kendimi sevdiğim gibi.
Siz de düşünün etrafınızdaki ayıları, gülümseyeceksiniz 
Sakın yalnızlığınızın faturasını kendinize çıkartmayın başlıklı yazımda buluşmak üzere.

21 Temmuz 2011 Perşembe

Kandırık Veda

Canım yoldaşlarım, hepinizin ara verdiği gibi ben de kısa bir süre yazlarıma ara veriyorum. Kısa bir tatil yapacağım. Biraz yaşayıp, birirktirip sizlere aktaracağım. Bu arada da başladığım kitabıma ağırlık vereceğim. Hatırlayın, sizi seviyorum ve hep aklımdasınız.
Aradan sonra, bomba gibi yazılarımda buluşmak üzere.Sizi seviyorum, kandırık vedaları, dinlenmeyi, denizi, güneşi, ve altın sarısı kumları sevdiğim gibi.

17 Temmuz 2011 Pazar

Kimseye Dahil Değilim...

Kimsenin hayatına dâhil misiniz? Ya da biri sizin hayatınıza dâhil mi?  Ya da izin var mı dâhil olmak ya da etmek için? Ben kimsenin hayatına dâhil değilim şu an. Tek takılıyorum. Zira gerçekten çok sıkıldım. Ama eğlenirken de kimseyi hayatıma dâhil etmek istemedim. Beni de dâhil etmeye çalıştıklarında ret ettim. İç sezilerim kuvvetlidir. Bir tek Halit ‘i hayatıma dâhil etmek istedim, olmadı. Ama onun hayatına dâhil olmayı hiç düşünmedim zaten onun da buna izin vermeyeceğini adımı bildiğim gibi biliyorum. Ama şunun farkındayım ki artık bu alış veriş karşılıklı olmalı. Bir taraf isteksizse hayatta olmaz.
Şu zamanda sadece karşımızdaki kişiyi belirli zamanlarımıza dâhil ediyoruz. Hayatımızın geneline yaymaya hiçbirimiz yanaşmıyoruz. Neden? Sizin farklı sebepleriniz olabilir tabi ama bence yaşadığımız çağ özgürlük çağı. Her alanda özgürlük. Zaten bu kelime hayatımıza sızmış durumda ve daima kullanmaktayız. Mesela (free relation ship) serbest ilişki. Yeni moda bu. Açılımları farklı olabilir. Sadece yatıyoruz, sadece eğleniyoruz, takılıyoruz. Söz verme yok, ciddiyet yok, her an boynuzlayabilirim ya da boynuzlanabilirim enerjisi. İşte biz özgürlüğün de b…nu çıkarttık. Valla! Sözüm ona cinsellikte özgürüz değil mi? İstediğimiz ile düşer kalkarız. Amaç belli hayvansal zevk. Hayır, bir de bunu değmeyecek kadın ve erkeklerle yapmasak. Aslında bunu yaptığımız her an gerçek duygularımızdan uzaklaşıyoruz. Karşılıklı bir birimizi kullanıyoruz. Sonra da buna aldım ve verdim diyoruz. Aşk yok sevgi yok. Kullanmak kelimesi ve duygusu zaten kocaman bir egodur. Mesela ben bu saatten sonra beş dakikalık zevk için ne kendimi kullandırırım ne de kullanırım. Ayrıca öyle onun bunun cinsel fantezisi de olamam.
Âşık olmadığım adamın elini bile tutmam. Sekse gelince sevmediğin bir adamla sevişmekle mastürbasyon arasındaki fark nedir? Bence zevk açısından bir fark yok ama en azından mastürbasyon yaptıktan sonra kafan rahat, adamı ya da kadını çekmek zorunda değilsin, gitse de evine uyusam demezsiniz. En iyisi Elizabet’inizle mutlu olmak.  Elizabeth sadece görevini yapar, dır dır etmez, istemez, karşılık beklemez, her daim hazırdır. Ne çekeceksiniz elalemin adamını ya da kadınını. Oh kafa rahat, beden rahat.
Her alanda değecek adama ya da kadına dahil olalım. Tabi en makbulü aşık olalım gerçekten ve isteyerek, kasten hayatlarımıza ve ruhlarımıza dahil olalım. İnanın o serbest ilişkiler size bir şey kazandırmaz. Onun yerine Elizabeth J. Bence hiç birimizin bizi sadece belli zamanlarına dâhil eden ne adama ne de kadına ihtiyacımız var. Biz değerliyiz. Ben hala bekârlar kulübünün vazgeçilmez üyesiyim ve kimseye dâhil değilim. Sakin sessiz evimde mutlu, huzurlu yaşıyorum. Dâhil olmaya layık biri çıkarsa eyvallah yoksa hiç de kendimi değersizleştirmeye onun bunun eğlencesi olmaya niyetim yok. Sevgili kadın yoldaşlarım özgürlük ayaklarına kendinimi kullandırmayalım ya da erkekleri kullanmayalım. Sevgili erkek yoldaşlarım dişil enerji bozulduğu için siz de sapıttınız. Aslında hepiniz alt benlikte âşık olabileceğiniz kadını arıyorsunuz. Ama onun için ilkel seks arzularınızı bir kenara bırakmalısınız sanki. Gerçekten karşınızdaki kadına bakmalı ve tanımaya çalışmalısınız. Unutmayın âşık olacağınız kadını yatakta tanıyamazsınız.
Düşünür müsnüz siz ne kadar  dâhilsiniz?
Sizi seviyorum kendi bilinçli, hiçbir şekilde dâhil olmayışımı ve deli gibi dâhil olmayı ve etmeyi isteyişimi  sevdiğim gibi…

16 Temmuz 2011 Cumartesi

Ayna Ayna Söyle Bana...

Çocukluğumuzda masallarla büyüdük değil mi? Benim en favori masalım uyuyan güzeldi. Tabi şu anki farkındalığımla nedenini anlayabiliyorum. Uykuya doğmuştum ve ileriki zamanda tıp ki uyuyan güzel gibi uyanacaktım. Fakat uyuyan güzel uyandığında aynı güzellikte ve gençlikteydi. Hiç canı yanmamıştı. Oysa ben uyandığımda çoktan kafam gözüm yarılmış, hasar almış, yaşlanmıştım. Ama olsun uyanmayı başarmış, ruhuma ihanet etmemiştim. Demek ki gerçek hayatta uyanma böyle oluyormuş. Yapacak bir şey yok. Olduğu gibi kabul ediyorum ve seviyorum hasarlarımı, bana çok şey öğrettiler. Aslında masallar çok şey anlatır bize. Hepsinin sonunda hep iyiler kazanır. Bize sevmeyi, iyi olmayı öğretirler. Ama bir tanesi var ki; tam da şu anki çağa ve hayatımıza hala uymakta. Pamuk Prenses ve yedi cüceler. Ben o masalın en çok sihir tarafını severdim. Hani üvey cadı anne sihirli aynasına sorar ya ‘ayna ayna söyle bana benden güzel var mı bu dünyada ‘ diye. İşte o kısmı. Keşke bizim de şimdi sihirli aynamız olsa değil mi? Ne muhteşem olur. Ama maalesef yok, bence iyi ki de yok. Bunda bari hazırcı olmayalım değil mi? Çünkü o kadar teknolojik olduk. Çok sıkıcı olmaya başladı günlük hayatımız inanın. Yakında hayatımız harektsiz olacak, korkarım seksi bile bizim yerimize yapacaklar.
Neyse konumuz bu değil. Aynalarla barışık mısınızdır? Ya da aynaya ne için bakarsınız?
Hiç kendinizle yüzleşmek için baktınız mı? Ayna ayna söyle bana gerçekte ben kimim sorusunu sormaya cesaretiniz var mı? Cesaret edin bence, ama üzgünüm size dillenip cevap vermeyecek. Yine cevabı siz vereceksiniz. Aynadaki sizin gerçek yansımanız, eğer görmek isterseniz. Görmek ister misiniz gerçek sizi? Gözlerinizin içine bakın. Gözler ruhun aynasıdır. Anlarsınız mutlu olup olmadığınızı. Ayna aslında sizsiniz. Aynadaki sizle her gün konuşun. Sakın korkmayın, sizi sizden başka kimse duymayacak ve yargılayamayacak. Ama siz de yargılamayın! Sadece aynadaki kişinin duygularını çözmeye çalışın. Korkutmayın, kaçırmayın içinizdeki sizi. Küçük bir çocuğa benzer. Çünkü çocuklar da yargılanıp, azarlanıp ve eleştirilince içine kapanır, kendini kapatır. İçinizdeki siz de kendini kapamasın ki tanışabilin ve kaynaşabilin. Sadece siz ve siz olacağınız için bu içsel oturumda bütün kılıflarınızı bir kenara bırakın. Çıplak kalın. Aynadaki siz, size ne kadar da canınızı acıtacak şeyler de söylese yılmayın, yüzleşin çünkü zafer sizin olacak. Unutmayın korkalar sadece nefes alır ama yaşayamaz.
Var mı cesaretiniz sihirli aynanızla oturum yapmaya? Ayna yalan söylemez hatta en dürüst o dur. Lütfen yapın, kendiniz için, ruhunuz için, dünyanın geleceği için. Çünkü kendinizden arındırdığınız her negatif duygu, hepimize yol su elektrik olarak geri dönecek.  Çekelim mi fişleri?
Sizi seviyorum uyanan uyuyan güzel beni ve bana hep doğruları söyleyen, acımasızca ama sevgiyle beni bana gösteren sihirli aynamı sevdiğim gibi.
Bakalım sihirli aynalarınız sizlere neler söyleyecek. Sizi destekliyorum ve yanınızdayım yoldaşlarım. Hatırlayın; SEVİLİYORSUNUZ!

15 Temmuz 2011 Cuma

Alan mısınız yoksa Veren misiniz?

Almak ve vermek. Ne ilginç bir ikilidir. Aslında bir birlerine taban tabana zıt olmalarına rağmen  kendi içlerinde gayet de uyumlu ve ahenklidirler. Ama biz bu uyuma kendimizi bir türlü uyduramayız nedense. Ya hep alıcıyızdır ya da hep vericiyizdir. Bir türlü hem alıp hem de veremeyiz. Alıcı olanlar çok cimridirler, vermek yoktur onların kitabında, bir nevi vampirdirler. Hep almaya odaklıdırlar. Kimden ne alabilirse durumu yani. Menfaatçilerdir. Sizden menfaatleri yoksa bir saniye bile yanınızda durmazlar ya da alacakları bittiyse anında yok olurlar. Her alanda olabilir bu alma. Duygusal ya da maddesel. Duygusal olanı tehlikeli olanıdır. Maddeye hiç girmeyeyim. Bir kuruşunuz bile kalmayabilir benden söylemesi. Sevginizi sömürürler sonuna kadar. Oysa siz saf duygunuzla severken ve verirken sevginizi, onlar hiç de saf olmayan duygularla kendi istekleri doğrultusunda bir güzel sizi kullanır. Onların istediği gibi olmazsanız ya da davranmazsanız yandınız. Bu tür ilişki her alanda olabilir. Karı koca, sevgili, anne çocuk ya da arkadaş ilişkilerinde. Hepsinde durum aynıdır aslında. Mesela duygusal ilişkiler. Tıpa tıp aynıdır. Hep talep ederler. Ama bir de siz talep edin de görün bakalım neler oluyor. Cinsel ilişki de aynıdır. Bu tür insanlar sadece kendi orgazmlarıyla meşguldürler. Siz önemli değilsinizdir. Yok, mu böyle alıcılar bir düşünsenize.
Gelelim büyük ilizyondaki fedakâr, her daim veren ama almaya yanaşmayan kişilerle. İnanın alıcılar vericilerden daha dürüsttür bana göre. Alıcıların enerjisi bana verin, bana bakın çünkü ben de verecek bir şey yok, ya zavallıyım ya da bana vermeye mecbursunuz enerjisidir alt benlikte. Oysa vericilerde aslında ego tavandadır. Fedakârlık zaten başlı başına egodur. Onlar her daim herkese yardım ederler, nerdeyse canlarını bile verebilirler. Herkesin onlara ihtiyacı vardır. Ama hayatta da kimseden bir şey almazlar. İhtiyaçları yoktur. Ne büyük ilizyon değil mi? Ama en acısı hiç takdir de edilmezler istedikleri kadar versinler. Alt benlikte aslında beni sevin, sayın ve bana her daim ihtiyaç duyun yakarışı vardır. Çok veren insanları gözlemleyin. Bunlar her alanda böyledir. Ama duygusal alan en ayyuka çıktıkları alandır. Sevdiklerine verirler de verirler. Yatakta verirler, hayatta verirler. Ama bir türlü mutlu olamazlar. Sevdikleri adam ya da kadın bir türlü anlamaz onları. Yazık değil mi onlara? Bence değil. Valla değil. Ben, uluyum, herkesin bana ihtiyacı var düşüncesinde olup alt kimlikte sevgi dilenen kimseye acımam ben. Önce egolarını törpülesinler lütfen bir zahmet. Zaten acımak da başlı başına bir ego değil mi?
Gördüğünüz gibi aslında alan da veren dengede değil mi. Biri alan, biri verici. Hop birbirlerini buluyorlar. Ama yanlış. Hem almalıyız hem de vermeliyiz. Ne hep verecek kadar uluyuz ve mükemmeliz ne de vermeyecek kadar cimri ve ihtiyaç içindeyiz. Paylaşmak güzeldir. Nasılda bilgiç biz büyükler, çocuklara bu tavsiyeyi sanki kendimiz yapıyormuşuz gibi veririz. En önce sevgimizi sonra paramızı ya da her türlü maddi varlığımızı paylaşalım. Hem sevelim hem de sevilelim. Alalım verelim, sevgi ekonomisini canlandıralım. Unutmayın her türlü duyguda dengeli olan insan mutlu olabilir. Geliyor musunuz, egolarınızı bırakacak mısınız yoldaşlarım? Lütfen düşünür müsünüz siz hangisisiniz? Yüzleşin aynadaki kendinizle
Sizi seviyorum; alıcı da olsanız, verici de olsanız, kendi dengedeki alış verişimi sevdiğim gibi.
Yoldaşlarım sevgimi alıp, bana sevgi verecek misiniz?


Ben Annemi Özledim Ama :((

Ben annemi özledim ama… Şuna bak 35 yaşına gelmiş çocuk gibi ağlanıyor demeyin. Annem de annem. Çok severim ben annemi. Vallahi söyleyen doğru demiş ana gibi yar olmaz diye. Babam yok benim. Bizi bırakalı tam 8 yıl oldu. Canım anneciğim babam gittikten sonra onun rollerini de üstlendi. Gerçekten çok fedakârdır. En zor zamanlarımda, en mutlu anlarımda hep yanımda olmuştur. Bir şekilde anlamaya çalışmıştır beni. Çok şanslıyım çok.
Bütün kararlarımda beni hep desteklemiştir. Sadece o mu? Hayatımın her alanında destek bana. O benim en iyi, en gerçek arkadaşım. Göğsünde ağladığım tek insan. Geçirdiğim son 11 yılda çok çekti benden. Mutsuz, huzursuz bir çocuğu vardı. Çok üzülürdü ama belli etmezdi hiç. Hep arkamda durdu, babamı aratmadı maddi, manevi. Sonra bu mutsuz, husursuz kızı kendini bulma yoluna çıktığında hep yanında oldu anlamasa da. Ben önceden dokunsal bir insan değildim. Keza annem de öyledir. Annem bizi dokunmadan sever. Ama ben şimdi sarılabildiğim kadar sarılıyorum, geçirdiğimiz temassız yılların acısını çıkartmak istercesine.
O benim canııım, aşkııım, minnoşum. Onu görmeden bir gün geçirmem. Her gün bir kahve seansımız vardır en azından. Ben hala her gün anne ne yiyoruz bu akşam diye soruyorum. Canım annecim ya bazen kızar bana ama yine de kıyamaz, o benim kurtarıcım. Öyle benim evime sık sık gelmez. Geldiğinde de ütüler yapılır, ev temizlenir, düzenlenir. Gerçi sonra bir hayli aradığım şeyi bulmakta zorlanıyorum ama olsun. Hatta bazen söylenir yok yok ben bir önceki hayatımda kesin hizmetçiydim diye. Bir de harız mıyım sorusu vardır hep gülerim. İşte bazen çok da komik olur, onu dinlerken şaşar kalırım. Bazen sinirlenir bir şeye. Kadının ruhunda yok hiç yakışmaz ona öfke. Anlaşamadığımız noktalar da var tabi. Mesela sigara. Çok kızar. Bırak şu sigarayı ne istersen alacağım der hep, sanki almıyor muş gibi. Tabi bir de yeme çatışmamız var. Ben yemem gerçekten sevmem yemek yemeği. O da buna üzülür. Eskiden annem kiloluyken şu kadına bak kendi yemiş çocuğuna yedirmemiş diyecekler diye baya baya hayıflanırdı. Canım ya.
Bazen söylenir ne bu halin diye. Giyin, süslen, kendine bak diye çemkirir. Zaten bütün annelerde olduğu gibi annem de bizi dünya güzeli görür. Kimseleri layık bulamaz. Gülerim anneme ben. Kendisi kaliteli, çalışma hayatı olmuş, kendince görmüş geçirmiş bir kadındır. Çok da temiz ve titizdir. Söylenir dağınık bize; siz kime çektiniz diye. Evi her daim temiz, pak, düzenlidir. O yüzden bazen bizi evinden kovar. Güneş bir hayli dağıtınca evini, bize kapının önü gözükür. Biz de tıpış tıpış evimize. Ama çok değil bir gün sonra telefonda annemin napıyorsunuz, akşama gelin çok güzel yemekler yaptım teklifini duyarım. E tabi ben de hayır kelimesi yok konu annem olunca.
Eskiden Güneş çok huysuzluk yapar, beni üzer, ağlatırdı. Annem burada da müdahale ederdi. Şu sözü içime işlemiştir. Sen benim çocuğumu üzemezsin der Güneş’e. Güneş bunu anlar ve sakinler. Evet, ben annemin çocuğuyum, kimse beni üzemez.
Annem saatlerce telefonda konuşan benim tersime konuşmayı sevmez telefonla. Gerekli ne varsa onu söyle ve kapatır. Bana elimde telefon kal gelir. Ama ama ben konuşacaktım olurum. Bana da çok kızar, kapaaa şu telefonu, hasta olacaksın diye çemkirir. Ben de kapatırım. Korkarım annemden.
Bir de gözünün açık gitmeyeceği durumları var annemin. Mesela kardeşimle ben hayatımızı kurduk ya da ikimiz de araba kullanıyoruz ya da torunlarını gördü ya gözleri açık gitmeyecek annemin. Bir de ben tekrar yuva kurabilsem artık tam kapatabilir gözlerini. Ama yinede ay sakın sen evlenme bir daha, sana göre değil evlilik, mutsuz olursun, özgür olmalısın sen bırakır gidersin, gitmezsen de koyarlar seni kapının önüne dese de :))
Uzun sözün kısası, bugün de kahvemi annemsiz içeceğim. Artık gelsin, çok özledim çok.
Anneciğim seni çok seviyorum çok. Siz de annenizi sevin. Bakın hiçbir şey yapmamış olsalar bile şu dünya da var olmamıza aracılar. Her daim sevdiğinizi söyleyin zira yarın henüz belli değil söz konusu nefes olunca. O yüzden nefesinizi yerinde ve zamanında tüketin, sizi duysun, hissetsin. Ben babama söylemediğim için çok pişman oldum ve şimdi söylesem ne fayda.
Sizi seviyorum, annemi sevdiğim gibi ve söylediğim gibi.
Lütfen siz de annenizin bazenlerini düşünün inanın yüzünüzdeki gülümsemeyi farkedeceksiniz.

14 Temmuz 2011 Perşembe

Savaş Alanını Terk etmek Üzereyim...

Yoldaşlarım anlatacak çok şeyim olmasına rağmen yine hiç bir şey yapmak istemiyorum. Bugün ruhum karmaşık, savaş halinde ve yorgun. Tekrar yol ayrımına gelmiş bulunmaktayım.
Önümde iki seçeneğim var. Zaten hayatımızı da seçimlerimiz dâhilinde yaşamıyor muyuz ki.
Şimdi bildiğim, sevdiğim ruh ve beden de kalacağım ya da yeni bir ruh ve bedenle tanışıp seveceğim. Henüz karar vermiş değilim. Cindrella masalını yaratan ben şu an beklenmedik gelişen bir olay neticesinde karıştım, düğüm oldum. Bu olayı daha sonra hazır olduğumda anlatacağım size.
Neden bilinmezden korkarız? Hiç düşündünüz mü? Bilindik sanki bize daha güvenli gelir değil mi? Ben aslen bilinmezden korkmam, balıklama atlarım. Ama iş sevgi olunca bana kal geliyor, gidemiyorum. Benim sevgim çok değerli onu atık gibi bırakmaya kıyamıyorum. Sevmek kolay mı? Emek ister. Verdiğim emeklere acırım ben ama bazen onları da oldukları yerde bırakıp gitmek gerekir. İşte tam da yol ayırımındayım. Gitmek mi kalmak mı? Acaba papatya falına mı başvursam ne dersiniz? Fallara inanmayalı çok oldu. Hayat benim değil mi?Tabi ki ben karar vereceğim. Kalsam ne olacak, nasıl olacak? En baştan başlayabilecek miyim? Gözyaşlarımı, kalbimin sızılarını, yalnız günlerimi, gecelerimi unutabilecek miyim?
Sizce yaşadığım sevgim gerçek sevgi olabilir mi? Sanmam çünkü gerçek sevgi acıtmaz ki canını, değersiz, ucuz hissettirmez ki. Sevgimi korumak, sürdürmek için çok savaştım ben. Yaralandım yine de terk etmedim savaş alanını. Ama yoruldum hem ruhen hem de bedenen. Artık savaşacak ne cephanem ne de kazanma heyecanım kaldı. Ben çoktan kaybettim. Sevgim beni çok acıttı yoldaşlarım. Kalırsam anlayacağınız gibi savaşmam gerekecek. Ama ben çok değerliğim ve beni mutlu edecek ve zenginleştirecek gerçek sevgiyi hak ediyorum. Aslında hiç kimse mutsuz olduğu yerde kalmamalı. Bu sebepten dolayı da gerçek aşk kapısının eşiğinden ayağımı sokmak üzereyim. Gelecek misiniz benimle? Kalırsam sadece ve sadece oyalanacağım. Oyalanmak korkaklıktır, gelecek güzel zamanlarından çalmaktır. Hırsızlığı bırakalı çok oldu. Sevgimi paylaşmalıyım ve büyütmeliyim.
Kararlar sancılıdır. Sonuçları muhteşemdir, en azından benim öyle olmuştur. Cesaretle yürümeye devam hayat yolunda. Geliyor musunuz?
Sizi seviyorum savaş alanını terk edişimi, barışları, huzurlu aşkı, can acıtmayan aksine cana can katan sevgileri sevdiğim gibi.
Şimdi size soruyorum acabasız aşk yaşamak nasıl bir duygudur acaba? :)))


Today I am leaving the battle field...

Today, I am not eager to write despite the alot of things to tell. I just want to do nothing again. I have to think and decide the way I am going to follow. Life mesans choices. We do not live the life, on the contrary we live our choices. Up to now I have lived the results of them.  Today I choose my way after thinking what I desire to live. I am not in dreams any more. I know the results now.
I have two ways to go. My life is so valuable that I can’t jump without thinking. I will choose the new way or the known one . I was’nt happy in the second one. Maybe I can give a chance but I am very tired to do that. I am a brave person so  I can decide to take the first one and  discover a new soul and a new body. But the first one is familiar to me. I am used to live with it. Is it easy to get used to a new soul and body? Why are we afraid of unknown ? Why do we insist of staying at the familiar one despite being unhappy and feeling cheap?
I know that a person should not stay if there is unhappiness and  tears. But we are addicted to  feel depressive. But human does not consist of these negative feelings. We learn these in here, in this negative world.
I know these but sometimes I lose my way when the case is love. Love is very precious  and I can not  throw as if it is like a waste. But true love does not hurt. If we are injured, it is not a love, it is certainly a war. We should leave the battle field. Because if we did not leave it, we would be defeated. My love hurts me too much my mates. I have already lost . Can I start from the begining as if I did not live my lonely nights with tears from my eyes and my heart. Can I forget my feelings that made me grow up? I have so many damages. My soul is very tired to fight again. You see if I stay in the familiar one I will fight. I think I won’t choose this time. I deserve the  peace and true love that will makes me feel rich.
Are you with me in my new way? Stay in touch with you.
I love you as I love myself, my new way and execitements…

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Köle Efendi İlişkisi

Köle efendi ilişkisi yüzyıllardır belki daha fazladır var değil mi hayatımızda. Önceleri güçlü devletlerin sömürgeleştirdiği ülkeler var. Sonra Amerika'daki zencilerin köleleştirilmesi, ne acı ve utanç verici insanlık için. İşte biz bu kadar acımasız, cani yaratıklarız aslında. İçimizdeki sevgi selini kurutmuşuz. Değişti şimdi tabi, değişmekte de. Ama hala içimizde barındırıyoruz caniliğimizi, ilkel benliğimizi. Oysa bizi sadece sevgimiz kurtarabilir. Büyük köleleştirme bitmişse de toplumsal ilişkilerimizin içinde sızmış durumda. Hemen hemen her türlü ilişkide görmek mümkün. Karı koca ilişkisinde, anne çocuk, işveren çalışan ya da arkadaş ilişkilerinde ben sıklıkla görüyorum.
Bir arkadaşım vardı erkek. Eşiyle mutlu değildi. Eşi bizim köleyi aşağılıyor beğenmiyor, sözde istemiyor, kendine layık bulmuyordu. Bizimki ise de ha gayret ona layık olmaya çalışıyor, daha çok para kazanmaya, daha çok hediyeler almaya ya da güzel sözler söylemeğe çabalıyordu. Neydi ki amaç? Sadece sevilmek, daha doğrusu da onaylanmak ihtiyacındaydı. Gelip yine dert yandığı bir gün, ona karısını efendisi olarak olarak gördüğünü söyledim. Arkadaşım eşinin kölesiydi. Zaten hangi köle efendisini memnun etmiştir ki? Arkadaşımın köle enerjisini değiştirdik. Eşi afalladı.Çünkü artık karşısında kölesi yoktu. Şimdi mi daha uyumlular. Çünkü kimse bu hayatta köle değildir. Sadece kendimiz bunu hissediyoruz ve karşımızdakine izin veriyoruz.
Gelelim anne çocuk ilişkisine. Genelde bu ilişkide çocuk efendi anne köle rolünde oluyor. Ben de öyleydim. Ben çocuğumun kölesiydim. Ne isterse yapar, yaptığı bütün edepsizliklere göz yumar hatta bana vurduğunda sesimi çıkarmazdım. Çok severdim ya çocuğumu güya. Sonra Köleliğimi fark edip, enerjimi değiştirdikten sonra artık ikimizde bireyiz. Demokrasi var evimizde ama otorite bende çaktırmadan tabi.
İş yerlerinde de böyle değil mi? Patronlar çalışanlarını efendi edasıyla yönetmez mi? Çoğu çalışanda köle edasıyla ha gayret patronu memnun etmeğe çalışmaz mı, ondan korkmaz mı, onun söylediği kanun değil midir hakaret bile işitse? Önce enerjimizi değiştirmeliyiz. Kimse bize marabaymışız gibi davranamaz. Bana davranamaz. Birincisi enerjisel olarak yapmaz zaten. Ama yok yapıyorsa da cevabını alır. Çalışıyoruz diye, para kazanmak zorundayız diye kimse bizi ezemez, ezmemeli. Bir duruşumuz olmalı. Ben bakıyorum aynı yönetici iki farklı çalışana faklı davranıyor. Neden sizce?
Arkadaşlıklar da öyle. Ben gözlem yapmayı çok severim. Okulda böyle bir ilişki yaşayan arkadaşlarım var. Yaşları da hayli geçkin. Biri köle, biri efendi. Bazen ben bu duruma dayanamayıp efendi arkadaşıma yapma bu kadar da demeden alamıyorum kendimi. Ama sonra düşünüyorum alan razı veren razı olayı. Kölemiz de memnun halinden. Olmasa çeker mi? Çeker çünkü o farkında bile değil hissettiği duygunun.
Yaşadığımız olayların, durumların farkında olalım. Öylesine yaşamayalım. Kimsenin ne kölesi ne de efendisi olalım. Demokrat olalım. Önce tabi kendimize adil olmayı öğrenelim.
Sizi seviyorum, isyanlarımı, ihtilallerimi ve reformlarımı sevdiğim gibi. Unutmayın aslında hepimiz birer Atatürk’üz. Gelin hayatımızda ihtilallar ve reformlar yapalım. Hazır mısınız modern köleler olarak içinizde ki isyanlara izin vermeğe? Yoldaşlarım geliyor musunuz benimle?
Not: Lütfen kendinizi, ilişkilerinizi gözden geçirin ama bir kere dürüst olun. Sonra benimle paylaşır mısınız? Bekliyorum...

12 Temmuz 2011 Salı

Enerji Vampiri misiniz yoksa Kurbanı mısınız?

Vampirlerle insanlık olarak baya bir ilgiliyizdir neden acaba? Filmlerine kitaplarına bayılırız. Nedir bizi onlara çeken. Kan bürümüş gözleri mi, yaşlanmaz, ölümsüz oluşlarımı, yakışıklı ve güzel oluşları mı? Bence hepsi. Günde bir kitap bitiren kitap kurdu ben var ya ben o Twigliht serisini bir solukta okumuştum. Doğa üstü yetenekler hep ilgimi çekmiştir, hele ölümsüz olmak tek hedefim değil mi benim? Kan olayına gelince, aslında insanlık olarak da gözümüzü kan bürümüş durumda değil mi ki? Hepimiz ilkel benliğimize teslim olmuş durumda değil miyiz?
Aslında biz de birer vampiriz. Kan emmiyoruz çok şükür belki ama enerji emiciyiz. Bildiğiniz gibi biz enerjiden ibaretiz. Birbirimizin enerjisini emip, tüketiyoruz ve bunu farkında olmadan yapıyoruz. Bazı insanlar özellikle gerçekten enerji vampiridir. Bazıları da onların kurbanları. Yani yaşadığımız dünyanın kuralı olarak kafamıza kakıla kakıla sokulan güçlü güçsüzü yer inancı gibi. Açalım mı biraz daha örneklerle?
Düşünün; hiç bazen biriyle konuşurken birden kendinizi yorgun, bitkin hissettiğiniz oldu mu? Eminim olmuştur. İşte onlar gizli emiciler. Bir de alenen yapanlar var. Davranışlarıyla, sözleriyle, konuşma tarzlarıyla sizi bitirirler. Bitirmezler mi  hiç? Örnekleyelim mi?
Kadın erkek ilişkilerinden verelim, çünkü en çok bu konudan muzdaripiz hepimiz maalesef.
İlişkilerde çoğu zaman baskın taraf vardır. Hani ortada buluşulamaz ya. Bir taraf sürekli konuşur, dır dır yapar, isteklerini sıralar, yaptırımlar uygular, sinirlidir, kavgacıdır. Enerjinizi tüketir. Tüketmez mi? Bittiğinizi hissetmez misiniz? Benim çok hissettiğim olmuştur. Tükendiğim, haber anlatacak halimin kalmadığı zamanlar çok olmuştur. Buyurun işte enerjimiz emilmektedir. Buna da izin veren bizlerizdir. Biz verdikçe, kurban oldukça onlar daha çok daha çok emerler, en doğal hakları olduğunu düşünürler. Köle efendi ilişkisi gibi.
Ya da iş yerindeki patronunuz bu model olabilir. Çok duyuyorum patronun ya da müdürünün ofiste olmasını istemeyen, olmadığı zamanlarda daha verimli çalışan insanları.
Ya da çocuklarınızı düşünsenize. Bazen ne edepsizlikler yaparlar, kıyameti kopartırlar, tüketirler bizi. Bana çok olmuştur zamanında. Şimdi mi? Olmuyor çünkü artık izin vermiyorum ne çocuğuma ne de başkasına. Kimse benim enerjimi tüketemez, ememez. Kapatıyorum kendimi. Hem de çok kolay. Yazının sonunda bir olumla örneği vereceğim.
Sonuç olarak enerji emiyoruz ve kaptırıyoruz. İkisini de yapmayalım. Özellikle pozitif enerjili insanlar kaptırmaya daha müsait unutmayın. Çünkü negatif hala çok güçlü dünyada.
Yoldaşlarım pozitif enerjimizi koruyalım, biz kimsenin kölesi değiliz. Hepimiz birer efendiyiz ve sadece kendi hayatımıza ve enerjimize hükmedebiliriz.
Sizi seviyorum artık kaptırmadığım pozitif enerjimi, koruma kalkanımı sevdiğim gibi.
Bir sonraki  Köle Efendi ilişkisi  adlı yazımda buluşmak üzere.

Olumla:
Ben Huge Dreamer
Şu anda sana enerji sahamı kapatıyorum ve izin vermiyorum.
(Birkaç kez burundan derin nefes alıyoruz ve ağzımızdan veriyoruz.
Sonra kendimize kalkan alıyoruz. Bu kalkan güçlü olmalı. Sizin için güçlü olan neyse onu hayal edin ve tekrar nefes.)

Kendinizden Mideniz Bulandı mı Hİç ?

Kendinizden, yaptıklarınızdan nefret ettiğiniz, midenizi bulandırdığınız, hatta kustuğunuz oldu mu? Benim oldu. Hatta bir tanesinde dakikalarca kustum. İşte böyle bir durumu şu anda da yaşamaktayım. İçimde bir yerlerde hıçkırıklara boğulmuş bir kız çocuğu var ve midem bulanmakta. İsterseniz ilk önce o dakikalarca tuvaletten çıkamayışımın sebebini anlatayım. Eşimden kurtulmak için çıktığım duygusal arınma yolculuğumun bir durağında aslında ne kadar da materyalist olduğumu ve para için kendimi bile satabileceğim gerçeği ile yüzleştiğimde yüzüme sanki babamın o silleli tokadı çarpmıştı. Bir an şoka girmiş ve ardından lavaboya koşup kusmuştum içimde hiç bir şey kalmayana kadar. Bu durum sadece bir potansiyeldi ve geçmiş yaşantılarımda yediğim bir halttı. O yüzden bu yaşamıma da getirmiştim. Bir an kendimi o haltı yerken gördüm ve hoooop lavabo ve gözyaşları. Aslında bu hayatımda çok da güzel yetiştirilmiş, edepli, adaplı bir bayan olarak ben yüzleştiğim şeyi bir süre kaldıramamıştım. Ama güçlüyümdür ben. Onu da atlattım, daha niceleri gibi. İnanın karmik getirdiğimiz bir sürü duygumuz ve potansiyelimiz var. Mesela ben geçmiş yaşantılarımda hiç de öyle iyi biri değilmişim. Yemediğim halt, kırmadığım ceviz kalmamış. Siz yüzleşebilir misiniz böyle bir şeyle. Tavsiye ederim. Ruhunuzun bundan sonraki durumu için faydalı. İşte bugün aynı olayın hafifini yaşıyorum. Peki, nasıl geldim bugüne. Anlatıyorum hazır mısınız? Yaklaşık iki ay önce Zonguldak’tan aynı zamanda da kolejden bir arkadaş beni face de ekledi. Ben herkesi severim sohbet ederim. Neyse onunla da ettim ne de olsa hemşerim hem de aynı okuldan biri olduğu için de ayrı baktım ona. Telefonumu vermekte sakınca görmedim. Arada arardı beni. Ben aramadım hiç. Zonguldak’tan , arkadaşlardan konuşuyorduk başka da bir şey yok. Sonra işin rengi değişti. Arkadaş tacizci biraz da sapkın çıktı. Bana etmediği küfürler kalmadı istediği olmayınca. Canım sıkıldı çok. Nasıl olurdu benim frekansımdaki biri böyle bir durumla karşılaşırdı. Sensey’ime anlattığımda içimdeki tacizci sapkın tarafımdan özgürleşmem gerektiğini söyledi. Evet, yaptım da. Arındım da dün gece. Fakat sabah kalktığımda mide bulantım tavandaydı. Kim bilir kimlere neler yapmıştım geçmiş yaşamlarımda. Bir türlü kabullenemiyordum. Bazen kaldırmam zor oluyor. Anladım ki kabul vermem lazım yaptığım bütün sapkınlıklarıma ve taciz edilmelerime ve seçim yapmalıyım. Artık bunlardan özgür tarafımı seçeceğim yazım bitsin.
Yoldaşlarım inanın başımıza gelen her şeyin bir sebebi var. Farkında olmalıyız. 2012 gelmeden bunlardan arınmazsak başımıza çorap örecekler. Bakın ben direkten döndüm. Böyle insanlar çok. Bundan sonra beni aramaz. Enerjisel bağımız koptu kendisiyle.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim, içimdeki kız çocuğu biraz sakinledi size içimi dökünce. Ama midem çalkantılı hala. Geçecek, birazdan…
Sizi seviyorum bütün ağır yüzleşmelerimi, onların karşısında kaya gibi duruşumu ve enerjimi dönüştürmemi sevdiğim gibi.

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Gerçek ve Sanal ilişkiler

Evet, yazıya devam edelim. Düşündünüz mü bir ilişki nasıl başlamalı ya da siz nasıl başlasın istersiniz? Ben düşündüm. Bence özeli sosyal ortamda, dışarıda, hatta yürürken bile olabilir, tanışmadır bu özel insanlarla. Peki ya internet diye sorguladığınızı duyar gibiyim. O da olabilir ama bana inandırıcı gelmiyor ne de olsa sanal ortam. Kişiyi bire bir görmek güzeldir. Önce bana göre hiçte özel olmayan, oldukça yalan olan internet tanışmalarından başlayalım mı? Bu internet denilen canavar avlanma yeri olmuş. Aşk avı değil ama seks avı yeri. Önce tanışma, sonra kamera ve tabi ki real tanışma ve yatma. Kural bu. Sisteme uymazsanız atık olursunuz unutmayın. Ben zaten şu kamera olayını anlamam hiç. Hep anlamsız gelir. Ben kamerayı açınca adama bir kere kendime 100 kere bakarım yani anlamsız. Ben o kamerayı gerçekten sevdiğim adam uzaktadır, özlemişimdir o güzel yüzünü görmek için açarım. Başka bir anlamı olmamalı bunun. Ama yok sanal sistemde kurallar bayağı ağır. Kamerayı aç, sonra oranı buranı aç, artık sonrasını siz tahmin edin. Çok basit ve değersiz. O yüzden bu şık elenebilir. Ama tabi talih kuşu konar da gerçekten adam gibi biri çıkabilir karşınıza. Ama çok küçük bir olasılık. Çünkü bu sanal yerde kişiler aslında olmadıkları ama olmak istedikleri kişiyi oynamak, yapamadıkları şeyleri, fantezilerini gerçekleştirme derdindeler. Bu şıkkı eledik değil mi?
Gelelim özeline. Bence makbul olan ilk görüşte aşktır. Ya da beğenme etkilenme. Sonra küçük küçük bakışmalar belki didişmeler. Telefonlaşmalar, mesajlaşmalar. İlk buluşma. Sonra tekrar sonra tekrar. Bakın henüz sevişmeğe gelmedik bile. Gerçi ilk buluşmada da olur kişilere ve libidolarına bağlı. Ama beklentisiz, gelecek planları olmadan sadece anı yaşayarak. Tek beklentiniz birlikte olmak anı paylaşmak olmalı. Kimse kimseyi değiştirmemeli. Sonrasına bakılır zaten. Sevişmek ne muhteşem olur değil mi sevdiğinizle. Tekrar tekrar istersiniz, e tabi yatakta da uyumluysanız. El ele tutuşmak, yürüyüşler yapmak, yemeklere çıkmak, tatillere çıkmak. Biliyorum hepimizin aradığı tek şey bu. Bizi sadece gerçek aşk sevgi kurtarabilir çöplükten… Sakın sakın yattığınız kadınlara ve adamlara onlara sahipmişsiniz gibi davranmayın. Değilsiniz. Sevişmek güzeldir, özeldir ama kişileri birbirine bağlamaz tek başına. Kişileri bir birine bağlayan şey duygularımızdır. İki tarafın da duygusu aynı ve büyükse sevişme bir bağlayıcı olabilir. Öbür türlü o paylaşılan an pişmanlığa dönüşür. Kadınlarla adamlar tamamen uç noktadalar. Kadınlar yattığı adamın oluveriyor hemen. Erkeklerse uçanı kaçanı götürme modunda. Bu tam tersi de olabilir. Çünkü uçanı kaçanı havada yakalayan kadınlar ve yattığı kadını hiç başka kadın görmemiş gibi sahiplenen adamlar da var. Zaten eril ve dişil dengesizliği var dünyada. Ama sahip olmakta olmamakta ilizyon. Kimse kimsenin sahibi değil çocuklarımızın bile değilken. Umursamaz olmakta ilizyon. Orta yol en güzeli. Sevgi ve saygı. Kendisine saygı duyan insan karşısındakine de saygı duyar. Unutmayın yaşadığımız şeyler negatif.
Şimdi size soruyorum siz hangisindesiniz? Hangisini tercih edersiniz? Seçim sizin ve özgür iradenizin.
Negatifte de kalsanız, tek gecelik aşklar da yaşasanız sizi seviyorum.
Ama size gerçek aşk sevgi diliyorum. Çünkü biz tek kurtaracak şey IŞIK tır. IŞIK ta gerçek sevgi ve aşktır. Geliyor musunuz IŞIĞA?
Bir sonraki yazım enerji vampirleri erkekler ve kadınlarda buluşmak üzere

Bedenlerimizin kölesi bizler...

Gerçek bir aşk ilişkisi nasıl başlamadır sizce. Mutfak camımın önünde kahvemi yudumlarken ve sigaramın dumanını ciğerlerime çekerken bunu düşündüm. Dışarıda aşk havası var ama hiç birimiz bunu yaşayamıyoruz. Ne yazık değil mi? Düşündüm bunu gerçekten.
Neden aşklar sabun köpüğü gibi, sigara gibi, elimizin kiri gibi. Neden sabun köpüğü gibi puf elimizden kayıyor? Neden sigara gibi ciğerlerimize işlerken çabucak bitiveriyor? Neden ilk başlarda yüzümüzü parlatırken sonunda elimizin kiri oluyor da yıkayıp ta temizleniyoruz?
Çünkü hiç biri gerçek değil. İlizyon. Âşık olduğumuzu sanıyoruz ve çok kısa sürede balon sönüyor. Olmadı the next. O da olmadı the next. Anlamsız, değersiz ilişkiler yaşıyoruz. Zaten aşkın anlamını kendimiz bile bilmiyoruz. Ruhlarımızı kaybetmişiz, bedenlerimizin kölesi olmuşuz. Kendi değerimizi bedenlerimizle ölçüyoruz. Aşkı seksle özdeşleştiriyoruz. Ne yazık.
Cinsellik hücrelerimize işlemiş. Günlük konuşmalarımızın içine sızmış durumda. Tek düşündüğümüz bu olmuş. Allah aşkına nasıl âşık olabiliriz ki bu kadar doyumsuzken? Ben çok merak ediyorum o güzel ve özel cümleleri nasıl da öyle sarf edebiliyoruz sadece seks yapabilmek, beş dakikalık zevkimiz için ve sevmediğimiz ve hissetmediğimiz halde. Dürüstlük nerede kaldı. Hayır, sonra gerçekten âşık olduğumuz kişiye hangi sözler kalacak söylenecek. Ya da aynı sözcükleri mi kullanacağız? Değerli olacaklar mı içinizden? O kadar söylüyoruz ki artık anlamlarını yitirdiler. Özlemek benim için çok özel kelimedir. Ben öyle herkesi özlemem. Aslında hepimiz öyleyiz. Ama kullanıyoruz. Sözde özlediğimiz insanı iki günde buruşturup atıveriyoruz. Sevmek keza çok değerli. Herkesi severim ama özel birini sevmek kolay mıdır hele bu devirde?. Hayıııııır. Değil ama söylüyoruz. Sevmek de moda oldu şimdi. Değerini kaybetti. Artık sözcüklere inanmıyorum. Peki ya siz? Davranışlara bakıyorum, gözlere bakıyorum. Onlar yalan söylemez. Hani bedenlerimize mahkûmuz ya hemen ele veriyorlar. Zaten gözler kalbimizin aynası değil mi? Cinsellikten konuşan adam, adam değildir bana göre. İlk başta hemen ne o öyle. Bu iş iki kişi arasında çok özel bir paylaşımdır. Öyle konuşmadan, planlanmadan yaşanır. Planları sevmeyen ben bu durumda da sinir oluyorum. Bu özel paylaşımın da bir anlamı olmalıdır. Konuşmadan sessizce aşkla sevgiyle yapılmalıdır. Sanki konuşulan şeyler değerini kaybeder bende. İnsanlığın yüzde doksan beşi belki daha fazlası hayvani dürtüleriyle sevişiyor. Diğer yüzde beşlik kısım mı? Bunu gerçekten âşık olduğu, sevdiği için, bir olmak için yapıyor. Aslında ilahi bir şeydir sevişmek. Bir olmaktır gerçekten. Soruyorum size şimdi kaçınız seviştiğiniz kadınla ya da adamla bir olabiliyorsunuz ya da olacağınız orgazma ya da alacağınız zevke odaklısınız? Eğer odak noktanız zevkiniz ve orgazmınızsa inanın hayvani dürtülerle sevişiyorsunuz. Zira öbür türlü her anın tadını çıkartırsınız. Skorlara bakmazsınız… Yaşadığımız zaman skor zamanı ama inanın değişmekte. Çoktan boyut atlamış bulunuyoruz. Gelin dünyamız boyut atlamışken biz de atlayalım. Dürüst olalım, gerçekten sevelim, gerçek, ilahi sevişmeler, aşklar yaşayalım.
Var mısınız? Yoksa bulunduğunuz çöplükte ( çok özür dilerim ama öyle ) mutlu musunuz?
İnanın bunu yaşadığınızda öbür türlü yalan dakikalara söveceksiniz.
İster benimle gelin, ister yerinizde kalın sizi seviyorum kendi inançlarımı, gerçek aşkı, gerçek,bir sevişmeleri sevdiğim gibi.
Bir sonraki yazım başlangıçlar ….

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Zonguldak, Kolej, Arkadaşlar

Hepimizin çocukluk ve gençlik anılarımız vardır. Benim de var tabi ki. Çocukluğumu ve ergenliğimi çok güzel geçirdim ben. Kömür diyarı, işçi grevlerinin, göçüklerin, gözyaşlarının ve feryatların eksik olmadığı bir şehirde büyüdüm ben. Küçük ama fazlasıyla modern bir şehirdi Zonguldak ama aynı zamanda ülkenin en pahalı şehirlerinden biriydi. Hala da öyle. İlkokula dair çok anım yok, ama kolej yıllarım, arkadaşlarım, mahalle, Fener ve Kortla ilgili anlatacak, özlediğim çok şey var. Henüz döndüğüm bu küçük şehirde anılarım tekrar canlandı tam da otuz beş yaşıma girmişken. Zaman ne çabukta geçmiş. Tam tamına on sekiz yıl dilek olay. Okula çok yakın otururduk biz. Sadece bir merdiven vardı. Merdivenlerden in hop okulun bahçesindesin. Bu seferde o merdivenin başına oturdum. Anılarım canlandı. O merdiven başında ne kadar vakit geçirirdik biz. Okul çıkışları, yaz akşamları orası buluşma yeriydi. Kolejde okumak bana çok şey katmıştır ama en çok samimiyeti, sosyalleşmeyi öğretti bana. Okul çıkışlarında orda toplaşır, sonra evlerimize dağılırdık. Herkes arkadaştı, herkes birbirini tanırdı. Ramazan aylarında Aydın bakkalın önünde hep beraber pide bekleyişlerimiz geldi gözümün önüne. Komiktik. Yazları mahalleye çıkışımız. Herkes o merdiven başına gelirdi. Önceleri daha küçükken oyunlar oynardık. Sek sek, don ateş. Annem zor alırdı bizi içeri. Hala balkondan ismimi çemkirmesi kulaklarımda. Sonra büyüdük bu sefer tekrar o merdivenin başında buluşur saatlerce çekirdek çitler sohbetler ederdik. Ne konuşurduk onca saat acaba? Şimdi kimse kalmamış tabi. Ama hala enerjimiz ve çığlıklarımız orada.
Dedim ya moderndi Zonguldak diye.  Fener mahallesi vardı. Çok severim, sanki cennetin bir köşesidir. Yol, boyunca yemyeşil ağaçlarla kaplıdır, aşağısı da masmavi denizdir. Oralarda büyüdük biz. Tenis kortu vardı. Sabahtan bir giderdik akşama kadar. Arada tenis oynar sonra da aramızda oyunlar oynardık. Kaçan topları aramayı özledim ben. Fenerde gezerdik. B tipi vardı. Nasıl bir manzarası vardı oranın, muhteşem. Güzel bir çocukluk ve ergenlik geçirdim. Sahi bir de ekonama vardı duruyor mu acaba hala? Aydın abi ölmüş çok üzüldüm ama bakkal duruyor. Merdivenlerin altındaki toprak kortu kaldırmışlar. Üzüldüm. Oysa orada ne çok tenis oynardık. Çok eğlenirdik.
Aslında anlatacak çok şey var. Zonguldak kebabı mesela. Salçalı soslu adana kebap. Ama aynı tadı bulamadım. Her şey gibi oda anılarımda lezzetli. Mecburiyet caddesi aynı. Hiç mi değişmez bir çarşı yahu. İnsan kalabalığı olmuş, eski havasını kaybetmiş. Zaten kim ve ne eski hali ile kalıyor ki?
Kolej’e bakacaktım ama fırsatım olmadı. Zaten eskilerden kim kalmıştır ki? Ama Namık hoca duruyormuş. Ne korkardık ondan yahu. Dediği kuraldı. Bir öğretmen olarak şimdi onu takdir ediyorum hem korkup hem de çok severdik. Bir de İngilizce hocamız vardı. Tülay Turan. Kadın ekoldü. Çok güzel giyinirdi. Bütün İngilizce öğretmenleri şıktır ve farklıdır aslında diğerlerinden. Ama bu bayan çok şık ve seksiydi. O ders anlatırdı, güzel de anlatırdı ama biz ne giymişe bakar laf aramızda erkeklerde hayran hayran dalardı. Acaba farkında mıydı kendisi? Hatırlıyor musunuz arkadaşlar? Güzel ve harika hocalarımız vardı. Hepinizi çok seviyorum. İyi ki varsınız. Baklava günlerimiz olurdu Deniz Kulübünde Mezuniyet törenlerimiz ve kep törenlerimiz oldu en babasından. Hele o kantinin önüne doluşup dilim pastaya erişme yarışımızı, öğle tatillerimizi, yemekhanedeki döner günlerini özlüyorum. Dedim ya güzeldi. Kolej farklıdır, aslında şimdi bu değer kalmadı. Sınıf arkadaşı yok, okul arkadaşı vardı.
Merdivenin başında bütün anılarım canlandı. Keşke tekrar hep beraber toplaşabilsek. Zonguldak'ı özlediğim söylenemez, orada yaşayamam mesela ama orada büyüdüğüm için şanslıyım ve mutluyum. Bütün arkadaşlarıma, öğretmenlerime kocaman öpücük gönderiyorum, yakalayın. Hepimiz büyüdük, bir yerlere dağıldık, yıllar oldu görüşmeyeli ama biliyorum ki çoğunla bir araya gelsek samimiyet aynı olur sanki dün ayrılmışız gibi. Bunu yeni tanıştığımız insanlarla yakalayamayız. Sadece büyüdük, o kadar.
Sizi seviyorum, anılarımdaki Zonguldak'ı, arkadaşlarımı, Kolej yıllarımı sevdiğim gibi…

8 Temmuz 2011 Cuma

Her şeyin B... nu Çıkaran Ben...

Sevgililer,
Şunu fark ettim her şeyini b. nu çıkartıyorum.
Yani suyun çıkartıyorum demek istedim canım.
Ben böyleyim.
Bir ayakkabı alırım onu sıkılana kadar giyerim.  
Bir melodi ya da şarkıyı sıkılana kadar defalarca dinlerim.
Eskiden sevdiğim filmi de defalarca izlerdim. Özellikle de o eski Türk filmlerimizi.
Hulusi babacım ya; ne severdim ben seni.
Zengin erkek, fakir kız aşkı, ya da tam tersi.
Halide Naşit gibi gözlerinin içi gülen bir kadın daha görmedim ben ekranlarda.
O filmlerde bir samimiyet vardı, yani şimdinin Ferihası gibi değil.
Hele müzikleri, ben onlarda büyüdüm. Çok severdim, hala da severim, antika tarafım var.
Zaman değişti tabi şimdi. Zaten konumuz da bu değil.
Bir de yedi numara vardı. Her akşam izlerdim ben onu. Galiba sanırsam.
İşte bakın yine çıkarttım b.nu.
Sevdiğim her şeyin suyunu çıkartıyorum, posası kalınca da mızıklanıyorum.
Ben bir tek aşklarımın b nu çıkartamıyorum.
Yaşayamıyorum ama maşallah ayrılık acısının da özlemlerinde hakkını veriyorum. Manyak mıyım ben acaba ne dersiniz?  Hayır, Halit de Halit. Oysa dışarıdaki hayatı yaşasam da anlatsam size değil mi?
Yok Halit’in de b.. nu çıkarttım.
Halit okusa o bile şaşacak ben neymişim diyecek. 
İşte ben böyle servim adamı, sıkarım boğarım.
Yok, valla birlikte olduğum hiç kimseyi sıkmam, boğmam ama iş terk edilmeye gelince işte orada kopuyorum adamlar aptala dönüyorlar.
Baksanıza Halit terk etti beni, değer kazandı. Tabi birde ona sormak lazım.
Yani diyeceğim, eğer biri benden tamamen kurtulmak istiyorsa benim terk etmemi beklesin.
Valla o zaman adını bile anmam.
Sonra benim senaryolarım vardır. İnanırım onlara.  
Bunu Halit’te yaptım. Gelmediği zamanlar kafamda hazırdı sebepleri.
Her hangi bir söze ve davranışlara ne senaryolar uydururdum ben.
Yok, yok her an yazıyorum bir de erkeklere yazabilsem var ya hayat bana güzel olacak.
Herkes bana ben Halit’e.
Fakat ana kraliçe olan annem dün koparttı beni.
Diyalog aynen şöyle hiç abartmıyorum.
Anne Halit beni aramadı
Aramasın bırak şu kart adamı
Ama daha 44 yaşında
İyi ya işte yaşlı yaşlı, sana 40 yaşında lazım
Nasıl ya, ha 40 ha
44 sen de
Olur, mu ben onu gördüm  yaşlanmış ve yakışıklı da değil
Peki anne
Her ne kadar hayatımın efendisi de olsam annemden çekinirim ben.
Kırar kemiklerimi.
Kadın beni sultanlara layık görürken ben gidip çulsuz hem de yaşlı ve çirkin adama âşık oluyorum.
Bir bilse var ya ham yapar.
Yok, anneciğim Halit yok. Artık Sultanlara yazıyorum…
Ama söz sizin posanızı çıkartmadan, yudum yudum  seveceğim.
Sizi seviyorum kimseye şimdiye kadar yazılmayışımı, efendiliğimi sevdiğim gibi.


7 Temmuz 2011 Perşembe

Yaş Otuz Beş

Yaş 35; yolun yarısı mı, yoksa yeni mi başlamakta? Ben her ikisini de yaşıyorum bugün. Yuvamdan dünyaya oyun oynamaya geleli, annemin güvenli sıcak karnından çıkartılıp, ağlayalı tam otuz beş sene oldu. Yirmi dört yaşımdan bugüne kadar yaşadığım her şey beni büyüttü, bana çok şey öğretti ve bugünüme getirdi. Acılar, üzüntüler insanı büyütür değil mi?
Hayatımda mutluluklar da, acılar da oldu. Ama benim seçtiğim yol acılarımla tekâmül etmekti. O yüzden bol bol yarattım, yaşadım. Gerçekten de büyüdüm. Olgunlaştım. Hayatın aslında ne kadar da muhteşem olduğunun farkına vardım. Nefes aldığım sürece her şeyin geçeceğini biliyorum artık. Yarattığım acıları tek tek terk ettim. Terk etmeyi öğrendim ben. Cesaret benim yol göstericim oldu. Otuz beş yaşımda geldiğim tek nokta var o da sevgi. Sadece sevgi. Biliyorum ki bizi sadece sevgimiz kurtarabilir. Çok yüzleşmelerim oldu. Yıkıntılarım, yangınlarım, göçüklerim oldu. Ama hiçbir zaman pes etmedim. Her yıkıntımdan daha güçlü, mutlu çıktım. En sevdiğim özelliklerimden biri. Pes etmem. Etmeyin! İlk sorgulamam otuz yaşımda geldi. Ben bu hayatı istemiyordum, böyle olmamalıydı. Hayatımı baştan yarattım, tabi öncekini öldürdüm, terk ettim. Zamana kabul verdim. O da bana, ve beni destekledi. Beş sene sonunda yani bugün bambaşka tam da istediğim gerçek ben oldum; hayatını istediği gibi yaşayan, kendini seven, ne isterse onu yaratıp yaşayan, acılardan uzak sadece huzur ve mutluluk yaşayan. İsyanlarımı çok seviyorum. Onlar beni düşündürdü. Cesaret etmemi sağladı.  İsyanlarınızı sevin ve isyan edin, inanın pişman olmayacaksınız. Bugüne gelmem de bana destek olan çok kişi oldu. Sensey, canım arkadaşlarım. Ama en önemlisi canım anneciğim. Her kararımda arkamda durdun, destekledin, çünkü senin için sadece benim mutlu olmam önemliydi. Seni çok seviyorum. İyi ki varsın hayatımda, hep de ol.  Canım Güneş’im. Evet o benim hayatımın güneşi. O da her kakarımda yanımda durdu. Bütün isyanlarına rağmen beni terk etmedi. Şanslıyım hem de çok. Umarım hepiniz böyle fedakâr sevilesi bir annesi, ve ruhen anlaştığınız bir güneşiniz olur. 
Şimdi çocukluğum geçtiği şehrin muhteşem manzarası eşliğinde kahvemi yudumlarken şunu diyebiliyorum; çok mutluyum, huzurluyum, güçlüğüm, hayatımın efendisiyim ve kocaman hayallerim var. Hepsinin peşinden gitmekte kararlıyım. Peki, sizin hayalleriniz var mı yaşınız kaç olursa olsun? Peşinden gidecek misiniz? Yoldaşlarım gidelim hep beraber. İnanın kalarak mutlu olamayız. Doğamızda yok bu. Azla yetinmeyelim. Unutalım bize öğretilen klişeleri.
Otuz beş yaşımın tecrübesi, olgunluğuyla ama yirmili yaşlarımın heyecanı ile neler yaşayacağımı düşünüyorum. Çok heyecanlığım önümdeki günler, aylar, seneler, mevsimler için.. Hepsini sizinle paylaşacağım. Benimle kalın ama hayallerinizin peşinde olun sakın kovalamayın, yakalayın!
Sizi seviyorum yeni yaşımı, hayallerimi, annemi, çocuğumu, rehberimi (Sensey), arkadaşlarımı, yarattığım âşık olduğum adamı, en çok ta kendimi sevdiğim gibi.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Modern Cindrella Masalı


Cindrella masalını bütün kızlar gibi küçükken çok severdim. Sonra büyüdüm yaşadığım kendi seçimlerim olan deneyimlerim Cinderalla olamayacağıma inandırdı beni. Hatta bunun tam da ilizyon olduğuna karar vermiştim ki keskin bir u dönüşü yaptım. Bundan bir ay önce yıldız bilgini arkadaşım astroloji haritama bakarken Cindrella günümü görememiş, bense gülmüştüm. Ama sonra geçen akşam yaratıcı olarak ben Modern bir Cindrella masalı yaratmaya karar verdim.  Tabi buraya step by step geldim. Önce hayatımda inanmadığım, kimseye hissedemediğim aşkın eksikliğini hissetmeye başladım. Sonra uzun zamandan beri küs olduğum aşk filmlerini izlerken buldum kendimi. Eve kapanmıştım. Hiç bir şey yapmıyordum. Aşk istediğime karar verişim muhteşemdi. Evet, aşk istiyordum. Aşk aşk, aşk. Hayatımdaki tek eksik olan şey. İsyankârdım ki ben nasıl olacaktım. Olsun belki isyanlarımı bastırırdı bu aşk. Ben aslında romantik de sayılmazdım. Olmak istiyordum ama. Hayatımın yarısına gelmişken aslında yeni başlamışken yaşamaya tam da zamanıydı aşkın. Evet, zamanı gelmişti. Aşk benim için o Kaf dağında, altın bir kafese kilitlenmiş ulaşılmaz çok değerli bir elmastı. Olsun ben de modern zaman Simurg değil miydim?  O zaman bu değere yaraşır bir adam olmalıydı. Sensey’e bu isteğimi anlattım ve artık zamanın geldiğini söyledim. O da bana rehberim olarak yaratma yeteneğimi kullanmamı söyledi. Kesinlikle yaratmalıydım. Kendini baştan yaratan biri olarak aşkı mı yaratamayacaktım ki. Oturdum canım dostum, içimdekileri döktüğüm, sırdaşım bilgisayarımın başına ve başladım yaratmaya. Yazdım da yazdım. Vay kendim bile hayal gücüme şaşırdım. Boşuna adım Huge dreamer değildi ne de olsa. Ben yazarken bile çok mutlu olmuştum, yaşarken neler olurdu acaba? Bitti. Sensey aldı beni karşısına başladık sorgulamaya. Ben ilk yıkıntımı daha ilk yaratımımda yaşadım. Yarattığım adama kendimi layık görmüyordum ki. Onun içim yeterli, değerli ve başarılı da değildim. Oysa ben her alanda değerli yeterli başarılı değil miydim? Yıkıldım. Bazen bir sürü şeyler bekleriz hayattan ama altta verdiğimiz sinyalleri görmeyiz, göremeyiz. Olmayınca da kadere isyan ederiz. Oysa tek isyan kendimize olmalı. Saatlerimi aldı bu adama laik olduğuma ikna olmam. Kalem kalem yazıp duygusal arınma yaptım. O günüm baş ağrısı ile geçti. Enerjimi âşık olduğum adama göre yükseltim. Oturması biraz zaman alacak. Ama bugün hal ve tavırlarıma bakıyorum da şaşırıyorum. Yürüyüşüm, konuşmam değişti. 21 günün sonunda neler olacak sizinle paylaşacağım. Artık gerçekten de süper ligdeyim ve çıtır çerezlerle geçirecek bir dakikam bile yok. Mavi boncuk dağıtmayı seven ben bugün hiçte yapmak istemedim. Sanki ağırlaştım. Yalnız aklımda bir soru var. O kadar eminim ki tam da istediğim aşkın bana geleceğine; acaba orada mutlu olabilecek miyim? Yoksa yine gitmek isteyecek miyim? Hepsini Cindrella masalımın gerçekleşmesini, yaşadıklarımı sizinle paylaşacağım. Beni takipe devam. Yazının sonunda size bu konuda olumlama örneği vereceğim, devamını siz getirin ve hayatınızın her alanına uygulayabilirsiniz. Ama lütfen iyi düşünün.
Halit mi? Halit’i sevdim hem de çok ama dedim ya aşk yoktu. Halit kötünün en iyisiydi. Benim için yeri hep farklı, özel olacak.  Ama ben artık en iyisini istiyorum ve buna layığım. Peki ya siz?
Sizi seviyorum, yıkımlarımı, büyük hayallerimi, Cindrealla masalımı sevdiğim gibi.


OLUMLAMA
Şimdi şu anda tam da zamanında aşığım. Niçin tam da zamanında? Çünkü zamanı geldi. Niçin zamanı geldi? Çünkü mutlu olmak istiyorum. Niçin aşk mutluluktur? Çünkü……...
Niçin o adama aşığım? Çünkü…….

Olumlamanız bittiğinde bir bakın bakalım âşık olduğunuz adam sizi ister mi?

1 Temmuz 2011 Cuma

Güneş, Aşk ve ....

Bugün başlangıç noktasındayım, inanın çok heyecanlıyım. Müsveddeler bitti. Hayatımı bugün temize çektim. Bugün güneş tutuldu. Tam tamına da benim hayatımın üzerinden tekrar doğdu. Var mısınız benimle yaşamaya? Senaryo bana ait. Kast az çok belli ama size de bir rol bulabiliriz. Seçenek geniş. Ama bu senaryoda acı yok, mutsuzluk yasak, hırslar tüh kaka, yalancı sevişmeler ve aşklar müsveddede kaldı. Bu senaryo da bol mutluluk, refah, bereket, huzur, gerçek heyecan aşk ve ilahi sevişmeler var. Katılıyor musunuz kumpanyama? Kabul ediyor musunuz kirlilerinizi bırakmaya ve lekesiz bembeyazları giymeye? Bakın valla Ivana da Eda bile beğenecek. Ama tikkat beyaz her türlü lekeyi, kiri tozu gösterir ona göre hepsini bırakın da gelin.
Gelin ya, beni yalnız bırakmayın. Zira artık yalnızlık ilizyonumda geride kaldı. Ben varım, siz varsınız, yani biz varız. Sizi seviyorum biliyorum siz de beni. Yalnız bu seferde bol bol gerçek aşk, gerçek sevişmeler olacak. İster misiniz? Tamam, o zaman takılın bana. E hadi kımıldayın anacım.  Kararsız mısınız? En kötü karar kararsızlıktan iyidir diyeceğim ama emin değilim. Ama en iyi karar ışığa geçmek, bundan eminim adımdan bile emin değilim. Sahi benim gerçek adım ne?  Tam da ilk yaratıldığımdaki adım. Gerçek yuvamdaki adım. Ay çok merak ediyorum. Ama şu anki adım son kod adım olacak. Yaratıldığımdaki adıma şimdiki adımı da ekleyeceğim. Çünkü bu sefer bedenimi toprağa teslim etmeğe hiç de niyetim yok. Onunla döneceğiz yuvamıza. Peki ya siz? Hadi bakalım düşünün…
Sizi seviyorum ve bekliyorum…  

İzleyiciler


Osho

‎''Kişinin her zaman doğru yolda gideceğinin garantisi
yoktur. Birçok kere birçok şey insanları yanlış yola yönlendirir çünkü doğru
kapıya gelmek için birçok kere yanlış kapı çalınır. Hayat böyle...

Eğer ilk seferde doğru kapıya rastlanılırsa onun doğru
olduğu anlaşılamaz. Her yer, her şey kırmızı olsa başka hiç bir renk olmasa
kırmızının ne olduğunu kimse bilemezdi. O yüzden son tahlilde hiç bir çaba
boşuna değildir. Her çaba kişinin gelişiminin doruk noktasına ulaşmasına katkı
yapar. İnsan asla kararsız olmamalı... Yanlış yola sapmak endişe yaratmamalı.
İşte bu önemli bir sorundur. İnsanlara asla yanlış bir şey yapmamaları
öğretiliyor.

Onlar yanlış bir şey yapmaktan o kadar korkuyorlar ki, hiç
bir şey yapmıyorlar, hareket kabiliyetini yitiriyorlar. Mümkün olduğu kadar
hata yapın. Ama bir şeyi unutmayın. Aynı hatayı tekrarlamayın. O zaman gelişirsiniz.
Yoldan sapabilmek özgürlüğünüzün bir parçasıdır. Bu doğru, bu yanlış diye bir
şey yok. Hayat o kadar kesin değil, onu bu kadar kolay etiketleyip
sınıflandıramayız. Hayat her şişenin etiketli olduğu ve neyin ne olduğu bilinen
bir eczane değildir. Hayat bir gizemdir, her an tetikte olunmalıdır. Neyin
doğru neyin yanlış olduğu hakkında önceden hazırlanmış yanıtlara güvenilemez.
Hayat çok hızlı ilerler dinamiktir, iki an asla birbiri ile aynı değildir, o
yüzden bu anda doğru olan bir şey, bir sonraki anda doğru olmayabilir. Bu
değişen hayata nasıl tepki verileceğine kişi o anda karar vermelidir.

Hayat böyledir..
Onun için hazırlık
yapamazsın..
Onu hazır bir şekilde
bekleyemezsin..
Güzelliği bu, anlamı
bu.
Her zaman şaşırtır ve
sürprizlerle gelir.
Her anın sürprizlerle
dolu olduğunu ve önceden hazırlanan hiç bir yanıtın uygulanabilir olmadığını
görürsün...
Eğer gözlerin varsa…''


UBUNTU :)

UBUNTU :)
Afrika'da çalışan bir Antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir, ağacın altına koyduğu meyvalara ilk ulaşanın ödülü o meyvaları yemek olacaktır.Onlara "hadi, şimdi başlayın birinci olan ödülü alacak" der.O anda bütün çocuklar elele tutuşur, koşup ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyvaları yemeye başlarlar. Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu yanıtı verirler; Bu UBUNTU'dur. Nasıl olurda diğerleri mutsuz iken birimiz o ödülü yiyebilir ki ? Ve UBUNTU'nun anlamını açıklarlar onların dilinde UBUNTU "Ben biz olduğumuz için ben'im" demekmiş

Bob says

Bob says
Onun ilk aşkı olmayabilirsin, son aşkı da; hatta bir tanesi de, daha önce aşık oldu, tekrar olabilir. Ama şu an seni seviyorsa daha ne olabilir ki? Tıpkı senin gibi, o da mükemmel değil ve ikiniz birlikte asla mükemmel olamayabilirsiniz. Ama şayet o seni güldürebiliyorsa, iki kez düşündürebiliyorsa kabul edersin ki; insanlar hata yapar onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin herşeyi ver. Seni günün her anında düşünmüyor olabilir ama sana kırabileceğini bildiği bir parçasını verecektir. Kalbini. Yaralama onu, değiştirmeye çalışma, çözümlemeye kalkma ve verebileceğinden fazlasını bekleme. Seni mutlu ettiğinde gülümse, kızdırdığında fark etmesini sağla ve yokken özlediğini bil.
Dünyayı daha kötü hale getirmeye çalışanlar bir gün bile durmazken, ben nasıl durayım?

Ömer Hayyam;


Evvela;

Benim rızam olmaksızın

Dünyaya getirildim.

Hayatta;

Hayretimden başka bir şeyim artmadı

Sonra yine elimde olmadan

Bu dünyadan göçeceğim

GELMEKTEN, KALMAKTAN, GÖÇMEKTEN

Maksat ne?

Hala anlamış değilim!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı