Üzülme!
Dert etme can!
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan
Ne mutlu sana!
Elinde olmayanları
söyleme bana
Elinde olanlardan
bahset can!
Üzülme!
Geceler hep kimsesiz
mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek
mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...

* Mevlana

29 Haziran 2011 Çarşamba

Kadı köylüyüm- lüyüz...

Kadıköy… Kadıköy ile ilişkim ikiye ayrılır. İlki üniverite yıllarımda başladı. Kendisini pek sevmezdim. Çok pis bir yer gelirdi bana. Ben sosyetiktim ya. Ben ancak Bağdat caddesine takılırdım. Arkadaşlarımla bazen giderdim Kadıköy’e. Sahilde hasır vardı. Hatırlar mısınız?
Ay hiç anlayamazdım insanlar neden kendine işkence yapıp da o küçücük taburelerde otururdu ki. Ben de otururdum arada ama içimden söylenerek. Burnu Kaf dağında içinde zavallı Little Dreamerken. Pek bilmezdim zaten. Çok kalabalıktı offf çok sıkıcı, bunaltıcı.
Daha sonra büyüdüm içimdeki little dreamer da büyüdü. Aynı şeyleri farklı görmeye başladı. Dar dünyasından çıkmaya genişlemeye, keşfetmeye başladı. İşte o keşiflerimden biri Kadıköy’üm. Çok seviyorum. Şu an yaşamak istediğim tek yer. Öyle Moda falan değil. Kadıköy merkez. Bahariye olabilir hem de süper olur. Nasıl bir enerji ve sinerjisi var değil mi Kadıköy sevenler? Her şey var. Dünde oradaydım. Allahlım insan kalabalığı falan değildi insan seli vardı dün. Bahariye’nin girişinde sağda banklar vardır. Çok severim orayı. Oturdum ağacın altına, yaktım bir sigara başladım dikizlemeye. Allahım herkes oradaydı. Bir siz yoktunuz yanıııı. Çok kalabalık bir memlekette yaşıyoruz ama ben seviyorum şikâyet etsem de. Sanırım ben bu şehre ve Kadıköy’e aşığım ve başka bir yerde yaşayamam. Kadıköy'ü fütursuzca, deli ama dolu dolu dibine kadar yaşayan sınırları olmayan, zincirlerini kırmış cıvıl cıvıl güzel nazlı, işveli ve cilveli bir kadına benzetirim ben. Sonra bahariye de kulağımda müzik bangır bangır dolaştım. İvana’cım Allah seni inandırsın on altı liraya bir elbise aldım mango’dan çok şık tam sizin programa layık. Valla. Sonra arkadaşımla her zaman takıldığımız Bahariye girişindeki, otobüs duraklarının üzerindeki cafede mükemmel bir ziyafet çektik kendimize. Aslında genelde akşamüzerleri özellikle yazın bira patates keyfi yaparız ama dün çok acıkmıştık. Orası bana huzur verir. Ağaçların altında onca gürültünün, karmaşanın içinde cennette hissederim kendimi. Sanki cennetten cehenneme bakmak gibi. Tavsiye ederim hepinize. Yalnız dün garsonlar bunalımdaydı sanırım. Ama olmalılardı bence. Çünkü kafelerinde bir erkek harikası oturmaktaydı. ( Bu konu üzerine ayrı bir yazacağım bekleyin).
Şahsen benim ağzım açık kaldı. Bütün inançlarımı yıktı adam ya. Hala etkisindeyim inanın. Bekleyin.
Kadıköy fırsatlar yeri. Değerlendirin. Çok ucuza çok güzel kıyafetler alabilirsiniz. Ama asıl bomba arkadaşımın tam merkezde iki buçuk liraya fön çektirmesiydi. Evet, tam tamına iki buçuk lira. Ben inanamadım ve bizzat gittim olay yerine. Gerçekten dünün oscarını fönü çeken arkadaşa veriyorum. Çocuk otomatiğe bağlamış arkadaş ya. Bir de fön çekti. Ah ah kazıklanıyorum, kazıklanıyoruz. Fakat ben arkadaşıma aynen Sen utan mıyor musun o bozuklukları vermeye diye sordum. İnsan utanır yahu. Ama bir kalabalık, sürüm olayı. Akıl işte. Bravo. Bundan sonra saçlarımızı nerede yaptırıyoruz kızlar? İvana’cım, Eda’cım siz de takılın valla. Eğer beni yurt dışından okuyanlarınız varsa ben sizin yerinize gezerim. Varsa başka özlediğiniz yerler yazın bana. Sizin yerinize gideyim ve anlatayım.
Sizi seviyorum, Kadıköy’ü sevdiğim gibi.

Bazenler...

Bazen hiçbir şey yapmamak güzeldir. Ben bu günlerde onu yapıyorum. Hiçbir şey işte öylece. Bazen sıkılmak güzeldir sürekli yaptığımız şeylerden. Bazen yoruluruz koşmaktan. Bazen söylenecek sözlerimiz tükenir. Sessizlik bizi derinlerden çağırır. Sabahları yataktan kalkmak, günaydın demekten sıkılırız. Bazen çıplaklığımızı örtmekten sıkılıp çırıl çıplak kalmak isteriz kendimizce. Bazen bilindik olmaktan, bilindikleri yaşamaktan tükeniriz. Bazen kendimizden bile sıkılırız, insanlardan sıkıldığımız gibi. Bazen sevişmekten sıkılırız. İstemeyiz hiç kimse. Bazenler uzayıp gider işte.
Ben de çok koşmaktan yorulduğum, kelimeleri tükettiğim, bilindiğin dışındaki halimden sıkıldığım bazenlerimi yaşıyorum. Şu an kahverengi koltuğumda öylece susuyorum. Siz hiç öyle saatlerce bir şey düşünmeden durabilir misiniz? Ben dururum. Meditasyon inanın. Sessizlik güzeldir. Siz yanınızda arkadaşınız olsa da sessiz kalabilenlerden misiniz yoksa dayanamayanlardan mısınız? Ben dayanabilirim.  Çok faydalı inanın. Hele bir de yanınızdaki her kimse sizi çöp kutusu olarak kullanma hedefindeyse derhal, şiddetle yapmanızı tavsiye ederim. İzin vermeyin. Ben şu an kendime bile izin vermiyorum.
Sabah yataktan kalkmak istemiyorum, tüm gün pijamalarımla evde dolaşıyorum, Bol bol film izliyorum, gülüyorum. Müzik dinliyorum özellikle Mr Mozart. Saçlarımı taramıyorum, güzel görünmek zorunda değilim. Kül tablasını boşaltmıyorum istersem. Ona bakıp sadece gülüyorum. İşte hiçbir şey yapmıyorum. Duyar gibi oluyorum depresyondasın kızım sen dediğinizi. Gülüyorum. Çünkü ben o dipleri çok iyi bilirim. Evet, aynı davranışlar değil mi tıpa tıp? Ama depresyonda bunların hepsini bilinçsiz yaparsın,  zevk almazsın, ağlarsın, acı çekersin. Ben de bunların hiç biri yok ki. Aksine huzur ve yeni başlangıç sancıları var. Davranışlarımın hepsi bilinçli. Dinleniyorum. Tavsiye ederim. Dinlenin. Hiçbir şey yapmayın. Enerji depolayın, benim şu an yaptığım gibi. Kelimelerinizi biriktirin. Ama sadece bir kişiye saklamayın, onu bunaltmayın. Kelimelerimizi insafsızca tüketmeyelim. Yazık etmeyelim. Ben koşmayı sevdiğimi hatta bayıldığımı otuz iki yaşında keşfettim. O günden beri koşuyorum. Aşamalar bitti. Varışa geldim. Dinlenmeliyim, yoruldum. Dinlenmesem bir sonraki koşuda yolda kalırım. Bu dinlenme halim bana bir sonraki koşunun nerede, nasıl yapacağım hakkında karar verme kampı adeta.
Koşalım, arada duralım sadece dinlenelim ama her daim koşalım hem de bunu telaşsız, her anını yaşayarak, hedefimize varacağımızdan bir salise bile şüphe duymadan, ayağımıza takılan taşları öylece nazikçe kenara iterek yapalım.
Sizi seviyorum kendi boş boş anlamsız, bir o kadar aslında dolu ve anlamlı duruşlarımı, dinlenmelerimi sevdiğim gibi.

27 Haziran 2011 Pazartesi

Aşk Tesadüfleri Sevmesin Mümkünse !

Sonunda izledim arkadaşlar şu fenomen, tüm hemcinslerimin salya sümük ağladıkları, duygulandıkları, öve öve bitiremedikleri, hatta izlemeyenleri nerdeyse döveceklermiş gibi baktıkları 'Aşk Tesadüfleri Sever' filmini. Geçenlerde en kadim dostum yalnızlığım ve ben otururken, haydi bir bakalım dedik aşk tesadüfleri hakkat sever miymiş diye.
Film başladı. Bayılırım bizim Mehmet’e. Hııır, tam yatağa atmalık. Kız da fena değil işte. Ama o da ne! Çocukluk anıları ve bir fotoğraf. Kardeşim bir fotoğraf nelere kadirmiş. Anladım ben, öğrendim. Çok faydalı oldu. Ben diyorum size bizim Halit’le hiç fotoğrafımız yok diye. Kimse anlamıyor beni. Of bu filmde de karşıma çıktı. Ay imdat!
Neyse, kız çocukluk hayalini gerçekleştirmiş, oyuncu olmuş. Allahallah kaç kişi bu memlekette hayallerinin mesleğini yapıyor ki? Hiç gerçekçi değil. Bu bir şey mi? Kızımızın fotoğraf sergisinin önünde topuğunun kopmasına ne dersiniz? Buyurun buradan yakın. Hop tam da fotoğrafın önünde, üstüne üstük hanım emin bile değil kendisi olup olmadığına. Tanışıyorlar, âşık oluyorlar. E güzel. Ama illa acı olacak ya. Canım Mehmet’im hasta. Yazık, kıyamam ben ona. Filmde tek beğendiğim sahne, bizim yakışıklının yakın çekimleri dışında, kızımızın sevgilisine sorduğu soruydu. Evet ya acaba ben ne zaman sadece o yanımda diye çok mutlu olmuştum. Ah Halit ah. Valla billâh başka yok. Tamam, tamam kızmayın ben romtik değilim sanırım, anladım. Her şey yolundayken kız öldü birden. Ben aynen nasıl ya oldum. Ama daha yeni öpüşmüşler hatta sevişmişlerdi. Daha önlerinde binlercesi vardı. Kızı öldürdüler. Bravo, tebrikler. Hayır, anlamadım kız neden öldü. Tamam, Mehmet’ciğimi seviyorum ama hasta olan o. O ölsün. Yok, olmaz o zaman anlamlı olmaz değil mi? Kızcağız ölüyor buraya dikkat kıza birden sempatim artıyor, bizim seksi yakışıklıyı götürse de. Bir de öldüğü yetmiyormuş gibi tesadüfe bakın ki kalbini naklediyorlar. Esas oğlan yaşama devam ediyor. Ulan kimi kandırıyorsunuz. Ben kanmam ona göre. Yaşam çok değerli ki, ben öleceğim başkası yaşayacak yok ya? Hadi canım başka kapıya. Ay Halit beni duymasın. Duyarsa duysun, o değil miydi seni bir ömür bekledim diyen? Hani nerede?
Sonuç olarak isminin hakkını vermişler. Her şey tesadüf zinciri anacım. Biz yalnızlığımla hiç ağlayamadık. Bakın inanın zorladım, şartladım ağlamam gerek diye ama tık yok. Gelmeyin üzerime ne yapayım yanııııı. Bizim nihai kararımız aşk tesadüfleri sevmez. Sevmem ben öyle tesadüfleri banane banene. Âşık olacağım sadece bir kez sevişip pat öleceğim. Yok, yok arkadaşlar, aman bu filme aldanıp sakın böyle hayaller kurmayın. Ne gerek var. Biz devam edelim tesadüfsüz aşklara, ne de olsa işin ucunda can var. Önce can sonra canan. Dedim ben kanmam.
Özgür bu kadar tesadüf olabilir mi? Olamaz mı? Olamaaaz !!
Sizi seviyorum realist romtik halimi, bir fotoğrafım bile olmayan Halit’i sevdiğim gibi. Olamaz mı? Olabilir!

26 Haziran 2011 Pazar

Televizyon İlizyon !


Televizyonla ilişkim çok anlamlıdır benim. Yatma vaktim gelene kadar kendisiyle küs iki sevgili gibiyizdir. Televizyon benim uyuma aracımdır. Uyutur beni insanları uyanıkken uyuttuğu, hipnoz ettiği gibi. Açarım televizyonu hop beş dakika içinde nalları dikerim. Mışıl mışıl rüya âlemime dalarım. Canım televizyonum ne çok severim ben seni. Uyut beni mışıl mışıl. Geçenlerde kısa bir yolculuk yaptım. Otobüsler pek bir lüks olmuş binmeyeli. Televizyon var. Ne güzel düşünmüşler değil mi? Tam da kültürsüz, okumayı bilmeyen, televizyonsuz sudan çıkmış balığa dönecek bizim için harika! Hayır, onun yerine başka bir şey olamaz sanki! Neyse açtım çünkü yanımda getirdiğim kitabımı okuyamadım, ışıkları kapattılar düşünebiliyor musunuz? Beni de mahkûm ettiler. İki kanalda birden giyim yarışması. Koymuşlar oraya sosyetikleri ,halkıma giyinmeyi öğretiyorlar. Ben şok şok. Ne önemli allahım. Bugün ne giysem mişim? Asıl bugün ne yesem programı olması lazım. Bu ülkenin yarısı aç aç! Sosyetikler haberiniz var mı sizin? Şimdi bir tanesinde Nur Yerli Taş, İvana Sert ve modacı bir abimiz. Sosyal hayatımıza yeni katıldı sanırım zira ben yeni tanıştım bu değerli zatla. Devletimize, milletimize hayırlı, uğurlu olsun. Seyrederken donuma işedim. Rahmetli babamda bazen böyle TV karşısında kâh kâh gülerdi aynı o hesap. İnanamadım gerçekten. Ya bu memlekette tek sorunumuz bu mu Allah aşkına soruyorum size? Biz ne ara bu duruma geldik, salak, aymaz olduk?  Lady Ivana ayrı bir olay. Gelmiş ülkemize, evlenmiş zengin bir işadamıyla maşallah idolümüz. Bize akıl veren insana bakın. Bir de konu ne giysem üzerine. Yarışmacıların çoğu ergenlikten henüz çıkmış akıldan eksik, kendini giyimle ifade edeceğine inanan alık genç kızlarımız. Kıçları başları açık çıkıyorlar oraya beğenilmeye çalışıyorlar. Hay allahım. Bir öğretmen olarak ben çok üzüldüm gerçekten. Öğretemiyoruz çocuklara giyimin hiçbir şey olmadığını. Yazık yazık! Yuh bize de; TV ile nasıl savaşabileceğiz çoğumuz da onun müptelası olmuşken? Bu Lady Ivana ile yeni terimlerimiz var artık. Beach party, ice cream time. Bu memlekette kaç kişi o senin milyar ödediğin beachlere gidebiliyor? Onu bırak bu ülkede kaç çocuk dondurma yiyebiliyor? Kızcağızın gayet güzel elbisesini bu hanımefendi ice cream time a uygun gördü. Pardon Ivana’cım ben de bundan sonra dikkat edeceğim valla. Ayıracağım kıyafetlerimi. Özellikle ice cream time için özel bir dolap yapacağım. İyi ki varsın!

Tabi onların suçu mu? Buraya çıkartanların ve seyredenlerin suçu. Alan razı veren razı sana ne oluyor ki Sevgi Perisi? Sonra diğer bir kanalda canım dans pistlerinin, sahillerin vazgeçilmezi, zenci ne iş yaptığı, devlete, millete ne gibi bir katsısı olduğu belli olmayan ikon canımız Eda Taşpınar var. Kadın almış yarışmacıyı Çukur cuma’ya götürüyor orada antikacıları gezdiriyor. Ya kaç kişi orayı bilir? Eda’cım, canım, yaşadığın ülkedeki insanlar ay sonunu nasıl geçireceklerini maaşlarını aldıkları ilk gün düşünmeye başlıyorlar. Ne işleri var Çukur cuma’da. Zaten onların ayaklarının biri her daim çukurda. Haberin var mı senin gerçek hayattan?

İşte geldiğimiz nokta bu. Tek eğlencemiz televizyon, bizi teslim almış durumda ve beynimiz yıkamakta. Seyredin seyredin. Siz 3. boyut dünyada bu vampirlerin sizi kullanmalarına izin verin. Siz izleyin, kanın, gerçekten kopun, ilizyonda yaşaya durun, onlar ceplerini doldursun. Beachlerde sere serpe yatıp, keyif yapıp dondurma yesinler, antikacıları zengin etsinler. Siz de alık alık bu akşam çocuklarıma ne yedireceğim diye düşünün. Ne adaletli değil mi? Ne de olsa alan razı veren razı. Canım Mevla’nın ne insanlar gördüm üzerinde elbise yok, ne elbiseler gördüm içinde insan yok sözüne ne oldu? Siz içinde insan olmayan elbiselere takılın, özenin, siz de öyle olun. Zaten toplumca öyle olmuşuz maşallah. Kanallardan birinde Kelebek ödül törenine bakıyordum. Körler sağırlar birbirini ağırlıyordu işte. Pek bir eğleniyordum. Sonra birden rütüğün sayfalarca yazısı göründü. Kanal ceza almış. Ceza beni şok etti. Belgesel cezası vermişler. Belgesel’e ceza olarak bakan bir memlekette yaşıyoruz biz. Daha ne denilebilir ki bilemiyorum. Aman ne gerek var ki ulusal kanallarda belgesel yayınlamaya, nasıl olsa hepimizin parası çok, satın alıveririz paralı kanal seyrederiz. Hiç konuşuyorum. Çok zenginiz çok. Zaten sonra Feriha, Hürrem, Cemile’yi kim seyredecek. Öksüz kalırlar. Toplumca Hürrem’in Sülüman'la kaç kere seviştiğinle, Zavallı kapıcı kızının Cindrella hikâyesi ya da Cemile’nin onda yok bunda kaldığınla daha çok ilgili, alakalıyız. Çok kültürlüyüz çok. Gözlerim yaşarıyor. Gurur duyuyorum ülkemle. Ah canım İnsan Melek Atam sen sakın uyanma ve görme mümkünse bu dillere destan kimliğini aklını kaybetmiş halimizi. Allah hepimize akıl fikir versin. Valla başka bir şeye ihtiyacımız yok. Çoğu ülke kaynıyor, isyan ediyor, kendi bağımsızlığını kan dökerek kazanan biz kimliğimizi aklımız kaybetmiş dizilerle ve bu aptal programlarla hayatlarımızı yönlendiriyoruz. Kemikleri sızlıyordur atalarımızın. Aman boş verin. Artık modern olduk, zaman değişti, ne var ki kıçımız başımız açık dolaşsak? Memleket elden gitsin ne yapalım? Önemli olan nasıl göründüğümüz.

Ben Sevgi Periniz sizi seviyorum;TV bağımlısı olsanız da, kitaba vereceğiniz paraya acırken o çaputlara servetler yatırsanız da, beachlere özenseniz de, aymaz aymaz dolaşsanız da; TV nin kölesi olmaktansa efendisi olan, ülkesini seven, giysiye değil içindeki insana önem veren, bol bol okuyan, uyanık, farkında insanları sevdiğim gibi. Hatırlayın!


20 Haziran 2011 Pazartesi

Sevgili Ergen Erkekler Çöp Kutum Doldu

Ya bu erkeklere ne oldu biri bana anlatabilir mi acaba lütfen? Şaşırmaktan ağzıma sinek kaçacak diye korkuyorum. Aralarında olgun, bazı şeyleri aşmış, şikâyet etmeyen, eleştirmeyen ve sadece uçkuruna düşkün olmayıp, başka değerlere sahip ve de bekâr adamlar yok mu? Varsa neredeler? Bir adresi var mı bunların? Evet, ise müracaat Huge Dreamer.
Yoksa yandım. Sanırım yalnız öleceğim. Gerçekten ruhumu darlandırıyorlar. Bunlara dayanma kapasitem iki saati aşamıyor. Konuştukları konular, davranışlar çocukça ay çok fena bir bilseniz. Hayır; ya ben yaşıma göre olgun, görmüş geçirmişim ya da onlar henüz ergenlikteler. Tamam, kabul ediyorum her ne kadar yaramaz, çılgın bir ruhum olsa da oturmuş, olgun bir kişiliğim var. Şimdi bunlarla konuşmaya başlıyorum yarım saat içinde çözüyorum e ne de olsa ergen psikolojisi. Dinlemeye devam ettikçe hop kopuşa geçiyorum ben ve şunu diyorum Bu mu? Impossible Huge Dreamer. Senin dünyan büyük onlarınki ufacık. Tabi benim lig belli olunca bunlar o lige erişmek bir yana ufukta bile gözükemiyor. Neden kendilerine bir bakıcı, aşçı, ütücü, cinsel ihtiyaçlarını giderecek birini arıyorlar. Bunların hepsini iş olarak yapan insanlar var ve para kazanıyorlar. Tutsunlar onları, alış veriş olsun ekonomi dönsün değil mi ama? Şahsen ben bunların hiçbirini yapamam kendi evimde bile yapmakta zorlanırken. Yok, yok ben evimde oturayım en iyisi, zira çöp kutup doldu!
Ah Halit ah! Halit öyle miydi? Hayır, tabiî ki. Bu saydıklarımın hiçbirini istemedi ki benden.
Ya ben eğlenmek, gülmek istiyorum. Sohbet etmek istiyorum. Birde bu adamların evlenme aşkı nedir? Henüz gerçek aşkı bile bilmeyen bu ergenlerimiz evlilik aşkıyla yanıp tutuşuyorlar. Hele o kelimeyi duyduğum an hoşçakaaal diyesim geliyor. O an yapmasam da yapıyorum. Ya siz ne anlarsınız evlilikten. İşte kitlesel yönlendirme. Sizle kim evlenir allahaşkına. Evlenirse kapının önüne koyar. Size mi bakacak kadınlar. Büyüseniz önce nasıl olur? Lütfen rüyamdaki heykel gibi aşkım bir an evvel gelsin. Bir de evlenip boşanmışlar var onlar feci. Tam arıza. Hiçbiri kendinde suç bulmuyor, olabilir mi böyle şey ya? Bunlar muhteşem, kadınlar cadı, anlayışsız. Valla ben şunu derim at sahibine göre kişner. Aynı kadın başka bir adamla sizin de tam istediğiniz gibi bir kadın olabilir siz de ağzı açık ayran delisi gibi şaşakalırsınız. Gerçi benim isyanımı bastıracak kişi çıkmadı henüz. Ama kesinlikle kararlıyım don, gömlek ütülemeyeceğim. Yok, yok zevkle ütülersin demeyin, ütülemem, ütülemek zorunda da kalırsam bendeki aşk kaçışa geçer. Bana göre aşk,  hayatı paylaşmak, kirlileri paylaşmak ya da anne gibi karın doyurmak değil. İşte tam da burada evliliğe isyanım.
Çocuk da yapasım yok tekrar. Ne vücudumu ne de zamanımı ve enerjimi tekrar ipotekleyemem. İşte benden bunları istemeyen bir adam istiyorum. Sizce var mı şansım? Valla yalnız da ölsem, ki ölmem ben almayayım. Yalnızlığımla kardeş olurum zaten severim kendisini bir haylice. Size de tavsiyem bu ergenlerimizden uzak durmanız, çöp kutunuzu da boşaltmanız.
Sizi seviyorum yalnızlığımı, aşka bakışımı, beklentilerimi ve  boş çöp kutumu sevdiğim gibi.

19 Haziran 2011 Pazar

Güven Meleği Babam

Bugün babalar günü. Bütün babaların günü mutlu ve kutlu olsun. Benim babam yok. Kendisi şu yalan dünyadan sıkılıp ve gerçek yuvasına döneli tam tamına sekiz yıl olmuş. Yani bu özel günü mahzun, hüzünlü geçireli seneler olmuş. Babamla süper hatta iyi bir ilişkim yoktu. Kendisi bir haylice sinirli, kendinle kavgalı, sözleri bıçaktan keskin bir adamdı. Korkardım ben babamdan. Hep korkuyla büyüdük. Kuralları vardı, onlara uyulmalıydı. Uyuldu da. Ama sevgi neredeydi? Aslında vardı. Babam beni de kardeşimi de çok ama çok severdi. Şimdi şu anki aklımla anlıyorum ama çocuk aklımla anlayamazdım ki. Bizi hiç sarıp sarmalamadı. Sizi seviyorum demedi. Oysa bir çocuğun sadece sevgiye ihtiyacı vardır. Ama babam nereden bilecekti ki kendiyle ve herkesle hatta bizle öyle kavgalıydı ki. Sonra büyüdük, büyüdükçe sevgisini gösteremeyen babamın bana güven verdiğini yaşayarak öğrendim. Evet, babam benim için güvendi, korunaklı limandı varsın olsun kızsın, bağırsın. İyi olduğu zamanları da olmuştur çok. Son zamanlarda bana eee anlat bakalım hocanım demesini hep özlerim. Mesela çok da moderndi. Gece çıkmalarıma karışmazdı hatta annemden daha anlayışlıydı. Ama kural yine var tabi; evden gece 11 de çıkamazdım ama o saatte ya da daha geç vakitte gelebilirdim tabi annem rahat bıraksaydı. Olsun çıkardım ya. Rakı balık keyiflerimiz vardı kurallar dâhilinde. Öyle hızlı yemek yok. Yavaş yavaş tadına vara vara yemece ve içmece. İçerdim ben babamla. Ama beni ilk sigarayla yakaladığındaki ismimi çemkirmesini asla unutamam, hala kulaklarımda. Ama başka bir şeyde söylememiştir. Canım babacım benim. Bazen çok kızardım ona ve kendi kendime sorardım bu kadar kuralcı, asabi olmak zorunda mı diye. Hatta bazı zamanlarda ölse de kurtulsa dediğim olmuştur valla. Ama inanın kazın ayağı hiçte öyle olmuyormuş öğrendim.
Sonra babacığım gitmeye karar verdi ve bir sebep lazım oldu. Kanser bahanesini seçti. Yaklaşık altı ay yaşadı zaten. Zor günlerdi. Ama hep bir ümidim vardı düzelecek diye tabi nafile. Neden sonra bitişe geldiğinde Allaha yalvardım ben, al yanına acı çekmesin artık diye. İşte o gün sadece kendisi için ölmesini istedim. Öldü de; elinden tuttum gidene kadar. Yuvasına uğurladım. O gitti, ben kaldım. Yaşayacaklarım vardı. Elbet ben de gidecektim. Zaman işte. Ama ölse de kurtulsak diyen ben; çok ama çok üzüldüm. Önce onun için sonra tabi ki kendim için. O gittiğinde güven dalım kırılmıştı. Artık yalnızdım. Beni koruyacak, kollayacak kimse kalmamıştı. Yeni doğan benle, babam şu an yaşasaydı çok farklı bir ilişkileri olurdu. Ona kocaman kocaman sarılıp, babacığım seni çok ama çok seviyorum derdim. . Hatta çok heves ettiği futbol muhabbeti bile yapardım. E Halit sağ olsun. O gitti ben kendimi korumayı, kollamayı öğrendim. Bundan sonra da bir başkasına bu duyguyu hissedeceğimi sanmıyorum. Baba ya! Ne olursa olsun bizi babamız ve annemizden başka kim gerçekten sevebilir, olduğumuz gibi kabul edip bağrına basabilir? Kimse inanın hiç kimse.
O yüzden de ne olurlarsa olsunlar onları sevelim ve gösterelim sevgimizi.
Babacığım babalar günün kutlu olsun. Yanımda olsan da olmasan da seni seviyorum.

18 Haziran 2011 Cumartesi

Parayla Değil Sırayla

Halit hani sen isterdin ya hani elbise giyeyim, makyaj yapayım, bol kotlarımı, şortlarımı giymeyeyim. İşte ben şimdi tam oradayım. Ancak kadın olabildim sanırım. Evet, şimdi tam da yaşımın kadınıyım. Kıyafetler bahane, ruhum öyle ama sen nerdesin? Hele rüyamdaki yakışıklı gelene kadar gelişmem kaçınılmaz. Ok yaydan çıktı bir kere. Zaman benim. Dedim ya kılıç bende, kahraman benim. Artık ne şefkate, ne ilgiye ne de sevgiye ihtiyaç duyuyorum. Hepsi bende. İstersem gider alırım, beklemeden. Öyle de yapıyorum. Halit beni tanıyamazsın. Fena bir şey oldum ama iyi anlamda. Hayat bana güzel peki ya sana? Sana ağlarken ben büyüdüm birden. Gidip almak çok hoşuma gitti baya bir kanım kaynadı kendisine, samimiyeti ilerletme niyetindeyim. Gerçi sen de alma konusunda baya bir başarılısındır da vermek konusunda sınıfta kalırsın değil mi? Yani bizim durumumuz Michael’ın George 'dan borç istemesi gibi hey Halit versene bir aşk, olmaz huge dreamer bende de yok durumu. Tekaüt olmaya yüz tutmuş sen ne zaman öğrenirsin vermeyi bilemem ama ben de alma moduna geçtim. Yani iki keçinin yolda karşılaşması gibi. İki almakla meşgul alık. Ben burada biraz kalayım bakayım sen ne hissediyorsun bir öğreneyim. Ama fazla kalamam malum kişi yola çıktı. Karşılama töreni hazırlamalıyım. Sence nasıl olmalı? Şöyle değişik bir şey yapayım diyorum ne dersin? Sen bu işlerden anlarsın ne de olsa işinin bir parçası. Özellikle müzik bölümünü sana yaptırayım diyorum haaaahaaaay muhteşem. E tabi işin ehlisiyle çalışmak lazım ne de olsa. Bir de canlı yayın yaptırayım diyorum ne dersin? Malum gizlilik beni bir hayli sıkmıştı bu sefer bütün dünyaya yayıyım diyorum ne de olsa ben de dünyaca ünlü bir yazar olma yolundayım. Hadi bak sen de bu ünlü yazarın eski sevgilisi olacaksın. Bana bak sakın telif hakkı falan istemeyesin. Seni gidi seni iş almaya gelince on numarasındır, isteme ihtimalim yüksek. Valla ben de bir cadıyım ama senin de deşifre olmak istediğin hiç sanmıyorum hem de hiç. Neyse sen evinde otura, karpuz büyüte dur ben yaşama akıyorum.
Sana iyi? Ay bilemedim ne yaparsan yap. Ben mi? Ben eğlenmece… Bye
Halit sen seviyorum arkandan ağlamaları sevdiğim gibi. Düşün artık canım ne çok seviyorum seni .

17 Haziran 2011 Cuma

Eski Sevgili

Sahi bir sevgilim vardı ergenliğimin son demlerinde. Adını da denizlerden almıştı. Pek de yakışıklıydı kendisi laf aramızda. Birde bir giyinirdi, maşallah hep marka. Nereden bulurdu ki o parayı? Aman ne bileyim ama çok yakışırdı o lacoste gömlekleri. Kot giyerdi 501 ay ne popoydu öyle ondaki. Arkasından pek bir bakardım itiraf edeyim. Hele o gömleği çıkardığı an tam bir denizci olurdu adı gibi. O omuzlar beni çağırırdı ve aklımda da başka şeyleri çağrıştırırdı. İlk gördüğüm anda âşık olmuştum ona ben. Manyak bir şeydi ya offf. Hele beni ilk aradığı zaman kalbim yerinden fırlayacaktı da cool takılmak uğruna yok saymıştım o ilk heyecanı. Fırlama bir şeydi, mahalle delikanlısı. Beni ilk almaya geldiğinde arabasıyla ( buraya dikkat arabasıyla diyorum ) elimden tutuvermişti terbiyesiz, fütursuz. Ben de hemen karşılık vermiştim çoktan hazır ol durumunda. Aşk bu aşk. Ne var yani. İlk öptüğünde de hemen ayaklarım yerden kesilmişti. Hiç zoru oynamadım yani anlayacağınız. Zaten o zamanlar bir geç ergen olarak oyunlardan haberim mi vardı ki benim? Kendisi aynı zamanda ağır abiydi. Öyle habersiz hareket etme alanım kısıtlıydı ama şikâyetçi olmadım o zamanlar ben. Hayret! Ama evet yine ben evet ben arızaydım arıza. Git, gel. Kal, kalma. Ayrılalım, yok yapamıyorum sensiz. Özellikle evden kovuşlarım muhteşemdi. Ama o kovuşlarımdan birinde dolaba geçirdiği yumruk daha muhteşemdi, benimse öylece kalakalışım ayrı bir muhteşemdi. İşte o zaman ona tekrar ve iki katı âşık oldum. Olmuştum da biraz da tırsmıştım hani. O gün anladım isyanım bastırılmıştı. Zaten o yumruktan ve dolap kapımın eğrilmesinden sonra isyan çıkartmadım hiç mazalllah sağlığım söz konusuydu.
Çok seksiydi çok. Anlatılmaz yaşanması lazım. Vücut süperdi resmen beni yatağa çağırıyordu. Ama bu ağır abi sekse davet eden vücuduna rağmen benimle onca sene kırmızı nokta yaşamaya yeltenmedi bile. Çok pişmanım çok neden baştan çıkartmadım ki bende. Salak ben işte. Şimdi nasıldır acaba? Başında saç kalmış mıdır? Seksi vücudu yağlanmış mıdır? Hala seksi midir? Ya da evlenmiş midir? Bilemiyorum ama beni o mangoda çalışan tezgahtar kız için terk ettiğinden hala şüphelenirim. Kız da çok güzeldi hani . Şerefsiz denizci. Sen beni terk ettin ben iflah olmadım senden sonra. Aslında bu durumda senin olmaman lazımdı ama neyse. Vardır bir sebebi. Şimdi sana sesleniyorum eğer hala formundaysan şu yarım bıraktığımız işimizi bitirelim mi ne dersin? Ama bu sefer ben seni bir bırakayım da gör her limanda sevgilisi olan zampara. Yalnız fark ettiyseniz âşık olduğum adamlar hep beni terkediyolar. Nerde hata yapıyorum ki ben hala anlayamadım. Var mı bir fikriniz? Lütfen yardım ediniz yoksa bir dahaki aşkımın da terk etmesi kuvvetle muhtemel. Eğer benim tarafımdaysanız help me please. Sana gelince denizci bak bekliyorum. Şartlar uygunsa anlarsın ya…
Sizi seviyorum bütün terk edilişlerim ve terk edişlerim gibi…

İçelim, Güzelleşelim

İçesim var ve tabiî ki güzelleşesim. Haydi, gelin içelim. Var mısınız? Benimle ya da ayrı ayrı fark etmez yeter ki bir anı paylaşalım. Var mısınız? İçelim şişenin dibini görene, son damlasına kadar. Alkolün damarlarımıza karışmasını beklemeden neşelenelim, güzelleşelim. Kafamız iyi olsun içmeden. Sarhoş olmaya hazır olalım. Sokaklarda yürüyelim sallana sallana, düşe kalka. Şarkılar söyleyelim en yükseğinden, dans edelim el ele. İçtiğimiz şişeleri kıralım, kırılan kalplerimize inat. Koşa koşa sahile gidelim, kayalıklarlarda sek sek oynayalım. Gökteki ayı izleyelim, kalbimizdeki kuşları uçuralım, çocukluğumuzda uçurduğumuz uçurtmalar gibi. Ağacın altında mola verelim, içmeye, gülmeye devam edelim içimizdeki gözyaşlarına inat.
Bitirdiğimiz şişeleri kırmadan onlarla şişe çevirmece oynayalım, en sorulmaz soruları soralım ergenliğimizdeki gibi. Don ateş oynayalım çimlerde ayaklarımız çıplak. Yüreğimiz gibi donup, içimizdeki ateş gibi koşalım. Ateşimiz buz dağımızı eritsin. Yanalım, yanınca üstümüzü çıkartıp güzelim tertemiz Marmara denizimize atalım kendimizi, serinleyelim. Yüzelim ufka kadar yarış yapalım çocukluğumuzdaki gibi. Birinci olmasın, hepimiz madalyamızdan birer yudum alalım. Yatalım çimlere sere serpe ıslak vücutlarımızla, yıldızları izleyelim, güneşin doğuşunu bekleyelim heyecanla, ilk aşkımızın elini tuttuğumuzdaki heyecanımız gibi. Güneş yüzünü bize gösterdiğinde sevinç çığlıkları atalım, ilk doğduğumuzda ışığı gördüğümüz an gibi. Sarılalım birbirimize. Kutlayalım yeni gelen günü. Parti verelim doğum günü partilerimiz gibi. İçimizdeki neşe fişeklerini gökyüzüne fırlatalım sonra da izleyelim. Var oluşumuzu kutlayalım. Evrendeki varlığımızı kutsayalım. Bir olalım tıpkı evrenin de tek olduğu gibi. Yaşam kaynağımıza bağlanalım tıpkı gönüllerimizi, ruhlarımızı birbirine bağladığımız gibi. Birbirine kenetli ellerimizden sevgi enerjisi yayılsın dünyaya. Kahkahalarımız bütün canlıları uyandırsın, kuşlar alsın götürsün başka diyarlara neşemizi. Gelin yaşamak için tek yerimiz olan dünyayla barışalım. Dünya dönerken biz de dönelim kutu kutu pense oynadığımız gibi. Biz de topraklanalım çıplak ayaklarımızla, toprak ana bizi bağrına bassın. Zamanı durduralım, saatlerimizi sevgi ve neşeye tekrar kuralım bilindik saatin tam da tersine. Sonra bulunduğumuz yere yatalım ve uyuyalım. Kurduğumuz saat çaldığında yeni benlerimizle kalkalım neşe ve sevgiyle cıvıl cıvıl. Henüz uyanmış, sokağa çıkan herkese sevgimizi ve kahkahalarımızı verelim ve çoğalalım.
Var mısın bir olmaya, sevmeye, neşeye, kahkahaya? Geliyor musunuz benimle içmeye ve güzelleşmeye?
Unutmayın sizi seviyorum, içmeyi sevdiğim, güzelliğimi sevdiğim gibi.

16 Haziran 2011 Perşembe

Tatilime Kal Geldi...

Oh yandan yandan, okul yarın kapanıyor. Sonunda yarabbi. Bu sene inanın geçmek bilmedi arkadaşlar ya. Performansımın yüzde ellisini bile kullanmadım. Ya sorarım size karga şey etmeden kalkıp karanlıkta derse başlayıp, günaydın yerine iyi geceler derken nasılda süper öğretmen olabilirim. Düşünsenize karanlıkta sokaklara döküldük millet sıcacık yatağında pirelerle son alış verişini yaparken. Şahsen Ben uyanıkken o uyuyan pire âşıklarına hiç de güzel metiyeler düzmedim içimden. Bir de kapıda bekleyen müdürümüzü her sabah gülerek ama içimden söverek selamladım. Adam heykel gibi her sabah şıkır şıkır hazır olda bahçe kapısındaydı. Yaz kış demedi amcam ya. Yok, yok müdür değil general olmalıymış kendisi. Böyle bir meslek aşkı görmedim ben. Hayır, kapıda bekliyorsun, meslek aşkıyla yanıyorsun anladım da peki derslere bizden önce girmesine ne demeli. Sınıfa bir çıkıyorum bizim general çocukları hazır ola geçirmiş beni bekliyor. Ay canım yükümü de azalttı sürekli. Süper müdür, tembel öğretmen. Umursamaz tavrım bu sene ayyuka çıktı. Her şeyi ve herkesi umursamaz durumdayım. İşimi de umursamadım sanki. Arkadaşlar çok sıkıldım İngilizce öğretmekten, Pawlow’un köpekleri gibi zillere bağlı kalmaktan . Bu sene hiç sormadığım soruyu sık sık sordum çocuklara. Kaç dakika kaldı?  Zil çaldı mı istikamet sokak. İşte ben de sokağa atma olayında çok başarılıyım. Yaz kış demedim. Aksatmadım. Nefes aldım on dakika sonra rolümün başına. İnanın çocukları sevmesem bir dakika bile çekemem. Ama işim olması gerektiği gibi yaptım. Sadece ekstra bir şey yok. Bütün yılı sabahtan öğleye kadar okul, oda üç gün, sonra ev. Yat yat karpuz büyüttüm bol bol. Dört gözle tatili bekledim. Hayır, tatil geldi de ne yapacağım? Ben zaten tatildeydim ki. Öyle tatil yerlerine gidip deniz kenarlarında sıcağında altında malak gibi yatasım da yok. Sanırım evde oturacağım. Akşamları atarım kendimi sokaklara, geçen yaz yaptığım gibi ama bir farkla Halit yok, eski ben de yok. Koskoca bir sene geçmiş. Bu yaz eğlenme vakti, kim bilir belki de aşk gelir ne dersiniz? Ama hislerim Eylül demekte. O zamana kadar gezmek, eğlenmek, gülmek var arkadaşlarımla. Neler yaşacağım? Birlikte yaşayacağız. Fakat şu an hiç bir şey yapmak istemiyor canım. Malak gibi yatmaktayım. Pek bir özlemişim. Bir sürü film aldım eğer yeni aldığım DVD i çalıştırabilirsem onları izleyeceğim. Siz de benimle izler misiniz? Yoksa ben anlatayım mı istersiniz size? Zaman kal, dur zamanı. Öylece duruyorum, durmayı özlemişim. Sizde benimle öylece durur musunuz yoksa çok mu aceleniz var? Belki biraz mola verirsiniz. Eğer verirseniz ben buradayım, kapım hepinize açık. Gelin valla, kalabalığı, biz olmayı severim ben. Yalnız evimin dağınıklığına bakmayacaksınız, hatta biraz toparlama yaparsanız ne ala, yapmazsanız muallâ. Siz gelin yeter.
Sizi seviyorum canım general müdürümü, karga şey etmeden kalkışlarımı, tüm seneye yayılan tatilimi ve kal gelmelerim gibi…

15 Haziran 2011 Çarşamba

Aşk Aşk

Kısa süreliğine delirmek istiyorum. Ayaklarım yerden kesilsin, yüzümde sürekli bir tebessüm, aklımda, fikrimde tek şey olsun istiyorum, uyurken, uyanıkken, yemek yerken, sohbet ederken. Çiçekler, böcekler harika gözüksün gözüme, kalbim heyecanla küt küt atsın istiyorum. Dünya sadece benim etrafımda dönsün istiyorum. Romantizm delisi olayım istiyorum. Hediyeler almak istiyorum. Zaman geçmek bilmesin, hep bir koşma halinde olayım istiyorum. Deli gibi sevişmek istiyorum; tutkulu, şehvetli. Evet, evet âşık olmak istiyorum. Nasıl bir şeydi o, unuttum. Kıskanmak istiyorum, sebepsiz, gereksiz yere. Didişmek, kavga etmek istiyorum. Küsmek sonrada barışmanın zevkini, mutluluğunu, tutkusunu yaşamak istiyorum. Sahilde el ele dolaşmak istiyorum. Sahile vuran dalgalarla kaybolmak istiyorum. Ellerimiz birleştiğinde kalbim yerinden çıksın, onun kalbine konsun istiyorum. Birlikte olduğumuz zamanlar geçmesin, saat dursun istiyorum. Deliler gibi dans etmek, bağırarak şarkı söylemek istiyorum aşk sarhoşluğuyla. Evet, ben sarhoş olmak istiyorum. Aşk şarabından yudum yudum, sindire sindire içmek istiyorum, hücrelerime yayılana kadar. Gözlerim onunkiyle birleştiğinde çakmak çakmak baksın, onunkilere kilitlensin, gözlerimi alamayayım istiyorum. Saatlerce omzuna yatıp öylece duralım istiyorum. Hayır diyemeyeyim, kuzu gibi olayım, kedi gibi hep bir sokulma halinde olayım istiyorum. Ayaklarım beni hep ona götürsün ve geri dönemeyim istiyorum. Deliler gibi öpüşmek istiyorum. Tatillere çıkalım, her anının tadını çıkartayım, mutlu olayım istiyorum. Aramızda hiç konuşma olmasın, planlar, sözler olmasın sadece yaşayalım öylece. Rüzgârla yarışmak istiyorum özgür bir kuş gibi. Bu şekilde bir kere âşık oldum. Ne muhteşemdi. Ama maalesef bitmek zorunda kalmıştı. Bu seferkini sonuna, tüketene kadar yaşamak istiyorum. Doludizgin, dibine kadar yaşayayım istiyorum. Sanırım aşk zamanı geldi ben de. Havada aşk kokusu var. Aşk bana gelmekte çünkü ben hazırım artık. Ne garip bunca Halit’in peşinden koştuktan sonra geldiğim nokta bu olacakmış. Ben sevdim bu varış noktamı. Karar verdim bütün varışlarım böyle olsun. Siz şu an hangi noktadasınız yoksa hala yolda mısınız, ya da varış ufukta belirsiz mi? Gelin beraber âşık olalım, aşk güzeldir arada delirmek gerekir. Sonunu düşünmeden yaşamak iyi gelir bazen. Delirmeye var mısınız benimle?
Sizi seviyorum, kısa süreli delirme durumum, yudumlayacağım aşk şarabı gibi, hissedeceğim mutluluk ve tutku gibi…

13 Haziran 2011 Pazartesi

Yeni Başlangıç...



Yeni bir hayat başlıyor benim için. Artık Halit için ağlayamıyorum bile. Bu da içimdeki sevginin tükendiğinin işareti. İçimde ışık yandı, yeni başlangıçların ışığı. Şu an buna alışmaktayım. Ne kadar sürecek bilemiyorum ama ben hemen başlamak istiyorum. Dışarıdaki hayat beni bekliyor, zira evde fazlaca oturdum. Gidecek, gezecek yerler çok. Sıraya mı koysam yok yok nereye istersem oraya gideceğim, ne istersem onu yapacağım. Zamanım geldi arkadaşlar. Her şeyin bir zamanı var. Her duygumu dibine kadar yaşadığım gibi Halit ilizyonumuda dibine kadar yaşadım. Pişman değilim inanın. Güçlüydüm daha da güçlendim. Kendimin kahramanıyım ben. Peki, siz kendinizin kahramanı mısınız yoksa başka kahramanlar mı aramaktasınız tıpkı benim Halit’i kahramanım yaptığım gibi. Aramayın, o sizin içinizde. Kahramanımla bütünleştim artık benim kahramana ihtiyacım yok ki. Ben bir Sheila’yım kılıcını çıkartıp, güç bende diyen kahraman, kurtarıcı kız misali. Olsa olsa bana da bir He Man yaraşır değil mi. Aşağısı kurtarmaz. Artık aşağılara bakmak yok, hep yükseklere.
Ben yükseklerdeyim. Ligim belli. Defans yok, hücum yok, kontra atak yok, kaçan yok, kovalayan yok yani oyun yok. Ben oyunlardan çıkıyorum. Artık oyunlara ihtiyacım yok. Kılıç bende. Artık daima kazananlar kulübündeyim. Öylece yaşayacağım sevgimi aşkımı, cinselliğimi, hayatımı yaşadığım gibi. Kadınlık nedir sizce? Kadınlık güçtür, iktidardır. Ben her daim iktidarım. Bana gönlünü açan benimde her türlü kaçtığım Mr businessman, bende demokrasinin olmadığını oligarşi olduğunu söylemişti. Doğru ben Halit ‘in uğruna herkesi kırmıştım. Şimdi demokratım, yıkıcı, yakıcı, yıpratıcı değilim aksine yapıcı, uzlaşmacıyım.
Sevgim herkese yeter. Halit’ten hepsini geri çekiyorum. Hemen ciddi bir ilişki kuramam. Biraz serserilik yapmalıyım sanki. Daldan dala konmalıyım, özgür yaramaz kuş misali. Zira bağlanma potansiyelim yüksek. Sevdiğimde gözüm kimseyi görmez. O yüzden hemen tekrar kısıtlanmamalıyım. Artık acı çekmek yok. Beni mutlu edecek, huzur, aşk verecek biri gelene kadar yaşamalıyım sonuna kadar. Eminim hepinizin bir Halit’i olmuştur. Siz neler yaptınız, neler yaşadınız bilemiyorum ama aşağı yukarı aynıdır. Dedim ya ben sizin içsesinizim. Siz yeniden âşık oldunuz mu? Yeniden kalbinizi açtınız mı? Ben sevmeden duramam, içimden geliyor. Siz de öyle miydiniz? Neyse sizde benimle birlikte ya anı tazelersiniz ya da ben den feyz alırsınız. Benimle Halit’ e olan duygularımı paylaştığınız için teşekkür ederim. İyi ki varsınız. Lütfen hep olun.
Sizi seviyorum yeni konacağım kısa süreli dallar gibi…


12 Haziran 2011 Pazar

Bekarlar Kulubü

Cumartesini gününü evde geçirdim. Akşam Kurtarıcım geldi elinde dondurmayla. Çocuk gibi sevindim. Oturduk saatlerce otoparka bakan balkonumda. Ama bize sessizlik eşlik etti. Aldık kahvelerimizi ben Halit’i anlattım o boşanmak için gün saydığı müstakbel eski karısından incileri. O anlatırken güldüm, ben anlatırken ağladım. Zaman geçti. İyiki geldi. Çok seviyorum onu gerçekten. Beni anladığını, yanımda olduğunu ve hep yanımda olacağını biliyorum. Herkesin böyle arkadaşları olmalı. Arkadaş seçimim iyidir. Gece on ikiden sonra çıktığım arkadaşlarımı seçtiğim gibi. Neyse tamamen spontan Modaya gittik. Evet, süper spontan yaşamak, tam bana göre. Plan yapmayı sevmiyorum hem de hiç. Ben o an ne istiyorsam onu yapmalıyım. E tabi bazen olamıyor ama çoğunlukta becerebiliyorum bunu. Canım arkadaşım Hacı seni çok seviyorum, bunu sende biliyorsun. Bende yerin ayrı ve hep öyle olacak. Tanışmamızı hatırlayınca hep gülesim gelir. Dün gece sizinle iyiki çıkmışım. Hacı beni gelip evden aldı. Hacının canım yakışıklı ve çok sevdiğim oğlu ve Esra. Neyse açtık müziği sonuna kadar, kop kop Bağdat caddesinden Modaya gittik. Arabayı severim ben. Müzik açık olacak sonuna kadar. Kendimde kullanırken vaziyet aynı tabi. O yüzden çoğu zaman bana uymayanlar arabama binsin istemem. Arabada konumuz şuydu. Ne kadar şanslıyız. Arkadaşız, özgürüz, bu saatte istediğimiz yere gidebiliyoruz ve istediğimiz şeyi yapabiliyoruz. Tabi hepimiz bekârlar kulubüne üyeyiz. Sanırım şu an hepimiz bu durumumuzdan memnunuz. Çünkü aksi bir durumda nasıl olacağını konuşurken kendimi birden hapishane de hissettim. Amanın yok yok ben almayayım şimdilik. Evet, bekârlar kulübünün üyeleriyiz çünkü ben Halit diye sürünürken, diğerleri de kendilerine uygun birisin bulamamak konusundan muzdarip. Oysa Halit gelse, onlar da istedikleri profildeki birini bulup sevebilseler, böyle top atacağız mı ilişkisi var durumuna? Sanmıyorum. Yine aynı takılırız ki biz. Sadece kişi sayısı fazlalaşır, o kadar. Halit zaten uyum sağlar… Yalnız dün akşam Hacı’nın cici arkadaş olayından hiç hazzetmedim. Sebebini çözemedim zaten sorgulamadım da. Nasıl olsa vardır bir sebebi ve önüme gelecektir. Evet, lügatımıza bir tabir daha girdi. Cici arkadaş. Seks arkadaşı çok ayıp zaten bu daha iyi. E zaten cici cici şeyler yapılıyor değil mi ama. Normal arkadaşım diyemezsin yattığın kadına ya da adama. Yok, yok cici. Daha ne kadar bu kulüpte kalacağız kim bilir ama iyiki arkadaşlarım var. Onlarsız bu kulüp çekilmezdi inanın. Ama mutsuz evliliğimde, sınırlar içinde yaşayacağıma, kendi sınırlarımda, özgür ve mutlu bekârlar kulübünde kalmayı tercih ederim. Bilemiyorum, zaten bundan sonra biriyle ilişkim olsa da özgür olurum gibi. Ben isyanları severim. İlişkide de isyan bayrağını çekerim. Ama Hacının da dediği gibi isyanlar bastırmak içindir. Hodri meydan var mı kendine güvenen baba yiğit? Gelsin ve isyanlarımı bastırsın. Ay ne zevkli olur. Valla hayatımda iki kere mutlu olurum. Zira didişmeyi çok severim. Ne o öyle durağan ilişki. Halit mi? Onada yapardım ama çok değil çünkü göremediğim için, zamanımı onunla harcamazdım. Ona isyan etmeye gerek yoktu. O karışmazdı ki. Bana güvenirdi. Kendisi ne haltlar karıştırırdı kim bilir?  Bilirdim ben her yaptığını, tam tekmil hali, hazır ol durumundaydı ama uzakta, uzaklarda. Başka yerlerde, şehirlerde .Hey baylar bayanlar var mı aramıza katılacak olanlar. Kulübümüze yeni, özgür ruhları bekliyoruz. Kapasitemiz sonsuzdur. Kulübümüzde süre de belirsizdir. Belki yarın, belki yarından da yakın ayrılabilir, tekrar dönebilirsiniz. Kural sadece sevgi ve samimiyet. Geliyor musunuz?
Gelseniz de, gelmeseniz de, bize özenseniz de, bizi yerseniz de sizi seviyoruz, medeni halimizi sevdiğimiz gibi.

Kadınlar Kulubü


Dün akşam Sensey ve ben kızının arkadaşıyla tanışmaya cadde de güzel bir kafeye gittik.
Neyse kız çok cici, aklı başında bir kız. Konumuz bu değil. Ben orada giyinmiş, kuşanmış otururken ve güzelliğim üzerimdeyken birden içimden bir haykırış duydum. Kızım senin ne işin var burada sana göre ergen olan kızlarla. Ama vardı işim işte. Senseyime eşlik ettim orada sorun yok aksine mutluluk var. O an birden mevcut durumumla yüz yüze geldim. Durumum vahimdi arkadaşlar. Kızlardan meydana gelen bir hayat kurmuştum kendime. Peki, erkekler neredeydi? Yok, yoktular. Halit’in peşinde, zamanı, parayı kolayca düşünmeden harcadığım gibi harcamaktaydım. Oysa birlikte sohbet ettiğim ergenler gibi önümde fazladan bir on beş yılım da yoktu hani. İşte o an anladım ben araftaydım. Halit yoktu, yeni biri yoktu, öylece kal gelmişti bana ama oysa zamana kalmazdı, o bana inat akıp gidiyordu. Zamana kızmadım tabiî ki, kendime de. Yaşamam gereken şeyi yaşıyordum, aymam gerekiyordu. Aydım çok şükür bayanlar, baylar. Hayat bekletmeye gelir miydi, gelmezdi asıl o seni bozuk para gibi harcardı maazallah. Hayır, duygusal alanım dışında hayatımın efendisi bendim burada askıda kalmıştım. Hemen ruhumu askıdan aldım. Tabi hayatımı da. Yaşamaya, yaşatmaya devam.
Hayat güzel, ben niye Halit’ de takılacaktım ama. Oysa takılacak çok aslan vardı. Ulan baktım herkes sevgilisiyle göz göze, el ele. Ben ne yapıyorum allahaşkına şu halime bakın. Hayır, benim amacım ne? Ulaşılmaz mı olmak? Yoksa ne istediğimi mi bilmiyorum? Yoksa bir erkeği başıma ek mi etmek istemiyorum? Yoksa alışkanlıklarımı mı terk edemiyordum?
Evet, kesinlikle hepsi vardı ne vahim değil mi? Ama en kemiği alışkanlıklarımı bırakamıyordum. Alışıyordum sigaraya alıştığım gibi. Bakın zaten sigarayı da bırakamıyorum. Alın size bir acı beden taraf daha. Offff, bıktım ne yalan söyleyeyim. Acı bedenlerimden. Sigarayı bırakamıyordum, Halit’i bırakamıyordum. Hay benim…
Olsun yavaş yavaş ablası. Hayır, sigara benim en kadim dostumdu. Hüznümde, sevincimde beni bırakmazdı, hep yanımdaydı. Peki ya Halit’e ne demeli? O benim zaten yanımda değildi ki. Alın size arıza bir durum. 76 doğumluların çoğu arızadır. Gerçekten. Ama bu arızaların içinde ne cevherler vardır ben de olduğu gibi. Zaten öncüler, fırtınalarını, isyanlarını, sorgulamalarını harita yapar kendine. Ben de öyle yaptım. Halit ile yaşadığım bütün duygularım sayesinde bütün arızalarımı bulmaktayım, bulacağım, temizleneceğim.
Böylece yeni gelene ve kalıcı olana yepyeni, parıldayan bir hediye olacağım. Made by me! Olacağım. Halit’in güldüğü gibi hahaaaaaaay hayat güzel ve bekle beni geliyorum. Siz de geliyor musunuz benimle yoksa sadece seyirci mi kalacaksınız. Bakın çok eğleneceksiniz. Zamanı harcamayalım.
Sizi seviyorum az sonraki eğlencelerim gibi…

11 Haziran 2011 Cumartesi

Zamanım...

Hayatı bekletmekten, yeni hayatıma uyum sürecime geçtim. Bugünlerde onu yaşıyorum. Bakalım neler yaşıyor olacağım. Halit artık yok, zaten Halit’in peşinde koşan ben de yokum.
Bugün, hava yağışlı ve puslu. O da bana yardımda, bütün buğulu eski duygularımı silersicesine ağır yağmakta. Evimdeyim nihayet. İçimdeki karmaşa da bittiği için evimi, yatak odamı topladım. Apartman görevlisi Hasan'a çiçekler aldırdım. O da 'abla misafir mi geliyor' diye sordu. Ben de evet misafir benim dedim. Evet, misafir de, şeref konuğu da bendim. Bu hafta birden değişmiştim. Yoğunluktan evimde vakit geçirememiştim. Bugün evimle uyum sürecimiz sil baştan başlayacağız. Zaten şu anki evim görevini yerine getirdi. Ben bu evle çalışmalarımın sonucunu aldım.  Kendi başıma, desteksiz bu evi tutmam ilk bireysel zaferimdi.  Tek başıma evimi toparladım. Dedim ya Halit bir tek tabakları çanakları paketledi. Valla süperdi ne diyeyim. Kendi başıma taşındım, evimi yerleştirdim. E tabi canım arkadaşım Esra’yı unutmamak gerekir. Yatak odası dolabımı temizlemesini görmeniz lazımdı. Canım arkadaşım teşekkürler. Ayrıca eski eşime de teşekkürler, aldığım eşyaları kurduğu ve alışverişlerinde bizimle olduğu için. Bu evde başka başarılarım da oldu. Bu evde aşk acımı yaşadım, benim bütün hallerimin sırdaşı. Yazmaya burada başladım ve devam etmekteyim. Bu ev benim cesaret ve güç simgem. Bu evle ilk defa kendime özgürlüğümü ve gücümü ispatladım. Kendime ait olan ilk şey. Onun için arabamı sattım. Vazgeçmem zor oldu. Ama arabam benim madde bağımlılığımın son halksı idi. O yüzden Yağmur’un ( arabam) hayatımdaki yeri büyüktür. Araba tekrar alırım, alacağımda ama onu unutmam. Hayatta bazen bir amaç için bazı şeylerden feragat edilmelidir. Ben de bunu yaptım. Aferin bana. Bundan sonra dahi iyileri olacak hayatımda. Ama dedim görev tamamlanmakta. Evimle enerjim bitmekte. Sanırım bu evde de fazla kalmayacağım. Bu ev benim rotamı belirleme limanımdı. Artık rotam belli. Yeni ev, yeni enerjiyle zamanı gelince bulaşacağız. Zamanı var. Zaman bana çalışmakta. Ama bugün evimin keyfini çıkartacağım, zaten gece hayatındaki yoklama fişimi de çekmeceye kaldırmış bulunmaktayım. Ben olmasam da olur, bir eksiklik yaratmaz. Hayat çok güzel, sadece görmeye çalışın. Sonunda bunu başarabiliyorum. Ben özgürüm, hem de dibine kadar. Hayat bana güzel, peki ya size? Siz ne durumdasınız? Hayata nereden bakıyorsunuz? Ya da bakabiliyor musunuz? Yoksa korkuyor musunuz? Korkmayın sakın, sakın bunu yapmayın, Haksızlık etmeyin ne kendinize ne de hayatın kendisine. Zaman su gibi akmakta. O suya mı uyacaksınız yoksa suyu yolundan mı çevireceksiniz? Ben çevirdim. Dedim ya zaman bana çalışıyor, bırakmayın onu size de çalışsın…
Hayat sizin unutmayın. Nasıl isterseniz öyle yaşarsınız. Sakın acı bedeninize girip dış faktörler bahanesine sığınmayın. Hepsi sizsiniz.
İster hayatı görün, yaşayın, yönetin, ya da ister kör olun, hayata teslim olun, akıntıya kapılın ve herkes gibi olun, sizi seviyorum kendi özgürlüğümü, akıntıdaki isyankârlığımı ve efendiliğimi sevdiğim gibi…

 

9 Haziran 2011 Perşembe

Son Perde

Sevgilim, dün gözlerini ve bana nasıl baktıklarını hatırlayamadım. Bir an panik oldum, telaş yaptım, benden gitmekte oluşuna. Benden gitmelerin çoktan başlamıştı, bense yeni fark etmiştim. Ne de uzun zaman olmuştu, oysa gitsen de bende kalırsın sanıyordum ben. Hissettiğim bu telaşla ve son can çekişin umuduyla telefona sarıldım. Arayamadım. Cesaret edememiştim. Kısa bir sona geldim yakarışı mesajı attım. Ama yok saatlerce cevap almadım. Sen böyle yapmazdın hem de hiç. Ne olmuştu, anlamamıştım. Neden sonra o bıçaktan keskin cevabın geldi. Neden yaptın bunu söyle bana? Neden yüreğimi deldin de geçtin?
Uzun uzun düşündüm ve çok geç kalmış da olsam sende değerimi yitirdiğimi fark ettim. Ben ne ara gözünden düşmüştüm? Ya da gözden miydim? Artık emin değilim, dedim ya silinmektesin bende. Seni çok sevmem, yalvarışlarım, yakarışlarım beni değersiz kılmıştı. Ne yazık! Oysa en başlarda oyun oynarken, seni sevmez gibi, umursamaz davranırken seviyordun beni değil mi? Değerliydim. Kaçan kovalanırdı değil mi? Ben kaçtım, sen kovaladın. Oyun güzeldi değil mi? Kaç kovala oyunu bitince, sana teslim olunca, aylar boyunca önünde beklediğin kapıdan içeri girince aşk da bitti heyecan da. Senden hiçbir şey almaz, istemezken ve sen alırken hayat ne güzeldi sana. Ama ben senden isteğince sevgin bitti. Oysa senden sadece sevgi ve zaman istemiştim. Çok değerliydi zamanın değil mi? Ama sen kovalarken hep bir vakit yaratırdın ya neyse… Aslında sen beni o zamanda sevmedin, sadece heyecanı sevdin. Git, arama, sorma oyunları seni cezp etti. Gel, ara, sor, özlemim heyecanını soldurdu, oyundan sıkıldın. Oysa ben ne anlamlar yüklemiştim sana, ilişkimize. Yazık bana yazık! Seni ne çok büyütmüşüm gözümde. Bütün canımı acıtmalarına ses çıkartmadım, benden alışlarına ve sevgi cimriliğine göz yumdum. Sen bunları yaparken ben sana yalvardım. Kendimi alçalttım, paspas yaptım ayaklarına. Oysa ben kendimce sevdim seni. Sevgi; paylaşmaktı, duygularını olduğu gibi söylemekti ve yaşamaktı. Ben hep yaşamak için çırpındım. En başta kaçakken, sonra ve bitişe kadar kovalayan oldum. Ben anlayamadım seni. Kovalamanın neresi heyecanlıydı acaba? Kovalama beni çok yordu, tüketti, üzdü, ağlattı. Hafızamdaki gözlerinin silindiği gibi, kovalamaca da bitti. Artık kaçan da yok, kovalayan da yok. Düne kadar sana da kendime de kızmazdım. Ama artık kızıyorum. Yeter artık son perde. Finaldeyiz.
Yoruldum, gelmeni beklemekten, seni beklerken hayatı bekletmekten. Kalbimde kırılacak bir zerre de kalmadı. Tenim de artık izin yok. Dünle birlikte hafızamdaki acılarım da uyandı.
Artık bitişteyiz, hatta bitti, havlu attım, yenildim. Her bitişin bir başlangıcı vardır. Her yenilginin bir zaferi olduğu gibi. Zaten aslında senin hiç var olmadığın, olmakta istemediğin hayatıma devam edeceğim. Senden artık hiçbir beklentim yok. İnan. Dünle birlikte kalbimdeki son sevgi tanesi de yere düştü. Sen de değerini kaybettin ben de. Ama dikkat et senin benim gözümden düşüşünle, benim senin gözünden düşüşüm aynı değil, tıpkı sevgimiz gibi. Gitmesini bilmek lazım bazen arkana bakmadan, ben onu şimdi yapmalıyım ve bazen de söyle bilmek lazım sevdiğini senin gibi geç kalmadan…

7 Haziran 2011 Salı

Boş ver Boş ver Arkadaş...

http://fizy.com/#s/124tcc yeni sekmede açın lütfen

Bugün hüzünlüyüm ama bir o kadar da umutluyum. En iyi arkadaşım evleniyor. Evlenmesine seviniyorum. Ama gidiyor. Tayini çıktı bugün. Hem de karşı tarafa ta Yeşilköy’e. Çok şey paylaştık onunla. En zor zamanlarımda hep yanımdaydı. Evlilik çukurumda beni destekledi. En uçarı zamanlarımda beni dizginledi. Ablalık yaptı. Yeri geldi azarladı. Bense hep onu dinledim. Güvendim çünkü o benim sırdaşım, yol göstericimdi. Zor katlandığım çalışma ortamımda nefes alma alanımdı. O okulda olunca mutlu olurdum ben. Çıkışları beklerdim iki laflayacağız diye. Her okul çıkışında muhakkak otururduk. Dertleşirdik, gülerdik, ağlardık. Özel hayatta da görüşürdük. Alışverişler, gezmeler, tozmalar, gitmeler kalmalar. Hele bir tatilimiz var, evlere şenlik. Kendisi birazcık ,valla azıcık aristokrattır. Sosyeteye üye bir hali vardır hep. O tatil de mutsuz ve diplerdeki ben bile daha olumluydum. Çünkü gittiğimiz yer harbi kötü, üçüncü sınıf bir tatil köyüydü. Yemekler felaket, odalar karanlık, bizim sosyetiğe hiç de uygun olamayacak kadar konforsuzdu. Hele banyo ve sıcak su olayını hiç sormayın. Ama yine de çok eğlenmiştik. Çünkü onunla eğlenmemek mümkün değildir. Hele araba kullanırken bizim yanımızda olmanız lazım. Çoğu zaman kıkırdarken yolu hiç anlamazdım ki. Msn muhabbetlerimiz de farklı değildi. Geyiğin alasını yapardık. Okulda bir dayanaktı benim için sanki sığınacak bir limanımdı. En ihtiyacım olduğu zamanlarda yanımda olmuştur gerisi teferruattır. Şimdi liman yok olmakta.Sanırım artık benim de limanlara ve yol gösterilmeye ihtiyacım yok. Artık kendi yolumu bulabilirim. Yine bir okul çıkışı ağaçların altındaki bize huzur veren bizim yerimize giderken bana sanırım bundan sonra koparız dediğinde içimde bir şeyler koptu. Üzüldüm. Ama kabullendim, öyle olacaksa vardı bir sebebi. Ben kendi yolculuğuma çıkarken yanımdaydı, emekleme ve palazlanma ve yükseliş, ayaklanma zamanlarımda elimden tuttu. Destekledi beni. Uzaktan takip etti. Ama ben yükseldiğime göre limana ihtiyacım yoktu. Limanlarımdan ilki kaybolmakta. Böyle olması gerek, biliyorum.
Kendisi çok güçlüdür bir o kadar da serseri ruhluydu. Hayatı dibine kadar yaşayan, cesur serseri bir ruh. Bir gün bu cesur, serseri ruh yıkıldı, diplerini yaşadı. İşte ben de yanındaydım onun. Her anını beraber yaşadık. Ama yıkıldığı gibi ayağa kalkmayı de bildi. Dedim ya güçlüydü. Yalnız biraz huzursuzdu hep. Şimdi o da kayboldu çünkü demirledi, sabitledi kendini. Evleneceği adamı seçti. Sakin, dingin bir hayata başlamak üzere. İşte her bitiş aslında bir başlangıçtır. Onun içinde benim için de. Yalnız onunla rollerimizi değiştirdik. O sakin bense serseri oldum. Elbet ben de sakinleyeceğim. Zaman sadece zaman. Yaşayacaklarımı yaşayacağım sonra da durulacağım. Ben de onun gidişinle kendi hayat çizgimin değiştiğinin farkındayım. Okulla enerjim yavaş yavaş bitiyor. Limanım da yok. Bu bir işaret bana. Planladığım hayatıma gün be gün yaklaşıyorum. Önce o gidiyor. Sonra elbet bana da sıra gelecek, gelmekte.
Canım arkadaşım şimdi bana kim makyaj malzemeleri, Mango’dan hırkalar, t-shirtler alacak? Kim benimle okuldan sonra oturup gün özeti yapacak? Güneş’in yaptığı resimleri heyecanla kime göstereceğim? Kim okul koridorlarında beni kıkır kıkır güldürecek ya da ben yine iki arada bir derede yaşadıklarımı kime anlatacağım? Yok, yok o okul artık bana dar. Dedim ya senin gidişin benim ilk adımım bu işe veda ediş için.
Senin içinde şu yalan dünyada en iyilerini istiyorum. Çok çok mutlu ol çünkü sen bunu çoktan hak ettin. Eminim gittiğin okulda da çok sevileceksin. Arkadaşların olacak ama bizim enerjimiz farklıydı. Sen öyle sansan da ben seni bırakmam sadece daha az görüşürüz. Teknolojik aletlerin dibini kuruturuz sen hiç merak etme.
Seni seviyorum, gelişine sevindiğim, gidişine üzüldüğüm, ağladığım kadar…


Bitiş mi Başlangıç mı ?

Bu akşam çocuklarımın balosu vardı. Giyindim, süslendim yanlarında sevinçlerini paylaştım. Hepsi süperdi. Kızlarım çok şık olmuştu. Danalarım hele çok yakışıklı olmuştu. Çok seviyorum onları. Onların yüzünü sevmeyi, onlara sarılmaya ve onların bana sarılmasına bayılıyorum. Onlar benim canlarım. Evet, bugün ayrılış ya da bitiş günüydü. Ama aslında yeni başlangıçların, heyecanların günüydü aynı anlamda. Ben her zaman yanlarında olacağım. Biliyorum başları sıkışınca bana gelecekler. Ben gerçekten onların rehberiyim şu an belki de farkında olmasalar da. İçsel olarak gelecekler bana.
Evet, onlara İngilizce öğretmeye çalıştım ama tam anlamıyla öğrettim dersem yalan söylemiş olurum valla. Çünkü serserilerin öyle bir ilgisi yok, zaten devlet okulundaki imkânlarla bu kadar. Benim umurumda da değil. İngilizceyi her zaman öğrenirler. Ben onları sevgiyi öğrettim. Sevilmenin nasıl bir şey olduğunu fark ettirdim. Umarın benden sonra da bu duyguyu yüreklerinde taşır ve unutmazlar. Onları sadece sevdim ben. Başka da hiçbir şey yapmadım. En zor zamanlarında yanlarında oldum. Yeri geldi kızdım, bağırdım hatta çemkirdim Geri zekâlılar diye. Ama hep bildiler onları ne kadar çok sevdiğimi. Herkese karşı korudum, kolladım. Hatta hep onların yanında oldum. Çünkü haklıydılar. Hala formalara, kurallara, sınırlara hapsedilmiş eğitim sistemimize karşı isyan dalardı. İyi de ben de isyandım ki. Evet, ben bu eğitim sistemine isyanım. Sadece çocukları aldıkları notlarla değerlendiren bir eğitim sistemi. DISGUSTING! Oysa hepsinin içinde ne cevherler var. Hepsi birer pırlanta. Biz işleyemiyoruz Yuh bize hatta yazıklar olsun. Mesela biz neden bu kadar şekilciyiz de şekle bakıp içine bakmıyoruz. Hepsini bir örnek giydirip, düzene sokuyoruz. RAHAT, HAZIR OL. Her sabah Andımızı okutuyoruz ezbere. Anlamını öğretemiyoruz. Türk’üm doğruyum, çalışkanım… Ya bizim neremiz doğru ki çocuğa bunu okutuyoruz. Oldu çocuklar da bunu yiyorlar değil mi? Tabi tabi yiyorlar. Onlar bizden akıllılar be. Onların dünya görüşü var bizse ülkeden çıkamadık. Türkmüşüz baksanıza. Bir baltaya sap olamamış insan ordusu. Ulan bu çocuklar bize gösterecekler bunlar olmasa da bir sonraki nesil benzetecek bizi. Çok merak ediyorum daha ne kadar ellerinden çocukluklarını alıp önlerine sınavlar, engeller çıkartacağız. Yok, yemeyecek bak görürsünüz. Demedi demeyin. Ama son pişmanlığımız fayda etmeyecek, çoktan giden gitmiş olacak. Ama biz tam duvara toslayacağız. Sevgiden uzak başarılar, zaferler bekleyen biz, onların isyanı ile karşı karşıya kalmak zorunda kalacağız. Çok merak ediyorum o zaman büyükten de büyüklerimiz ne yapacaklar. Hangi kılıfların altına saklanacaklar.
Çoğu zaman bu mesleği bırakmayı düşünüyorum. Bilemiyorum önümüzdeki beş sene içinde bırakabilirim. Çünkü bu sisteme uymuyorum. Ama benim gibi sevgi dolu öğretmenler çocukları bırakmamalı. Işık, yol gösterici olmalı. Sırf onlara kıyamıyorum yoksa inanın umurumda değil bir gram. Hiç ilginç yanı yok. Ama onların yüzündeki tebessüm her şeye değer. Onlar ışığın çocukları. Birinin bunu hatırlatması lazım. Yakın zamanda önümüze kristal çocuklar gelecek. Heyecanla bekliyorum. Çünkü onların hepsi saf doğan, dünyanın enerjisini yükseltmeye gelen çocuklar. Bari onlara kıymayalım. Zaten istesek de yapamayacağız. Emin olun. Onlar bizi yola getirecek. Sevgiyi öğretecekler, istesek de istemesek de… Ya değişeceğiz ya değişeceğiz.

Sizi seviyorum çocuklarımı sevdiğim gibi…

6 Haziran 2011 Pazartesi

Kuklaydım, Kuklasın

Sakinledim. Çal hadi çal çal şarkımı. Hiç korkma kovaladım ben o meşhur şeytanları. Zira dün bütün gün benimleydiler. Evet ya ben modern zaman kahramanıyım. Modern zaman çünkü eki zaman kahramanları dış düşmanlarla savaşırdı. Bense içimdeki düşmanlarla savaşmaktayım. Çünkü ben sadece ve sadece bir kuklaymışım. İpimin biri ensemde biri göbeğimde. Dün sabahtan akşama kadar acı bedene yani üçüncü boyuta düştüm tekrar arkadaşlar. Anladım bir şeyler dönmekteydi zira başım zonklamaktaydı. Bütün gün ağladım. İtiraf edeyim acayip özlemişim ne de olsa yılların alışkanlığı. Neyse bir sebep de olmalıydı dimi. Zaten hazırdı. Tek açık noktamdan pat vuruldum. Hedef belli, Mr Big. Cumadan başladım adama sarmaya. Oysa ayrılan ben değil miydim? Önce güzel sonra acı sözleri soktum tabi acı bedene gireceğim ya. Adam da aptala döndü benim yüzümden. Gel, yok yok, gelme vazgeçtim ama gel ya, ya da gelensen mi modum adamı dengesiz yaptı. Ama dengesiz benim ben gerçekten. Çünkü benim duygum günden güne saatten saate değişebilir. Her insanın kendini keşif yolu, arınması böyle mi olur bilemiyorum ama ben yaramaz ve gezgin bir ruhum. Hep öyleymişim. Bugün ki hayatıma da yansıyor bu tabi. Ama dünyaya zincirlediğimden beri azaldı. Bir tek duygusal ilişkilerimi yoluna koyamıyorum o da özgürlük manyağı olduğumdan olsa gerek. Elbet biri gelecek benim bu manyaklıklarıma kabul verecek. Ya da Halit ( Mr Big ) de gelebilir. Çünkü o verir. Beni olduğum gibi kabul eder. Hiç bir şeyime karışmaz. Zaten kurtarıcım da var şu an yanımda. Sensei unutmayalım tabi.
İnanın kuklayız hepimiz. Acı çektiğiniz ve öfkelendiğiniz zaman bu sözümü hatırlayın. Enerjimiz onların elinde. İplerimizi bir çekip bir bırakıp duygularımızla oynuyorlar. Bizim düzlüğe çıkmamıza izin vermiyorlar. Ama onlardan kurtulmak sadece bizim elimizde
Hepimizin anlaşmaları var. Hatırlayın. Bu anlaşmaları bozmaz, bağınızı kesmezseniz diplerde sürünürsünüz eski ben gibi. Ben ipleri kopartmışım bu saatten sonra dünya da kimse beni kısıtlayamaz.
Şimdi size soruyorum kukla mı kalmak istersiniz yoksa özgür mü?
Kukla da kalsanız, özgürlüğü de seçseniz sizi seviyorum kendi özgürlüğümü sevdiğim gibi…

5 Haziran 2011 Pazar

Eski Eşler Kulübü

Farkında mısınız ne kadar çok boşanan var etrafınızda. Benim etrafımda çok. Onlardan biri de benim. Benim için çok doğal. Zira 2012 gelmekte çok az kaldı. Bitmesi gereken enerjiler bitmeli ki yenileri başlasın daha sağlam ve sevgi dolu. Zaten ben mutsuz evliliklerini sürdürmekte ısrar edenleri hiç kusura bakmasınlar şaşkınlıkla karşılıyorum. Anlıyorum ama hak vermiyorum. Çünkü kendine zarar veren kişiyi anlayabilirim ama hak vermek zorunda değilim. Şimdi boşananlar çoğaldıkça eski eşler kulübümüzün üyeleri çoğalmakta günden güne.  Eski eş olmak boşanmak gibi hiç de kolay değil.  Eğer çocuğun yoksa sallarsın gider bir daha hayatın boyunca görmezsen de olur. Hayatında bir eksiklik olmaz. Ama çocuk varsa durum farklı. Her daim görüşmek zorundasın. Aslında değilsin ama çocukların sağlığı için yapılsa iyi olur. Ben eski eşimle her daim iyiyim. Ben bu yolu seçtim. Zaten kötü olmak istemem. Yedi köyle barışık olan ben neden eski eşimle, çocuğumun babasıyla kötü olayım ki.
Aslında bir nevi hala hayat arkadaşım ama sadece bir paydada. Çünkü çocuğum benim hayatımın önemli bir parçası dolayısı ile çocuğu bakkaldan yapmadığıma göre ortak hayat paydamız çocuğumuz. Allah için benim eski eş iyi bir babadır. Zamanla boşanmanın hasarlarını atlattık, atlatacağız da. Ama şunu biliyorum ki yine de başımıza bir şey gelse ilk gelen o olur. Ama ne yazık ki evliliğim boyunca bu duyguyu hiç hissedemedim. Yani ilk arayacağım kişi eski eşim olmadı. Ama bu benim bakış açımdı, şimdi bunu görebiliyorum evlilikten çıkıp ta dışarıdan baktığımda. Bu gün arkadaşım geldi bana kahve bahane işte sohbete. O da eski eşler kulübüne üye. Bir de üye olmak üzere olan ve olmayı düşünen birçok arkadaşım var kadın, erkek Allah sizi inandırsın. Eski eşiyle o da kanka. Valla onlar aşmışlar annem. Ben olmam olamam öyle. Bildiğiniz kanka muhabbeti ya! Sarılmalar, şakalaşmalar. Hayır, eşi evli, kendisi benim de arkadaşım olur ve çok severim. Arkadaşım bende olduğu için çocuklarını bana getirdi yanında diğer eşinden olan kızıyla. Arkadaşımın o ufacık kıza olan tavrını görünce hep gurur duymuşumdur aynı bugün de duyduğum gibi. Tabi içinde fırtınalardan sonra ne kadar hasar kaldı ancak o bilebilir ama içinde sonsuz sevgi var onu biliyorum. Oysa ne acılar çekti, ne travmalar atlattı. Ona rağmen hala eski eşine ve başka kadından olan ama çocuklarının kardeşine sevgi ve alaka gösterebiliyor. Bravo başka bir şey denilmez değil mi? Zaten olması gerekeni yaptı iç sesini dinleyerek.
Siz eski eşler kulübünün hangi safındasınız? Sürekli kavgada mı, ret edişlerde misiniz? Yoksa her şeyi olduğu gibi kabullenişte mi sevgi ve paylaşımda mısınız? Hayatımızın her alanında bir kulübe üyeyiz. Hangi kulüpte olsak ta safımızı belirlemeliyiz. Ama size tavsiyem sevgiyi seçmeniz çünkü öbür türlüsü yıpratıcı ve yırtıcı. Kaçınılmaz sonları güzel başlangıçlarla devam ettirmemiz mümkün inanın.
Yakıcı, yıkıcı ya da saf sevgi ve paylaşım safında olsanız da sizi seviyorum kendi eski eş modumu ve eski eşimi sevdiğim gibi…



Sex and the City


Aman tanrım Sex and The City modumdan çıkmışım. Neden ya neden? Ben mutluydum ama. Dedim ya değişiyorum günden güne. Olsun yaşadım, deneyimledim. Güzeldi ama tadında bırakmak lazımdı. Aynı o dizideki gibi benim de kız arkadaşlarım var. Yalnız onlar dört kişiydi. Biz üç kişiyiz. Yetiyor, arada aramıza katılanlar oluyor. Ama kemik kadro belli. Şimdi bizde onlar gibi heyecanlar, inişler, çıkışlar, aşklar yaşıyoruz. Biz de onlar gibi özgürüz. Hayatımızın efendisiyiz. Dibine kadar eğleniyoruz, ağlıyoruz, gülüyoruz. Ama biz daha edepli, adaplı ve muhafazakârız onlara göre. E ne de olsa New York’ta değil İstanbul’da yaşıyoruz değil mi ama. Ben kendimi şahsen Carrie karakteriyle özleştirirdim o eski bendeyken. Giyerdim pijamalarımı, battaniyenin altına girip her gece seyrederdim. Tek eğlencem idi geceleri. Artık durumumu anlayın yani kırmızı noktamdı. Şimdi Carry de zayıftı, sarışındı ve ayakkabı manyağıydı ve tabi ki de yazardı.  Onun dışında yaşamı yaşayışımız taban tabana zıttı. Sonra ben kabuğumdan çıktım. Kendimle tanıştım. Dışarıdaki hayatı keşfe çıktım. Keşfettim dizi misali yaşayarak ama kendimce, istediğim kadarca. Dokuz yıl kış uykumun intikamını alırcasına her hafta sonu dışarılardaydım. Hayır, sanki yoklama alıyorlardı. Ne de olsa arayı kapatmam gerekliydi değil mi ama? Olsun giyindim, süslendim attım kendimi dans pistlerine. Ama size bir şey söyleyeyim mi? İnanın bunu yirmili yaşlarımda yapsaydım bu kadar tadını alamazdım. Çünkü yirmili yaşlar kadınların en aptal oldukları, kendini tanımadan aymaz aymaz dolaştıkları yaşlar. Ama otuzlu yaşlar öylemi? Kendini tanımış, bilmiş olarak bunu yaşamak bambaşka. Bir de uzun süre kendini hapsetmişken parmaklıklara, anlatılmaz tarifi. Yami yami, tadından yenmez valla. Neden sonra şimdi boşuna kendimi o kızcağızla özdeşleştirmemişim daha iyi anlıyorum. Fiziksel özelliklerimiz dışında şimdi ben de yazıyorum onun kadar ünlü değilim ama şimdilik! Benim de bir Mr Big ‘im var. Carrie onu sever ama kavuşamaz o da hayatına devam eder. Yaşaması gerekenlere haksızlık etmez. İşte ben de öyle yapıyorum. Ben de seviyorum ama hayatımı sonuna kadar yaşıyorum. Onlar gibi kavuşur muyuz bilmem. Zaten bire bir de aynı olmak zorunda değiliz değil mi. O film karakteri bense gerçeğim. Ben kendi hayatımı yazarım onunkini ise senaristler.
Neyse asıl konu yine dün gece yoklamaya geç kalmadım. İyi bir öğrenciyim ben. Giyindim süslendim. Fakat çok büyük hata yaptım. Topuklu ayakkabı giydim. Evet, ben ben! Ama sorun bir neden diye. Benim bir kurtarıcım var. Sanki yukarıdan bana hediye gönderilen, yazarlık yolculuğumda elim ayağım olsun diye. Fakat o kadar uzunki kendimi bezelye tanesi gibi hissediyorum yanında. Sanırım bu duygumdan giydim o lanet olası topuklulukları. Ben ilk gördüğümde onu aman tanrım dünyada çok uzun boylu erkekler varmış şaşkınlığımı daha sonra size anlatacağım tabi ki. Matmazel vardı dün gece. Çok severim kendilerini, güzel müzik yaparlar. Ama topluca soliste ayrı bir sempatimiz var. Adam yanındaki sönük tiplere rağmen parıl parıl. Hele o kollar var ya kollar tabi bir de güzelim ‘six packleri’ anlatılmaz, görmeniz lazım. Siz dün gece bir de t shirtünü çıkardığı ana şahit olsaydınız ağzınız açık hayran hayran, salyalarınız akmış modda bulurdunuz kendinizi bizim gibi. Tabi ben şunu fark ettim. Yoklamaya yetişmeseymişim de olurmuş ya da yok yazılsaydım da olurdu duygusu içindeydim. O yüzden de fazla dans edemedim. Tabi acısını hücrelerime kadar hissettiğim topuklularımın katkısı büyük bu durumuma. Bakın Carrie ile farkımız da var. Oysa bayılır o topuklulara. Ben dans ederken gözlerimi kapatırım, müziği hücrelerimde hissederim ve dans ederim büyük zevkle fakat dün gece sadece acı hissettim vay anam vay! Bir an çıkarayım ayakkabılarımı dediysem de çıkarmadım tabi ki. Güzelliğimi bozacağımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Böylece etrafımı ilk defa gözetleme fırsatı buldum. Vay vay kimler varmış; çeşit çeşit tipler aynı benim gibi J Ne işim var benim burada dedim. Aslında değişen ne mekân ne de insanlardı. Değişen bendim.
Sanırım artık ben devamsızlıktan kalacağım gecelerde ya da soft moda geçmeliyim sanki.
Daha soft mekânlarda, gecelerde buluşmak üzere. Sizi seviyorum rock müzikten soft müziğe geçişimi, yoklamadan kalışlarımı seveceğim gibi…



Houston, Houston ( we've got a problem )

Sevgilim,
Ben bir kurbağayı, yani seni sevdim ama defalarca öpmeme rağmen prense dönüşmedin ne yazık ki. İstemedin mi yoksa sen de o potansiyel yoktu da ben mi göremedim?  Zaten biz kadınlar böyleyiz valla sizin hiç suçunuz yok. Hiç olmayacak adamlara âşık oluyoruz, seviyoruz sonra da bir taraflarını kaldırıyoruz. Ama farkında değilsiniz tahterevallinin bir tarafında biz diğer tarafında siz varsınız. Kalktığımızda tekrar yerdesiniz, ait olduğunuz çöplüğünüzde. İşte sen de o durumdasın şimdi. Yukarılardasın değil mi? Havalar güzel mi oralarda? Tadını çıkart az kaldı inişe geçmiş bulunmaktasın. Kule bile sana yardım edemeyecek üzgünüm. O kadar fazla yücelttim ki seni sen bile anlam veremedin. Ama sana giydirdiğim elbise bol geldi, emanet durdu üzerinde. Sen o elbiseye uyum sağlayamadın. Senin suçun değil sevgilim. Zaten suçlu yok ki. Ben seni çok sevdim. Neden mi? Belki de birkaç sözünle, gülüşünle, dokunuşunla sana bağlandım. Seni içimde büyüttüm. Sen anlamadın sana olan sevgimin büyüklüğünü.
Hadi onu anlamadın sen gözyaşlarımı da bilmedin. O satır aralarındaki sözlerinin cam misali kalbimi nasıl kırdığını da bilmedin. Ya da ben göstermedim. Ne de olsa güçlüydüm değil mi? Her seferinde yerden toplayıp ben yapıştırdım, onardım senin yerine. Sen neredeydin? Yoktun yanımdayken bile olmadığın gibi. Sen hep mesajlardan ibaret oldun, bunu seçtin. Uzaktan sevdin ya da öyle sandın. Bense sana, olmasan da yanımda hep sadık olmalıydım. Benim sevilmeye ya da içimdeki o kocaman sevgimi vermeye hakkım yoktu.  Kocaman sevgi dolu yüreğimi özlemle ve gözyaşlarımla doldurdum. Bunlar reva mıydı ki bana? Sana göre hava hoştu yukarılarda. Yüksekler güzeldir ama çakılmak çok hızlı olur. Bilmiyorsan az kaldı öğrenmek üzeresin. İniş takımların hazır mı?
Yok, yok senin çakılman lazım. Hep diplerdeydin, zamansız, hak etmeden en tepelere çıktın şimdi ait olduğun yere dönme vakti ama kafan gözün yarıla yarıla. Ben sana sen bana hizmet ettik. İkimiz de egolarımızı savaştırdık, besledik. Ben acı beden egomu sense erkeklik egolarını besleyerek hizmetimizi yaptık. Ama bitti bitiyor. Bense gitti gidiyorum. Limanın bu büyük kasırgaya dayanamadı. Tsunami aldı götürdü, çok az bir parça kaldı. İnan o da sana değil bana bile yetmez. Zaten sen kendi ait olduğun yere ineceğinden limana ulaşman için baya çalışman gerekir. İnan değmez. Sen orada aslında acı bedeninde mutlusun. Bense artık liman kalmadığına göre göç etmekteyim. Pusulamı ayarlamakla meşgulüm. Rotamı belirlediğim ve yola çıktığımda merak etme bileceksin çünkü oyun parkında artık beni göremeyeceksin. Arama, ben oyundan çıktım. Hayatta tek oyun yok, ben başka oyun kuracağım ama bu sefer senden aldığım derslerle daha bilinçli, farkında olarak. Ama sen nasıl olsa başka bir oyuncu bulursun değil mi kendine. O yüzden seni düşünmüyorum. Bir tek sendeki egomu bırakamamıştım ama onun da zamanı geldi sanırım. Bırakmak zorundayım sıkı sıkı tutunduğum sevgimi, pardon seninle yaşadığım acılarımı ve özlemimi. Sana giydirdiğim emanet elbiseni sana bırakıyorum. Teşekkür ederim, çok şey öğrettin bana. Artık ne istemediğimi çok iyi biliyorum. Ben aç kalan ruhumu ve kalbimi doyurma yolculuğuna çıkıyorum. Bakalım yollarda kimler var. Heyecan seninle donup kalan kalbimi canlandırıyor. Canlı olarak gelmiştim sana, canlarımı sana verdim, sen canlandın ben öldüm. Şimdi bir baharda yeniden canlanan doğa misali canlanıyorum. Sendeki canlarımı sana bırakıyorum. Sana da dediğim gibi liderler sağ kalmalı. Belki diplerinde işe yarar, sana yardımı olur. Ben canlanan ruhumu yeşertmeye gidiyorum…

4 Haziran 2011 Cumartesi

Lafı Koydum Galiba...

Ya kurban olayım şu elastik güzelim Türkçemize. Çoğu kelimemiz birçok anlama geliyor, mesela koymak kelimesi. Koymak ne demek? Bir şeyi bir yere bırakmak, belli bir yere yerleştirmek. Ama biz ne yapıyoruz bu güzelim kelimemizi tabi ki toplumca en aç olduğumuz cinsellik üzerinde kullanıyoruz. KOYMAK. Ay ne ayıp! Kim kime koyuyor ya da ne koyuyor. Geçenlerde kız arkadaşımla facebook chatte bir türlü sahip çıkamadığım telefon şarjım üzerine derin, felsefik bir sohbet içindeyken, ona bir tane sana koyacağım dedim. O da bana terbiyesiz diyerek bilgisayar dilinde çemkirdi. Espri yaptı. Kabul ediyorum tam yerinde oldu. Güldüm, evet ne yapayım, ben mi çıkarttım farklı anlam yüklemelerini canım. Ama oysa ben masumca bir tane satın alıp ona da bırakacağımı söylemek istemiştim. Suç bendeydi değil mi? Serseri, sen de güzelim Türkçemizi düzgün kullanarak uzun uzadıya anlatsana tek kelimede bitiriyorsun işi. İşte bakın alın size bir tane daha benden kısaltma. İş bitirmek! Bu da o anlama geliyor. Ya biz neden sevişmeye bir işimiz gibi bakıyoruz. İş bitirilir de seks biter mi Allah aşkına. Ya biz çok fenayız. O yüzden de mutsuzuz mutsuz. Şu ülkede kaç kişi yaptığı işten zevk alıyor ki? Sadece görev. Şimdi cinselliği de işe çevirdiğimiz için hop yap ve bitsin. Yaptık mı yaptık, zevk aldık mı almadık mı önemli değil. Görevimizi yerine getirmenin huzuru yeter bize. Çünkü biz sorumluluklarımızı biliriz değil mi? Tıpkı evliliklerimizde olduğu gibi. Evlilikte de seks bir görev değil midir? Yapılması gereken bir iş işte. Yoksa amaç zevk almak falan değil yanlış anlamayın, ay çok ayıp, ne o öyle zevk almak falan Allah Allah! Sonra bir de vermek var. Bu tabire şahsen isyanım isyan. Ne demek ya vermek. Kadını aşağılayan bir kelime. Hayır, kadınlarda bunu o anlamda kullanıyorlar sonra bir de üstüne pişkin pişkin gülüyorlar komikmiş gibi. Ama yazık farkında değiller aslında kendilerini bir eşya gibi gördüklerinin. Ne münasebet canım, ne vermesi? Aslında biz kadınlar alırız, hem de istersek alırız, erkekler aldıklarını sana dursunlar. Bir kadınla asla sevişemezsin eğer istemezse. Ama erkekler öylemi? Maşallah motorlar mübarek. Ama motor kelimesini de kadınlar için kullanırlar oysa canım ilizyon erkeklerimiz. Eğer bir kadın her istediğiyle yatıyorsa ya da onların tabiri ile her erkeğe veriyorsa motor olur. İyi ya işte o en azından istediği için yapar bunu. Peki ya siz canlarım? Ya tabi haksızlık etmeyeyim bazıları farklı. Mesela son zamanlarda şaşkınım. Arkadaşlar toplumca erozyona uğruyoruz. Rollerimizi değiştirmişiz de ben fark etmemişim. Benim bildiğim erkek her daim hazırdır, talep eder ve naz niyaz yapan, başı kıçı ağrıyan da hep biz kadınlarızdır. Ama yok şimdi kadınlar istiyor, erkekler ya yorgun, ya da bunalımda, ya da başı ağrımakta. Bak bak, allah allah. Valla toplumca kaydık. Ay pardon yine yaptım çok özür dilerim. Kaymak dedim. Valla istemeden oldu. Hani sinirlenince canım erkeklerimiz bu zavallı, masum kelimemizi kullanırlar. Lan şimdi sana bir kayarım şaşırırsın gibi JYa kayakçı mübarek. Kay kay, inşallah kayarken oran buran kırılmasın, aman dikkat et. Zira en tehlikeli sporlardan biridir kendisi. Öyle sözde değil özde kayakçı olacaksın. Tabi yerse, işte basitiz basit!


2 Haziran 2011 Perşembe

Eski Don Kişot Ben...


http://fizy.com/#s/125bio  Yeni bir sekmede açın lütfen

Bir arkadaşım yazdığım yazılarımı okuduktan sonra beni modern zaman Don Kişot'a benzetti. Harika! Bayıldım. Düşündüm ama ben olsam olsam tersine Don Kişot olabilirdim. Don Kişot bir asilzadedir. Keza ben de kendimi prenses sanırdım. Kendini kahraman bir şövalye yerine koyar, kendi yarattığım kaosları çözmekle adeta şövalyelik yapardım J Bizim  Kişot tüm kötülere savaş açar ve onları yok etme çabasındadır. İşte ben de aynı dış tehditlere karşı kendimi koruyup kollamak zorundaydım. Herkes kötü bense iyiydim. Neden sonra aklı başına gelir Don Kişot’un. Benim de sonradan acı çeke çeke, diplere bata çıka aklım başıma geldi. Hepsi bir ilizyondu, benim yarattığım ilizyon, tıpkı canım Don Kişot'un yarattığı ilizyonu gibi.
Sonra mı ne oldu? İçimdeki Don Kişot ayınca aslında tek düşmanın kendisi olduğuna, baya bir şok yaşadı. İşte o zaman asıl savaş başladı. Tek kötülük kendi içindeydi. İlizyonlardan gerçeklere geçiş yaptı. Gerçekler keskin bıçak gibiydi.  Aklımı, kalbimi, ruhumu deldi geçti.
Aslında dıştaki düşmanları biz yaratıyoruz. Unutmayın. Düşman diye bir şey yok. İlizyon o ilizyon!  Bazen şu resmi törenlerde çıkıp konuşma yapıyorlar ya hani içte ve dıştaki düşmanlarımıza karşı güçlü olmalıyız gibi. Ben çok gülüyorum onlara. Ya ne iç, dış düşmanı. Çok az zaman sonra sınırlar kalkacak. Hala biz neler öğretiyoruz çocuklara. Sanki onlar başka bir gezegenden de dünyalı değil. Sanırım dünyalılar olarak ancak bize uzaylılar saldırırsa birleşebileceğiz. Ancak o zaman bir olduğumuzu, birlikte hareket etmemiz gerektiğini hatırlayacağız. Oldu, onu babam da hatırlar J Önemli olan felaketler ya da istila edilmeden uyanmak.
Şimdinin Don Kişot'ları, ışık yoldaşlarım, felaketleri beklemeyelim. Kendi devrimimizi içimizde yapalım. Hazır mısınız? Güveniyor musunuz bu sadece sevgiye inanan yoldaşınıza?
Sizi seviyorum Don Kişod'un sevgilisi Dulsina'yı sevdiği gibi.

Cadılıktan Bilgeliğe


Cadıydım cadı ölmeden önce ben. Her ölüşümde cadılığım bilgeliğe dönüştü. Cadılık ikiye ayrılıyor benim dünyamda. İlki tamamen dünyasal. Dünyasal cadılar çok etrafımızda. Öfkelendiklerinde ya da kendilerini tehlike de hissettiklerinde vahşi bir kedi misali tırnaklarını geçirirler değil mi? İşte ben de onlardan biriydim. Mutsuz cadı şirin. Mutsuzdum, hep tehlikedeydim o yüzden de arkamı kollamalıydım. Egoya bakın ne büyük yük! Sorun yaşamayan adeta yaratan ve yarattığı sorunda var olma savaşı veren acı beden bir cadı. Kavgalarım vardı benim. Önce kendimle sonra herkesle. Hep diplerdeydim bir türlü çıkamıyordum. Benim gibi birinin haketmeyeceği şekildeki dipler, sorunlar, depresyonlar. Dedim ya tam acı beden, kibirli ve egosuna teslim olmuş bir cadı. Eminim kimse sevmiyordu beni gerçek anlamda. Sevenler vardı onlar da nasıl tahammül ettiler bilemiyorum. O dönemdeki yanımdaki iki arkadaşıma teşekkür ederim, tabi bir de eski kocama. Şimdi düşünüyorum da ben onun yerinde olsam çoktan koyardım beni kapıya. İyi çekti, katlandı bana. Çünkü o da acı bedendi. Sonra ben cadılığımdan özgürleşip kendimi arama yolculuğuma çıktığımda, ondan ayrılmak isteyip de, ilk ve son tartışmamızda ona eskiden aynı trende olduğumuzu ama benim rotam değiştiği için çoktan trenden indiğimi söylemiştim. Gelelim ikinci cadılığa. Geçmiş yaşantılarımdan, genetik olarak getirdiğim medyumluğum, şamanlığım var. Sezgilerim kuvvetli. Duru görüm, duru işitim açık. İlk yüzleşmelerimden sonra keşfettiğim ilk ruhsal yeteneğim bu. Yukarıyla iletişimim iyidir açıkçası. Dolayısıyla cadıyım ben. Ama yolculuğum sırasında cadılığımın negatif tarafla anlaşmalarıma istinaden kullandığımı öğrendiğim an yıkılmıştım. O yüzden cadıyım diyorum, dünyasal anlamda kötü bir çağrışım yaptığı için. Yoksa cadılık dinlerden önce bilgelik, şifacılık demek. Sonra karanlıktan ışığa giden yolumda baya keşiflerim oldu. Onların hepsini kitapta anlatacağım. Şimdi ise bilgelik yolundayım. Hepimizin içinde olan bilgelik. Bilgelik demek farkında olmak. Kendinin, yaşam amacının, yaşamın, duyguların farkındalığı hem de yüksek farkındalığı. O yolda ilerliyorum. Farkındalığım fazla amacım yüksek farkındalık, işte o da bilgelik benim için.
Artık taşkın hiç bir duygum yok. İlk anda biraz paniklemiştim ama şimdi anlıyorum ve mutlulukla kabul ediyorum. Ben buyum. Şu anki en yüksek potansiyelimi çabalarımla yaratıp yaşıyorum.
Peki, siz canım yoldaşlarım? Siz ne kadar farkındasınız? Hayatınızı ne kadar farkında yaşıyorsunuz? En diplere düştüğünüzde, kendi ellerinizle kuyunuzu kazdığınızın farkında mısınız? Ya da tesadüf mutluluklar, aşklar, sevgiler mi yaşıyorsunuz tıpkı ölen ben gibi?
Ya da paranın esiri misiniz? Evet, özellikle soruyorum. Paraya mı çalışıyorsunuz? Sevdiğiniz işi mi yoksa para kazanmak için mi çalışıyorsunuz? Ne zaman aklınıza estiği gibi yaşadınız? Ya da bir kulübede yaşar mısınız? Yaşarsınız da mutlu olabilir misiniz yoksa o bilmem kaç oda lüks, konforlu evinizi mi arar ve her gün ağlanırsınız? Ya da insanları kıyafetleri, banka hesapları, altlarındaki arabaları, gittikleri yurtdışı tatilleriyle mi değerlendirip neden sizde yok diye mi dertlenirsiniz? Mesela ben ölmeden aynen bu anlattığım modelde biriydim. Ama inanın beni hiç mutlu etmedi bu tavrım ve bakış açım. Hepsi eski benle toprak oldu, eriyip gitti.
Şimdi ben varya, bir kulübede de yaşarım hem de mutlu olurum. Çünkü biliyorum mutluluk benim içimde ve elimde. Ben madde bağımlısı değilim artık. Unutmayın madde bağımlılığı aynı uyuşturucu maddelere bağımlılık gibidir. Sigaradan beterdir. Bilgelik yolumda artık ben ne istersem yaşarım. Sakın yanlış anlamayın tabi ki konforlu, lüks hayatı ben de seviyorum ama kölesi değilim. Olursa ne ala olmazsa mücella modundan şimdi yaratıcı mertebesine çıktım. Orada henüz stajdayım. Ama şu ana kadar yarattıklarım oldu ve olmakta. Bu saatten sonra ben yaratırım ve yaşarım tıpkı eski kaos, stres dolu, tehlike dolu, parasız hayatımı bir güzel yaratıp ta yaşadığım gibi. Bu durumda farkettiniz değil mi yaratıcı olduğunuzu? Fark edemediyseniz, bana inanmadıysanız, gülüp saçmada bulduysanız, şu an size bir tohum ekmiş olmaktayım. Er geç ayacaksınız, uyanacaksınız, olmadı üçüncü boyut halinizle burayı terk edeceksiniz. Çünkü boyut atlıyoruz siz değişseniz de değişmeseniz de. Her şey sizin özgür iradenize bağlı.
Sizi seviyorum kendi ışık yolculuğumu, yüksek farkındalığımı, yaratıcılığımı ve beşinci boyut heyecanımı sevdiğim gibi...

1 Haziran 2011 Çarşamba

Yeni Ben...


Aman tanrım beni, yani bir ay önceki beni kaybettim. Arıyorum, tarıyorum ama yok gitti serseri. Oysa bana sormadan, izin almadan ne hadle bırakabildi ki beni. Durun bir dakika yoksa ruhum mu yol verdi? E peki bana neden söylenmedi ki? Öyle gerekti sanırım. Benim ruhum serseriydi. Mayın gibiydi. Arada ani patlamalar yapar sonunda da mükemmel dersler, verimli günler gelirdi. Her patlamayla önce ruhen ve bedenen sarsılma sonra da heyecanlar, mutluluklar, umutlar yaşardım. Artık ruhumdaki mayınlar tükendi. Keşke topraktaki mayınlar da tükense ve kimse ölmese, özellikle çocuklar. Ama ben o her patlamada ölür, yeniden canlanırdım. Bu benim yaşam biçimim olmuştu. Yaşam ve ölümü her an hissettim ben, mayınlarım tükenene kadar. Sanırım artık ne patlama, ne heyecan ne de ölüm var. Yaşama yani toprağa demirlendim ben. Teşekkürler senseim. Evet, benim bir senseim var. Çok şanslıyım. Sensei benim bu dünyadaki ruhsal rehberimdi. Ağlaya ağlaya, en dipteyken çıktığım ruhsal yolculuğumun en başından beri bana beni gösterdi. Benim için en doğru yolu ararken beni hiç bırakmadı ben de onu inatla ve heyecanla sarıldım. Şimdi toprağa demirlendiğime göre sensei artık benim hem ruhsal hem de dünyasal rehberim. Karanlıkların en dibinden ışığın en tepesine çıkarken de benim yanımda olacak. Bunu biliyorum. Nereden mi? Düşünsenize karanlığın, kötülüğün en kuytusundayken bana güvenen, yol gösteren ve çekip çıkartan kişi tabi ki de ışığın merdivenlerini tırmanırken bana el verecek. En tepeye çıktığımda orada beni karşılayacak ve şampanya patlatacağız. En diplerden yükseklere çıkış öykümü bir kitapla sizden biri olarak tek tek anlatacağım. O bana yol gösterdi. Biz de sizle yoldaş olacağız. Size yolu yani saf sevgi ve saf ışık yolunu kendimi anlatarak göstereceğim. Evet, sadece göstereceğim ya da hatırlatacağım zaten sizin bildiğiniz yolu. Hatırlayınca kendi yolunuzu kendiniz bulacaksınız ve hep sizin yanınızda olacağım.
Gelelim içimdeki daha alışamadığım yeni bene. Evet alışamadım. Beni neler bekliyor, neler yaşayacağımı biliyorum. Ben ne istersem onu yaşayacağım, zaten de yaşıyorum. Çünkü ben özümü aldım yani yaratıcılığımı hatırladım. Yaratıcıyım ben, kendi hayatımın yaratıcısı. Siz de olmak ister misiniz ya da kendi hayatınızı şu anda bile yarattığınızı farkında mısınız? Artık içimdeki fırtına bitti, bütün yaslarım kahkahalara dönüştü. İçimde ta derinlerde ağlayan değil gülen, güldüren ben var. Dengeye geldim. Tahterevallinin bir ucunda ben vardım diğer tarafta en ağırından egolarım, hırslarım, mutsuzluklarım ve tabi ki acı bedenim. Ağır geliyordu kaldıramıyordum. Ama şimdi hiç biri yok. Sadece mutluluk, huzur, dinginlik ve yaratıcılık var. Barışla birlikte içimdeki denge de sağlandı. Bundan sonra yaşadıklarımı ve yaşayacaklarımı sizlerle yani canım yoldaşlarımla paylaşacağım tabi. Bu duruma nasıl geldiğimi, gelirken yaşadıklarımı, en acı yüzleşmelerimi, gözyaşlarımı, taşkın sevinçlerimi, hayal kırıklıklarımı ve tabi ki hiç pes etmeyişimi size kitapta anlatacağım bekleyin. İnanın size iyi gelecek. Çünkü ben sizim siz de bensiziniz.
Şimdilik sadece size HATIRLAYIN diyebilirim. Dener misiniz?
Hatırlamayı deneseniz de, denemeseniz de, kabulde, ret de etseniz sizi seviyorum kendi kabul edişlerim, izin verişlerim,  karanlıklarımdan ışığa çıkışlarım gibi...
 

 

İzleyiciler


Osho

‎''Kişinin her zaman doğru yolda gideceğinin garantisi
yoktur. Birçok kere birçok şey insanları yanlış yola yönlendirir çünkü doğru
kapıya gelmek için birçok kere yanlış kapı çalınır. Hayat böyle...

Eğer ilk seferde doğru kapıya rastlanılırsa onun doğru
olduğu anlaşılamaz. Her yer, her şey kırmızı olsa başka hiç bir renk olmasa
kırmızının ne olduğunu kimse bilemezdi. O yüzden son tahlilde hiç bir çaba
boşuna değildir. Her çaba kişinin gelişiminin doruk noktasına ulaşmasına katkı
yapar. İnsan asla kararsız olmamalı... Yanlış yola sapmak endişe yaratmamalı.
İşte bu önemli bir sorundur. İnsanlara asla yanlış bir şey yapmamaları
öğretiliyor.

Onlar yanlış bir şey yapmaktan o kadar korkuyorlar ki, hiç
bir şey yapmıyorlar, hareket kabiliyetini yitiriyorlar. Mümkün olduğu kadar
hata yapın. Ama bir şeyi unutmayın. Aynı hatayı tekrarlamayın. O zaman gelişirsiniz.
Yoldan sapabilmek özgürlüğünüzün bir parçasıdır. Bu doğru, bu yanlış diye bir
şey yok. Hayat o kadar kesin değil, onu bu kadar kolay etiketleyip
sınıflandıramayız. Hayat her şişenin etiketli olduğu ve neyin ne olduğu bilinen
bir eczane değildir. Hayat bir gizemdir, her an tetikte olunmalıdır. Neyin
doğru neyin yanlış olduğu hakkında önceden hazırlanmış yanıtlara güvenilemez.
Hayat çok hızlı ilerler dinamiktir, iki an asla birbiri ile aynı değildir, o
yüzden bu anda doğru olan bir şey, bir sonraki anda doğru olmayabilir. Bu
değişen hayata nasıl tepki verileceğine kişi o anda karar vermelidir.

Hayat böyledir..
Onun için hazırlık
yapamazsın..
Onu hazır bir şekilde
bekleyemezsin..
Güzelliği bu, anlamı
bu.
Her zaman şaşırtır ve
sürprizlerle gelir.
Her anın sürprizlerle
dolu olduğunu ve önceden hazırlanan hiç bir yanıtın uygulanabilir olmadığını
görürsün...
Eğer gözlerin varsa…''


UBUNTU :)

UBUNTU :)
Afrika'da çalışan bir Antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir, ağacın altına koyduğu meyvalara ilk ulaşanın ödülü o meyvaları yemek olacaktır.Onlara "hadi, şimdi başlayın birinci olan ödülü alacak" der.O anda bütün çocuklar elele tutuşur, koşup ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyvaları yemeye başlarlar. Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu yanıtı verirler; Bu UBUNTU'dur. Nasıl olurda diğerleri mutsuz iken birimiz o ödülü yiyebilir ki ? Ve UBUNTU'nun anlamını açıklarlar onların dilinde UBUNTU "Ben biz olduğumuz için ben'im" demekmiş

Bob says

Bob says
Onun ilk aşkı olmayabilirsin, son aşkı da; hatta bir tanesi de, daha önce aşık oldu, tekrar olabilir. Ama şu an seni seviyorsa daha ne olabilir ki? Tıpkı senin gibi, o da mükemmel değil ve ikiniz birlikte asla mükemmel olamayabilirsiniz. Ama şayet o seni güldürebiliyorsa, iki kez düşündürebiliyorsa kabul edersin ki; insanlar hata yapar onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin herşeyi ver. Seni günün her anında düşünmüyor olabilir ama sana kırabileceğini bildiği bir parçasını verecektir. Kalbini. Yaralama onu, değiştirmeye çalışma, çözümlemeye kalkma ve verebileceğinden fazlasını bekleme. Seni mutlu ettiğinde gülümse, kızdırdığında fark etmesini sağla ve yokken özlediğini bil.
Dünyayı daha kötü hale getirmeye çalışanlar bir gün bile durmazken, ben nasıl durayım?

Ömer Hayyam;


Evvela;

Benim rızam olmaksızın

Dünyaya getirildim.

Hayatta;

Hayretimden başka bir şeyim artmadı

Sonra yine elimde olmadan

Bu dünyadan göçeceğim

GELMEKTEN, KALMAKTAN, GÖÇMEKTEN

Maksat ne?

Hala anlamış değilim!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı