Üzülme!
Dert etme can!
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan
Ne mutlu sana!
Elinde olmayanları
söyleme bana
Elinde olanlardan
bahset can!
Üzülme!
Geceler hep kimsesiz
mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek
mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...

* Mevlana

26 Haziran 2011 Pazar

Televizyon İlizyon !


Televizyonla ilişkim çok anlamlıdır benim. Yatma vaktim gelene kadar kendisiyle küs iki sevgili gibiyizdir. Televizyon benim uyuma aracımdır. Uyutur beni insanları uyanıkken uyuttuğu, hipnoz ettiği gibi. Açarım televizyonu hop beş dakika içinde nalları dikerim. Mışıl mışıl rüya âlemime dalarım. Canım televizyonum ne çok severim ben seni. Uyut beni mışıl mışıl. Geçenlerde kısa bir yolculuk yaptım. Otobüsler pek bir lüks olmuş binmeyeli. Televizyon var. Ne güzel düşünmüşler değil mi? Tam da kültürsüz, okumayı bilmeyen, televizyonsuz sudan çıkmış balığa dönecek bizim için harika! Hayır, onun yerine başka bir şey olamaz sanki! Neyse açtım çünkü yanımda getirdiğim kitabımı okuyamadım, ışıkları kapattılar düşünebiliyor musunuz? Beni de mahkûm ettiler. İki kanalda birden giyim yarışması. Koymuşlar oraya sosyetikleri ,halkıma giyinmeyi öğretiyorlar. Ben şok şok. Ne önemli allahım. Bugün ne giysem mişim? Asıl bugün ne yesem programı olması lazım. Bu ülkenin yarısı aç aç! Sosyetikler haberiniz var mı sizin? Şimdi bir tanesinde Nur Yerli Taş, İvana Sert ve modacı bir abimiz. Sosyal hayatımıza yeni katıldı sanırım zira ben yeni tanıştım bu değerli zatla. Devletimize, milletimize hayırlı, uğurlu olsun. Seyrederken donuma işedim. Rahmetli babamda bazen böyle TV karşısında kâh kâh gülerdi aynı o hesap. İnanamadım gerçekten. Ya bu memlekette tek sorunumuz bu mu Allah aşkına soruyorum size? Biz ne ara bu duruma geldik, salak, aymaz olduk?  Lady Ivana ayrı bir olay. Gelmiş ülkemize, evlenmiş zengin bir işadamıyla maşallah idolümüz. Bize akıl veren insana bakın. Bir de konu ne giysem üzerine. Yarışmacıların çoğu ergenlikten henüz çıkmış akıldan eksik, kendini giyimle ifade edeceğine inanan alık genç kızlarımız. Kıçları başları açık çıkıyorlar oraya beğenilmeye çalışıyorlar. Hay allahım. Bir öğretmen olarak ben çok üzüldüm gerçekten. Öğretemiyoruz çocuklara giyimin hiçbir şey olmadığını. Yazık yazık! Yuh bize de; TV ile nasıl savaşabileceğiz çoğumuz da onun müptelası olmuşken? Bu Lady Ivana ile yeni terimlerimiz var artık. Beach party, ice cream time. Bu memlekette kaç kişi o senin milyar ödediğin beachlere gidebiliyor? Onu bırak bu ülkede kaç çocuk dondurma yiyebiliyor? Kızcağızın gayet güzel elbisesini bu hanımefendi ice cream time a uygun gördü. Pardon Ivana’cım ben de bundan sonra dikkat edeceğim valla. Ayıracağım kıyafetlerimi. Özellikle ice cream time için özel bir dolap yapacağım. İyi ki varsın!

Tabi onların suçu mu? Buraya çıkartanların ve seyredenlerin suçu. Alan razı veren razı sana ne oluyor ki Sevgi Perisi? Sonra diğer bir kanalda canım dans pistlerinin, sahillerin vazgeçilmezi, zenci ne iş yaptığı, devlete, millete ne gibi bir katsısı olduğu belli olmayan ikon canımız Eda Taşpınar var. Kadın almış yarışmacıyı Çukur cuma’ya götürüyor orada antikacıları gezdiriyor. Ya kaç kişi orayı bilir? Eda’cım, canım, yaşadığın ülkedeki insanlar ay sonunu nasıl geçireceklerini maaşlarını aldıkları ilk gün düşünmeye başlıyorlar. Ne işleri var Çukur cuma’da. Zaten onların ayaklarının biri her daim çukurda. Haberin var mı senin gerçek hayattan?

İşte geldiğimiz nokta bu. Tek eğlencemiz televizyon, bizi teslim almış durumda ve beynimiz yıkamakta. Seyredin seyredin. Siz 3. boyut dünyada bu vampirlerin sizi kullanmalarına izin verin. Siz izleyin, kanın, gerçekten kopun, ilizyonda yaşaya durun, onlar ceplerini doldursun. Beachlerde sere serpe yatıp, keyif yapıp dondurma yesinler, antikacıları zengin etsinler. Siz de alık alık bu akşam çocuklarıma ne yedireceğim diye düşünün. Ne adaletli değil mi? Ne de olsa alan razı veren razı. Canım Mevla’nın ne insanlar gördüm üzerinde elbise yok, ne elbiseler gördüm içinde insan yok sözüne ne oldu? Siz içinde insan olmayan elbiselere takılın, özenin, siz de öyle olun. Zaten toplumca öyle olmuşuz maşallah. Kanallardan birinde Kelebek ödül törenine bakıyordum. Körler sağırlar birbirini ağırlıyordu işte. Pek bir eğleniyordum. Sonra birden rütüğün sayfalarca yazısı göründü. Kanal ceza almış. Ceza beni şok etti. Belgesel cezası vermişler. Belgesel’e ceza olarak bakan bir memlekette yaşıyoruz biz. Daha ne denilebilir ki bilemiyorum. Aman ne gerek var ki ulusal kanallarda belgesel yayınlamaya, nasıl olsa hepimizin parası çok, satın alıveririz paralı kanal seyrederiz. Hiç konuşuyorum. Çok zenginiz çok. Zaten sonra Feriha, Hürrem, Cemile’yi kim seyredecek. Öksüz kalırlar. Toplumca Hürrem’in Sülüman'la kaç kere seviştiğinle, Zavallı kapıcı kızının Cindrella hikâyesi ya da Cemile’nin onda yok bunda kaldığınla daha çok ilgili, alakalıyız. Çok kültürlüyüz çok. Gözlerim yaşarıyor. Gurur duyuyorum ülkemle. Ah canım İnsan Melek Atam sen sakın uyanma ve görme mümkünse bu dillere destan kimliğini aklını kaybetmiş halimizi. Allah hepimize akıl fikir versin. Valla başka bir şeye ihtiyacımız yok. Çoğu ülke kaynıyor, isyan ediyor, kendi bağımsızlığını kan dökerek kazanan biz kimliğimizi aklımız kaybetmiş dizilerle ve bu aptal programlarla hayatlarımızı yönlendiriyoruz. Kemikleri sızlıyordur atalarımızın. Aman boş verin. Artık modern olduk, zaman değişti, ne var ki kıçımız başımız açık dolaşsak? Memleket elden gitsin ne yapalım? Önemli olan nasıl göründüğümüz.

Ben Sevgi Periniz sizi seviyorum;TV bağımlısı olsanız da, kitaba vereceğiniz paraya acırken o çaputlara servetler yatırsanız da, beachlere özenseniz de, aymaz aymaz dolaşsanız da; TV nin kölesi olmaktansa efendisi olan, ülkesini seven, giysiye değil içindeki insana önem veren, bol bol okuyan, uyanık, farkında insanları sevdiğim gibi. Hatırlayın!


1 yorum:

  1. Koskoca bir millet her gün yayinlanan diziler sayesinde pamuk prensesler gibi uykuya yatiriliyor. Kendi dertlerinden kurtulmak icin kapici kizlarinin, zengin cocuklarinin dertleri, ihtiraslari ile oyalanmayi yegliyorlar. Gercek hayattan kacimak icin herseye razilar.

    YanıtlaSil

İzleyiciler


Osho

‎''Kişinin her zaman doğru yolda gideceğinin garantisi
yoktur. Birçok kere birçok şey insanları yanlış yola yönlendirir çünkü doğru
kapıya gelmek için birçok kere yanlış kapı çalınır. Hayat böyle...

Eğer ilk seferde doğru kapıya rastlanılırsa onun doğru
olduğu anlaşılamaz. Her yer, her şey kırmızı olsa başka hiç bir renk olmasa
kırmızının ne olduğunu kimse bilemezdi. O yüzden son tahlilde hiç bir çaba
boşuna değildir. Her çaba kişinin gelişiminin doruk noktasına ulaşmasına katkı
yapar. İnsan asla kararsız olmamalı... Yanlış yola sapmak endişe yaratmamalı.
İşte bu önemli bir sorundur. İnsanlara asla yanlış bir şey yapmamaları
öğretiliyor.

Onlar yanlış bir şey yapmaktan o kadar korkuyorlar ki, hiç
bir şey yapmıyorlar, hareket kabiliyetini yitiriyorlar. Mümkün olduğu kadar
hata yapın. Ama bir şeyi unutmayın. Aynı hatayı tekrarlamayın. O zaman gelişirsiniz.
Yoldan sapabilmek özgürlüğünüzün bir parçasıdır. Bu doğru, bu yanlış diye bir
şey yok. Hayat o kadar kesin değil, onu bu kadar kolay etiketleyip
sınıflandıramayız. Hayat her şişenin etiketli olduğu ve neyin ne olduğu bilinen
bir eczane değildir. Hayat bir gizemdir, her an tetikte olunmalıdır. Neyin
doğru neyin yanlış olduğu hakkında önceden hazırlanmış yanıtlara güvenilemez.
Hayat çok hızlı ilerler dinamiktir, iki an asla birbiri ile aynı değildir, o
yüzden bu anda doğru olan bir şey, bir sonraki anda doğru olmayabilir. Bu
değişen hayata nasıl tepki verileceğine kişi o anda karar vermelidir.

Hayat böyledir..
Onun için hazırlık
yapamazsın..
Onu hazır bir şekilde
bekleyemezsin..
Güzelliği bu, anlamı
bu.
Her zaman şaşırtır ve
sürprizlerle gelir.
Her anın sürprizlerle
dolu olduğunu ve önceden hazırlanan hiç bir yanıtın uygulanabilir olmadığını
görürsün...
Eğer gözlerin varsa…''


UBUNTU :)

UBUNTU :)
Afrika'da çalışan bir Antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir, ağacın altına koyduğu meyvalara ilk ulaşanın ödülü o meyvaları yemek olacaktır.Onlara "hadi, şimdi başlayın birinci olan ödülü alacak" der.O anda bütün çocuklar elele tutuşur, koşup ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyvaları yemeye başlarlar. Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu yanıtı verirler; Bu UBUNTU'dur. Nasıl olurda diğerleri mutsuz iken birimiz o ödülü yiyebilir ki ? Ve UBUNTU'nun anlamını açıklarlar onların dilinde UBUNTU "Ben biz olduğumuz için ben'im" demekmiş

Bob says

Bob says
Onun ilk aşkı olmayabilirsin, son aşkı da; hatta bir tanesi de, daha önce aşık oldu, tekrar olabilir. Ama şu an seni seviyorsa daha ne olabilir ki? Tıpkı senin gibi, o da mükemmel değil ve ikiniz birlikte asla mükemmel olamayabilirsiniz. Ama şayet o seni güldürebiliyorsa, iki kez düşündürebiliyorsa kabul edersin ki; insanlar hata yapar onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin herşeyi ver. Seni günün her anında düşünmüyor olabilir ama sana kırabileceğini bildiği bir parçasını verecektir. Kalbini. Yaralama onu, değiştirmeye çalışma, çözümlemeye kalkma ve verebileceğinden fazlasını bekleme. Seni mutlu ettiğinde gülümse, kızdırdığında fark etmesini sağla ve yokken özlediğini bil.
Dünyayı daha kötü hale getirmeye çalışanlar bir gün bile durmazken, ben nasıl durayım?

Ömer Hayyam;


Evvela;

Benim rızam olmaksızın

Dünyaya getirildim.

Hayatta;

Hayretimden başka bir şeyim artmadı

Sonra yine elimde olmadan

Bu dünyadan göçeceğim

GELMEKTEN, KALMAKTAN, GÖÇMEKTEN

Maksat ne?

Hala anlamış değilim!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı