Üzülme!
Dert etme can!
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan
Ne mutlu sana!
Elinde olmayanları
söyleme bana
Elinde olanlardan
bahset can!
Üzülme!
Geceler hep kimsesiz
mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek
mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...

* Mevlana

5 Haziran 2011 Pazar

Sex and the City


Aman tanrım Sex and The City modumdan çıkmışım. Neden ya neden? Ben mutluydum ama. Dedim ya değişiyorum günden güne. Olsun yaşadım, deneyimledim. Güzeldi ama tadında bırakmak lazımdı. Aynı o dizideki gibi benim de kız arkadaşlarım var. Yalnız onlar dört kişiydi. Biz üç kişiyiz. Yetiyor, arada aramıza katılanlar oluyor. Ama kemik kadro belli. Şimdi bizde onlar gibi heyecanlar, inişler, çıkışlar, aşklar yaşıyoruz. Biz de onlar gibi özgürüz. Hayatımızın efendisiyiz. Dibine kadar eğleniyoruz, ağlıyoruz, gülüyoruz. Ama biz daha edepli, adaplı ve muhafazakârız onlara göre. E ne de olsa New York’ta değil İstanbul’da yaşıyoruz değil mi ama. Ben kendimi şahsen Carrie karakteriyle özleştirirdim o eski bendeyken. Giyerdim pijamalarımı, battaniyenin altına girip her gece seyrederdim. Tek eğlencem idi geceleri. Artık durumumu anlayın yani kırmızı noktamdı. Şimdi Carry de zayıftı, sarışındı ve ayakkabı manyağıydı ve tabi ki de yazardı.  Onun dışında yaşamı yaşayışımız taban tabana zıttı. Sonra ben kabuğumdan çıktım. Kendimle tanıştım. Dışarıdaki hayatı keşfe çıktım. Keşfettim dizi misali yaşayarak ama kendimce, istediğim kadarca. Dokuz yıl kış uykumun intikamını alırcasına her hafta sonu dışarılardaydım. Hayır, sanki yoklama alıyorlardı. Ne de olsa arayı kapatmam gerekliydi değil mi ama? Olsun giyindim, süslendim attım kendimi dans pistlerine. Ama size bir şey söyleyeyim mi? İnanın bunu yirmili yaşlarımda yapsaydım bu kadar tadını alamazdım. Çünkü yirmili yaşlar kadınların en aptal oldukları, kendini tanımadan aymaz aymaz dolaştıkları yaşlar. Ama otuzlu yaşlar öylemi? Kendini tanımış, bilmiş olarak bunu yaşamak bambaşka. Bir de uzun süre kendini hapsetmişken parmaklıklara, anlatılmaz tarifi. Yami yami, tadından yenmez valla. Neden sonra şimdi boşuna kendimi o kızcağızla özdeşleştirmemişim daha iyi anlıyorum. Fiziksel özelliklerimiz dışında şimdi ben de yazıyorum onun kadar ünlü değilim ama şimdilik! Benim de bir Mr Big ‘im var. Carrie onu sever ama kavuşamaz o da hayatına devam eder. Yaşaması gerekenlere haksızlık etmez. İşte ben de öyle yapıyorum. Ben de seviyorum ama hayatımı sonuna kadar yaşıyorum. Onlar gibi kavuşur muyuz bilmem. Zaten bire bir de aynı olmak zorunda değiliz değil mi. O film karakteri bense gerçeğim. Ben kendi hayatımı yazarım onunkini ise senaristler.
Neyse asıl konu yine dün gece yoklamaya geç kalmadım. İyi bir öğrenciyim ben. Giyindim süslendim. Fakat çok büyük hata yaptım. Topuklu ayakkabı giydim. Evet, ben ben! Ama sorun bir neden diye. Benim bir kurtarıcım var. Sanki yukarıdan bana hediye gönderilen, yazarlık yolculuğumda elim ayağım olsun diye. Fakat o kadar uzunki kendimi bezelye tanesi gibi hissediyorum yanında. Sanırım bu duygumdan giydim o lanet olası topuklulukları. Ben ilk gördüğümde onu aman tanrım dünyada çok uzun boylu erkekler varmış şaşkınlığımı daha sonra size anlatacağım tabi ki. Matmazel vardı dün gece. Çok severim kendilerini, güzel müzik yaparlar. Ama topluca soliste ayrı bir sempatimiz var. Adam yanındaki sönük tiplere rağmen parıl parıl. Hele o kollar var ya kollar tabi bir de güzelim ‘six packleri’ anlatılmaz, görmeniz lazım. Siz dün gece bir de t shirtünü çıkardığı ana şahit olsaydınız ağzınız açık hayran hayran, salyalarınız akmış modda bulurdunuz kendinizi bizim gibi. Tabi ben şunu fark ettim. Yoklamaya yetişmeseymişim de olurmuş ya da yok yazılsaydım da olurdu duygusu içindeydim. O yüzden de fazla dans edemedim. Tabi acısını hücrelerime kadar hissettiğim topuklularımın katkısı büyük bu durumuma. Bakın Carrie ile farkımız da var. Oysa bayılır o topuklulara. Ben dans ederken gözlerimi kapatırım, müziği hücrelerimde hissederim ve dans ederim büyük zevkle fakat dün gece sadece acı hissettim vay anam vay! Bir an çıkarayım ayakkabılarımı dediysem de çıkarmadım tabi ki. Güzelliğimi bozacağımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Böylece etrafımı ilk defa gözetleme fırsatı buldum. Vay vay kimler varmış; çeşit çeşit tipler aynı benim gibi J Ne işim var benim burada dedim. Aslında değişen ne mekân ne de insanlardı. Değişen bendim.
Sanırım artık ben devamsızlıktan kalacağım gecelerde ya da soft moda geçmeliyim sanki.
Daha soft mekânlarda, gecelerde buluşmak üzere. Sizi seviyorum rock müzikten soft müziğe geçişimi, yoklamadan kalışlarımı seveceğim gibi…



4 yorum:

  1. Süper, kadroyu Sex and the city ekibine benzetmen.:) Bayıldım... Ben kimim o halde ? Düşünmem lazım.... Ayrıca ben hala o "six pack" leri göremedim. Ben küçücük boyumla ve dansa giderken giydiğim topuksuz ayakkabılar sayesinde önümde duran kazıklar yüzünden görme şerefine nail olamadım. :) Ben sadece o güzelim kollarda kaldım. Ahhh çok genç bir arkadaşımız ama... Yanarım ona yanarım, hehehe...Neyse ben Adonis' imi bekleye durayım :P

    YanıtlaSil
  2. Adonis Adonis neredesin Esra seni bekliyor ama çabuk aaaa :))

    Ama Adonis gelse ne olacak erkeklerin hepsi aynı nankör nankör

    YanıtlaSil
  3. Yaaaaa kusummmm ben görememistim six packleri...Dogru zamanda dogru yerde degildim anlasilan. Bak soft moda gecmeden evvel bir kez daha gidelim. Ben de bir kez göreyim ondan sonra mod degisikligine ben de varim minik bezelyem:-)
    Sex and the City benzetmesine gelince, ben hala hangi karakterim onun düsüncesindeyim. Sanirim hepsinden bir parca mevcut bende:-)
    Tüm Adonisleri Mr. Bigleri bekleyenler, gözlerinizi acin belki de onlar cok uzaginizda degillerdir:-)

    YanıtlaSil
  4. Ayyy Merihim, kör mü oldum ben yaaaa :))) Belki yakınımızda belki uzağımızda... Kim bilebilir ??? Ama gelmeden önce gerçekten bi daha gidelim, ah o genç arkadaşımızın muhteşem kolları ve six packlerini izlmeye....
    @ Hugedreamer, Adonis nankör çıkmazzzz... :P

    YanıtlaSil

İzleyiciler


Osho

‎''Kişinin her zaman doğru yolda gideceğinin garantisi
yoktur. Birçok kere birçok şey insanları yanlış yola yönlendirir çünkü doğru
kapıya gelmek için birçok kere yanlış kapı çalınır. Hayat böyle...

Eğer ilk seferde doğru kapıya rastlanılırsa onun doğru
olduğu anlaşılamaz. Her yer, her şey kırmızı olsa başka hiç bir renk olmasa
kırmızının ne olduğunu kimse bilemezdi. O yüzden son tahlilde hiç bir çaba
boşuna değildir. Her çaba kişinin gelişiminin doruk noktasına ulaşmasına katkı
yapar. İnsan asla kararsız olmamalı... Yanlış yola sapmak endişe yaratmamalı.
İşte bu önemli bir sorundur. İnsanlara asla yanlış bir şey yapmamaları
öğretiliyor.

Onlar yanlış bir şey yapmaktan o kadar korkuyorlar ki, hiç
bir şey yapmıyorlar, hareket kabiliyetini yitiriyorlar. Mümkün olduğu kadar
hata yapın. Ama bir şeyi unutmayın. Aynı hatayı tekrarlamayın. O zaman gelişirsiniz.
Yoldan sapabilmek özgürlüğünüzün bir parçasıdır. Bu doğru, bu yanlış diye bir
şey yok. Hayat o kadar kesin değil, onu bu kadar kolay etiketleyip
sınıflandıramayız. Hayat her şişenin etiketli olduğu ve neyin ne olduğu bilinen
bir eczane değildir. Hayat bir gizemdir, her an tetikte olunmalıdır. Neyin
doğru neyin yanlış olduğu hakkında önceden hazırlanmış yanıtlara güvenilemez.
Hayat çok hızlı ilerler dinamiktir, iki an asla birbiri ile aynı değildir, o
yüzden bu anda doğru olan bir şey, bir sonraki anda doğru olmayabilir. Bu
değişen hayata nasıl tepki verileceğine kişi o anda karar vermelidir.

Hayat böyledir..
Onun için hazırlık
yapamazsın..
Onu hazır bir şekilde
bekleyemezsin..
Güzelliği bu, anlamı
bu.
Her zaman şaşırtır ve
sürprizlerle gelir.
Her anın sürprizlerle
dolu olduğunu ve önceden hazırlanan hiç bir yanıtın uygulanabilir olmadığını
görürsün...
Eğer gözlerin varsa…''


UBUNTU :)

UBUNTU :)
Afrika'da çalışan bir Antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir, ağacın altına koyduğu meyvalara ilk ulaşanın ödülü o meyvaları yemek olacaktır.Onlara "hadi, şimdi başlayın birinci olan ödülü alacak" der.O anda bütün çocuklar elele tutuşur, koşup ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyvaları yemeye başlarlar. Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu yanıtı verirler; Bu UBUNTU'dur. Nasıl olurda diğerleri mutsuz iken birimiz o ödülü yiyebilir ki ? Ve UBUNTU'nun anlamını açıklarlar onların dilinde UBUNTU "Ben biz olduğumuz için ben'im" demekmiş

Bob says

Bob says
Onun ilk aşkı olmayabilirsin, son aşkı da; hatta bir tanesi de, daha önce aşık oldu, tekrar olabilir. Ama şu an seni seviyorsa daha ne olabilir ki? Tıpkı senin gibi, o da mükemmel değil ve ikiniz birlikte asla mükemmel olamayabilirsiniz. Ama şayet o seni güldürebiliyorsa, iki kez düşündürebiliyorsa kabul edersin ki; insanlar hata yapar onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin herşeyi ver. Seni günün her anında düşünmüyor olabilir ama sana kırabileceğini bildiği bir parçasını verecektir. Kalbini. Yaralama onu, değiştirmeye çalışma, çözümlemeye kalkma ve verebileceğinden fazlasını bekleme. Seni mutlu ettiğinde gülümse, kızdırdığında fark etmesini sağla ve yokken özlediğini bil.
Dünyayı daha kötü hale getirmeye çalışanlar bir gün bile durmazken, ben nasıl durayım?

Ömer Hayyam;


Evvela;

Benim rızam olmaksızın

Dünyaya getirildim.

Hayatta;

Hayretimden başka bir şeyim artmadı

Sonra yine elimde olmadan

Bu dünyadan göçeceğim

GELMEKTEN, KALMAKTAN, GÖÇMEKTEN

Maksat ne?

Hala anlamış değilim!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı