Üzülme!
Dert etme can!
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan
Ne mutlu sana!
Elinde olmayanları
söyleme bana
Elinde olanlardan
bahset can!
Üzülme!
Geceler hep kimsesiz
mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek
mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...

* Mevlana

31 Aralık 2011 Cumartesi

ÂDEM BABA VE HAVVA ANNE NEDEN AMA NEDEN?

Sevgili Âdem babacığım, Havva anneciğim neden ama neden inayetten yani cennetten düştünüz ya J Sayeniz de burada cehennemi yaşıyoruz. Ya ne olurdu o elmayı yemeseydin, bir yerin mi şişerdi Havva anneciğim acaba? Bak bir elma ne işler açtı başımıza farkında mısın? Cennetten kovulduk sadece o kadar J Ne cennetmiş yahu bir elmayla kovulduk da, bir yerlerimizi yırtıyoruz da bir türlü tekrar dönemiyoruz, vay halimize J Hayır; o elma da ne değerliymiş annem ya çözemedim ben, sanki cenneti yakıp yıktınız, olacak iş değil.
Olacak iş mi Can Kuşlarım? Bizi sonsuz seven, yargılamayan, her şekilde özgür bırakan tanrı, cennette yasak koyacak. Tanrı kendi yarattığı varlığın o elmayı alacağını bilmeyecek! Bilecek, bilir tabi. Bence hepsi metaforik. İnayetten düşüşün mecazi anlatımı. Cennet, cehennem diye bir yer yok. Cennet diye tasvir edilen yer bizim gerçek yuvamız. Adına cennet koymuşlar çünkü orada sonsuz özgürlük, sevgi, şefkat, adalet var. Sonra; tam tersi cehennem. Cehennemde de sevgisizlik, hapsedilme, terk edilmiş, yakma, yanma var. Yani; cennette olanın tam tersi.  O zaman cennet yuvamızsa, cehennem de burası yani şu anda yaşadığımız dünya. Evet, Âdem babamız ve Havva anamızdır ilk yuvayı terk etme cesareti gösteren. Cesarettir çünkü kendilerine ait olan bütün güzellikleri bırakıp egosal bedene düşmüşlerdir. Yukarıdan aşağıya inmişlerdir. Bu uzun bir yolculuktur, ruh düşüşün her anını yaşar. Bu düşüşte neler hisseder peki? Kendini terk edilmiş, kovulmuş, sevilmeyen, horlanmış hisseder, tıpkı İnayetten düşüşün metaforik anlatımında olduğu gibi. Sonra ne olur? Saf, temiz özgür kuş ruh, bir bedene hapsolur ve hareket sahası kısıtlanır, yeteneklerini ve bildiklerini kullanamaz. Ne hisseder o zaman? Cezalandırılmış değil mi tıpkı Âdem babamız ve Havva annemizin hissettiği gibi. Üstüne üstlük girdiği beden egosal bir bedendir. Ne yapar? Öfke, hırs duyar ve isyan eder, işte asıl o zaman cennetten kovulur. Aslında o an; asıl ruh kendini cennetten çıkartır ve cehennemde deneyim kazanmaya başlar. Aslında bize binlerce yıldır anlatılmaya çalışıyor bu. Ne Âdem ve Havva yaramazlık yapıp, cennetten kovuldu, ne de cennet ve cehennem var. Bizler bu anlatımı hep direk söylendiği gibi algılamayı seçtik ve böylece hep dünyada kendimizi yaramazlık yapan, yapmadan duramayan ve sonunda da cezalandırılan kullar olarak hissettik, yarattık ve yaşadık. Oysa biz ne yaramazız ne de cezalıyız. Bizler çok güçlü, cesaretli varlıklarız. Ama artık uyanma vakti. Özümüzü bilme, şereflendirme zamanı. Zaman şimdidir. Çünkü bilgi herkes için. Bunu zaten üstatlar, dervişler bilmekteydi ama şimdi herkes bilmeli. Zaman birlik zamanı.  Zaman kendimize koyduğumuz cezayı kaldırma zamanı. Hatırlayın; bunu ancak kendimiz yapacağız çünkü her hangi bir kurtarıcı gelmeyecek. Hepimiz birer birer kurtarıcılarız. Bizim buraya asıl gelme amacımız, cehennemi cennete dönüştürmek. Hatırlayın; bizim özümüz cennet. Öyle ise hala neden bize ait olmayan cehennemi yaşamakta ısrar ediyoruz. Etmeyelim. El ele verelim, birlik olalım ve Adem babamız ve Havva annemizi onurlandıralım, onların başlattığı bu oyunu bitirelim çünkü bizden sevgiyle bu bekleniyor. Veriyor musunuz elinizi Can Kuşlarım?
Âdem ve Havva’yı içinizde hissetin çünkü siz onlarsınız. İnkârı bırakalım. Her şey önce kabul etmekle başlar.
Sevgili Âdem babacığım ve Havva anneciğim sizi çok ama çok seviyorum ve gönlümden size kocaman sevgi ve şükran duyuyorum, dolayısıyla da kendime de. Ne siz neden ben yaramaz, hain varlıklar değiliz, aksine cesaretli, güçlü ve özel varlıklarız ve sonsuz seviliyoruz ve destekleniyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İzleyiciler


Osho

‎''Kişinin her zaman doğru yolda gideceğinin garantisi
yoktur. Birçok kere birçok şey insanları yanlış yola yönlendirir çünkü doğru
kapıya gelmek için birçok kere yanlış kapı çalınır. Hayat böyle...

Eğer ilk seferde doğru kapıya rastlanılırsa onun doğru
olduğu anlaşılamaz. Her yer, her şey kırmızı olsa başka hiç bir renk olmasa
kırmızının ne olduğunu kimse bilemezdi. O yüzden son tahlilde hiç bir çaba
boşuna değildir. Her çaba kişinin gelişiminin doruk noktasına ulaşmasına katkı
yapar. İnsan asla kararsız olmamalı... Yanlış yola sapmak endişe yaratmamalı.
İşte bu önemli bir sorundur. İnsanlara asla yanlış bir şey yapmamaları
öğretiliyor.

Onlar yanlış bir şey yapmaktan o kadar korkuyorlar ki, hiç
bir şey yapmıyorlar, hareket kabiliyetini yitiriyorlar. Mümkün olduğu kadar
hata yapın. Ama bir şeyi unutmayın. Aynı hatayı tekrarlamayın. O zaman gelişirsiniz.
Yoldan sapabilmek özgürlüğünüzün bir parçasıdır. Bu doğru, bu yanlış diye bir
şey yok. Hayat o kadar kesin değil, onu bu kadar kolay etiketleyip
sınıflandıramayız. Hayat her şişenin etiketli olduğu ve neyin ne olduğu bilinen
bir eczane değildir. Hayat bir gizemdir, her an tetikte olunmalıdır. Neyin
doğru neyin yanlış olduğu hakkında önceden hazırlanmış yanıtlara güvenilemez.
Hayat çok hızlı ilerler dinamiktir, iki an asla birbiri ile aynı değildir, o
yüzden bu anda doğru olan bir şey, bir sonraki anda doğru olmayabilir. Bu
değişen hayata nasıl tepki verileceğine kişi o anda karar vermelidir.

Hayat böyledir..
Onun için hazırlık
yapamazsın..
Onu hazır bir şekilde
bekleyemezsin..
Güzelliği bu, anlamı
bu.
Her zaman şaşırtır ve
sürprizlerle gelir.
Her anın sürprizlerle
dolu olduğunu ve önceden hazırlanan hiç bir yanıtın uygulanabilir olmadığını
görürsün...
Eğer gözlerin varsa…''


UBUNTU :)

UBUNTU :)
Afrika'da çalışan bir Antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir, ağacın altına koyduğu meyvalara ilk ulaşanın ödülü o meyvaları yemek olacaktır.Onlara "hadi, şimdi başlayın birinci olan ödülü alacak" der.O anda bütün çocuklar elele tutuşur, koşup ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyvaları yemeye başlarlar. Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu yanıtı verirler; Bu UBUNTU'dur. Nasıl olurda diğerleri mutsuz iken birimiz o ödülü yiyebilir ki ? Ve UBUNTU'nun anlamını açıklarlar onların dilinde UBUNTU "Ben biz olduğumuz için ben'im" demekmiş

Bob says

Bob says
Onun ilk aşkı olmayabilirsin, son aşkı da; hatta bir tanesi de, daha önce aşık oldu, tekrar olabilir. Ama şu an seni seviyorsa daha ne olabilir ki? Tıpkı senin gibi, o da mükemmel değil ve ikiniz birlikte asla mükemmel olamayabilirsiniz. Ama şayet o seni güldürebiliyorsa, iki kez düşündürebiliyorsa kabul edersin ki; insanlar hata yapar onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin herşeyi ver. Seni günün her anında düşünmüyor olabilir ama sana kırabileceğini bildiği bir parçasını verecektir. Kalbini. Yaralama onu, değiştirmeye çalışma, çözümlemeye kalkma ve verebileceğinden fazlasını bekleme. Seni mutlu ettiğinde gülümse, kızdırdığında fark etmesini sağla ve yokken özlediğini bil.
Dünyayı daha kötü hale getirmeye çalışanlar bir gün bile durmazken, ben nasıl durayım?

Ömer Hayyam;


Evvela;

Benim rızam olmaksızın

Dünyaya getirildim.

Hayatta;

Hayretimden başka bir şeyim artmadı

Sonra yine elimde olmadan

Bu dünyadan göçeceğim

GELMEKTEN, KALMAKTAN, GÖÇMEKTEN

Maksat ne?

Hala anlamış değilim!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı