HAPSEDİLMEK
Dünyasal veya ruhsal güdüsünde olan ama bir türlü uçamayan bir kuş misali….
Uçamayan bir kuş ne hisseder? Gökler, uçsuz bucaksız ufuk onu beklerken uçamıyorsa kendini sınırlandırılmış hisseder. Sınırları vardır. Sınır demek mutsuzluk, körlük, sağırlık demektir onun için. Artık ta uzakları göremeyecek, bilmediği sesleri duyamayacak, özgürlüğü yani mutluluğu hissedemeyecektir çünkü bunlar olmazsa nasıl kuş olabilir ki ?
Peki şartlar bunu gerektirdi.Yaşamaz mı? Yaşar tabi. Eksik, ruhsuz yaşar çünkü ruhunu kaybeder. İşte bizlerde o kuş misali hapsettik kendimizi ya da hapsedildik bedenlerimizde. Cezamız acı çekmek, korkmak. Oysa bizimde güdümüzde özgürlük, mutluluk var. Aslında biz de uçmaya kodlandık. Fark edemiyoruz ya da ettirilmiyoruz. Sadece saf sevginin olduğu gerçek yuvamızı oyun oynamaya gelmek için terk ederken oysa ne kadar özgür ve cesuruzdur. Ama dünyaya geldiğimiz andan itibaren ağlarız çünkü fark ederiz saf sevgiyi bıraktığımızı. Yavaş yavaş öğreniriz dünyasal kuralları ve bu kuralların hiçbiri sevmek değildir, ne acı değil mi? Önce korkmayı öğreniriz; sonra yargılamayı, yargılana yargılanada tabiki acıyı. Zaten dünya acı çekme yeridir, burada acı çeken yukarıda mükafatlandırılacaktır. Çok azımız buna isyan eder,nedenini, buna kimin karar verdiğini sorgularız. Bu benim hayatım kimse karar veremez, yaratıcımız bile karışmazken gibi başkaldırılarımız da olamaz. Maazallah ya dinsiz, ya Allahsız ya da isyankar, uyumsuz ilan ediliriz değil mi? Ama bu suçlamaları umursamayanlar yol alır, özünü alır. Başkaları cennetin hayalini kurarken cennetini burada yaratır.
Bizim özümüz sadece ve sadece saf sevgi. Bir kere onu hissettiğimizde bütün dünyasal kurallar teker teker yıkılır. Zaten onlar gerçek değildir !
Bizim özümüz yaratılanı yaşamayı mahkum olmak değil yenisini yaratmaktır. Tanrı biz ruhlara kendinde olan birçok özellik vermiştir. Bize sonsuz sevgi duyar, yargılamaz çünkü özgürlüğü tadan bir ruhun beden içinde sınırlanarak bu dünyada yaşaması zordur , cesaret ister ama bu dünyada kendi özünü alabilmek asıl cesarettir. Bunu yapabilen kişi tanrının sevgisini gerçekten bilir. Bir de bu sevgiyi yaşaması vardır ki...
Nasıl olabilir bu? Saçmalık, delilik, şirk koşma mı?
Müjde!!
Hiç biri değil, inanın değil. Sadece nasıl yapacağınız bilmek gerekir. Tanrı bizi olduğumuz gibi sever bütün ruhları sevdiği gibi. Dedim ya yargılamaz !
Peki biz kendimizi olduğumuz gibi sevip kabul edebiliyor muyuz ? Evet demeyin hemen lütfen.
Biz sadece kendimizi sevdiğimizi sanıyoruz ama sevmeyi bilmiyoruz. Sevmeyi öğrenmeliyiz, önce kendimizi sonra herkesi ve her şeyi. Sizi ve dünyayı iyileştirecek tek reçete var; sevgi sevgi sevgi…
Kaçımız yataktan neşeli kalkıyoruz, günü kutluyoruz, aynadaki bizle konuşuyoruz, ona güzel şeyler söylüyoruz, dışarı çıktığımızda tanıdığımız tanımadığımız herkese merhaba diyoruz, gülümsüyoruz, gördüğümüz hayvanlara sevgi gösteriyoruz? İnanın çok azımız. İşte bunu yapabilenler mutlu azınlık, biz ise sürüye uymuş mutsuz şirinleriz. Hepimiz en az birkaç kez seyretmişizdir Şirinleri. Mutsuz şirin her şeyden nefret eder, hep mutsuzdur ve onu etrafına da yayar aynı bizim gibi. Bir de Gargamel vardır, o da şirinler den nefret eder ve kötü taraftır değil mi? Ama aramızdaki fark o şirinleri bir türlü yakalayamaz, biz ise çoktan teslim olmuşuzdur Gargamel’ e.
Teslim olmak ya da savaşmak. Ne için? Sevgi için özümüz için! Neye karşı? Korkularımıza, hırslarımıza, egolarımıza ve sevgisizliğimize karşı. Ama bu savaş can yakarak olmamalı, ruhen olmalı. Özgürleşmeli!Yapalım bunu. Dünyayı değiştirelim. Hem de yıkmadan, can yakmadan, almadan, sadece severek.
Var mısınız?Şu dünyada sadece bir insanın saf değiştirmesi dünyaya iyiliktir hem de çok büyük.
Saf değiştirelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder