Üzülme!
Dert etme can!
Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan
Ne mutlu sana!
Elinde olmayanları
söyleme bana
Elinde olanlardan
bahset can!
Üzülme!
Geceler hep kimsesiz
mi geçecek?
Gidenler dönmeyecek
mi?
Yitirdiğin her ne ise; bir bakarsın yağmurlu bir gecede
Veya bir bahar sabahında karşına çıkmış...
Bil ki! Güzellikler de var bu hayatta...

* Mevlana

20 Mayıs 2011 Cuma

Hapsedilmek

HAPSEDİLMEK
Dünyasal veya ruhsal güdüsünde olan ama bir türlü uçamayan bir kuş misali….
Uçamayan bir kuş ne hisseder? Gökler, uçsuz bucaksız ufuk onu beklerken uçamıyorsa kendini sınırlandırılmış hisseder. Sınırları vardır. Sınır demek mutsuzluk, körlük, sağırlık demektir onun için.  Artık ta uzakları göremeyecek, bilmediği sesleri duyamayacak, özgürlüğü yani mutluluğu hissedemeyecektir çünkü bunlar olmazsa nasıl kuş olabilir ki ?
Peki şartlar bunu gerektirdi.Yaşamaz mı? Yaşar tabi. Eksik, ruhsuz yaşar çünkü ruhunu kaybeder. İşte bizlerde o kuş misali  hapsettik kendimizi ya da hapsedildik bedenlerimizde. Cezamız acı çekmek, korkmak. Oysa bizimde güdümüzde özgürlük, mutluluk var. Aslında biz de uçmaya kodlandık. Fark edemiyoruz ya da ettirilmiyoruz. Sadece saf sevginin olduğu gerçek yuvamızı oyun oynamaya gelmek için terk ederken oysa ne kadar özgür ve cesuruzdur. Ama dünyaya geldiğimiz andan itibaren ağlarız çünkü fark ederiz saf sevgiyi bıraktığımızı. Yavaş yavaş öğreniriz dünyasal kuralları ve bu kuralların hiçbiri sevmek değildir, ne acı değil mi? Önce korkmayı öğreniriz; sonra yargılamayı, yargılana yargılanada tabiki acıyı. Zaten dünya acı çekme yeridir, burada acı çeken yukarıda mükafatlandırılacaktır. Çok azımız buna isyan eder,nedenini, buna kimin karar verdiğini sorgularız. Bu benim hayatım kimse karar veremez, yaratıcımız bile karışmazken gibi başkaldırılarımız da olamaz. Maazallah ya dinsiz, ya Allahsız  ya da isyankar, uyumsuz ilan ediliriz değil mi? Ama bu suçlamaları umursamayanlar yol alır,  özünü alır. Başkaları cennetin hayalini kurarken cennetini burada yaratır. 
Bizim özümüz sadece ve  sadece saf sevgi. Bir kere onu hissettiğimizde bütün dünyasal kurallar teker teker yıkılır. Zaten onlar gerçek değildir !
Bizim özümüz yaratılanı yaşamayı mahkum olmak değil yenisini yaratmaktır. Tanrı biz ruhlara kendinde olan birçok  özellik vermiştir. Bize sonsuz sevgi duyar, yargılamaz çünkü özgürlüğü tadan bir ruhun beden içinde sınırlanarak bu dünyada yaşaması zordur , cesaret  ister ama bu dünyada kendi özünü alabilmek asıl cesarettir. Bunu yapabilen kişi tanrının sevgisini gerçekten bilir.  Bir de bu sevgiyi yaşaması vardır ki... 
Nasıl olabilir bu? Saçmalık, delilik, şirk koşma mı?
Müjde!!
Hiç biri değil, inanın değil. Sadece nasıl yapacağınız bilmek gerekir. Tanrı bizi olduğumuz gibi sever bütün ruhları sevdiği gibi. Dedim ya yargılamaz !
Peki biz kendimizi olduğumuz gibi sevip kabul edebiliyor muyuz ? Evet demeyin hemen lütfen.
Biz sadece kendimizi sevdiğimizi sanıyoruz ama sevmeyi bilmiyoruz. Sevmeyi öğrenmeliyiz, önce kendimizi sonra herkesi ve her şeyi. Sizi ve dünyayı iyileştirecek tek  reçete var; sevgi sevgi sevgi…
Kaçımız yataktan neşeli kalkıyoruz, günü kutluyoruz, aynadaki bizle konuşuyoruz, ona güzel şeyler söylüyoruz, dışarı çıktığımızda tanıdığımız tanımadığımız herkese merhaba diyoruz, gülümsüyoruz, gördüğümüz hayvanlara sevgi gösteriyoruz? İnanın çok azımız. İşte bunu yapabilenler mutlu azınlık, biz ise sürüye uymuş mutsuz şirinleriz. Hepimiz en az birkaç kez seyretmişizdir Şirinleri. Mutsuz şirin her şeyden nefret eder, hep mutsuzdur ve onu etrafına da yayar aynı bizim gibi. Bir de Gargamel vardır, o da şirinler den nefret eder ve kötü taraftır değil mi? Ama aramızdaki fark o şirinleri bir türlü yakalayamaz, biz ise çoktan teslim olmuşuzdur Gargamel’ e.
Teslim olmak ya da savaşmak. Ne için? Sevgi için özümüz için! Neye karşı? Korkularımıza, hırslarımıza, egolarımıza ve sevgisizliğimize karşı. Ama bu savaş can yakarak olmamalı, ruhen olmalı. Özgürleşmeli!Yapalım bunu. Dünyayı değiştirelim. Hem de yıkmadan, can yakmadan, almadan, sadece severek.
Var mısınız?Şu dünyada sadece bir insanın saf değiştirmesi dünyaya iyiliktir hem de çok büyük.
Saf değiştirelim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İzleyiciler


Osho

‎''Kişinin her zaman doğru yolda gideceğinin garantisi
yoktur. Birçok kere birçok şey insanları yanlış yola yönlendirir çünkü doğru
kapıya gelmek için birçok kere yanlış kapı çalınır. Hayat böyle...

Eğer ilk seferde doğru kapıya rastlanılırsa onun doğru
olduğu anlaşılamaz. Her yer, her şey kırmızı olsa başka hiç bir renk olmasa
kırmızının ne olduğunu kimse bilemezdi. O yüzden son tahlilde hiç bir çaba
boşuna değildir. Her çaba kişinin gelişiminin doruk noktasına ulaşmasına katkı
yapar. İnsan asla kararsız olmamalı... Yanlış yola sapmak endişe yaratmamalı.
İşte bu önemli bir sorundur. İnsanlara asla yanlış bir şey yapmamaları
öğretiliyor.

Onlar yanlış bir şey yapmaktan o kadar korkuyorlar ki, hiç
bir şey yapmıyorlar, hareket kabiliyetini yitiriyorlar. Mümkün olduğu kadar
hata yapın. Ama bir şeyi unutmayın. Aynı hatayı tekrarlamayın. O zaman gelişirsiniz.
Yoldan sapabilmek özgürlüğünüzün bir parçasıdır. Bu doğru, bu yanlış diye bir
şey yok. Hayat o kadar kesin değil, onu bu kadar kolay etiketleyip
sınıflandıramayız. Hayat her şişenin etiketli olduğu ve neyin ne olduğu bilinen
bir eczane değildir. Hayat bir gizemdir, her an tetikte olunmalıdır. Neyin
doğru neyin yanlış olduğu hakkında önceden hazırlanmış yanıtlara güvenilemez.
Hayat çok hızlı ilerler dinamiktir, iki an asla birbiri ile aynı değildir, o
yüzden bu anda doğru olan bir şey, bir sonraki anda doğru olmayabilir. Bu
değişen hayata nasıl tepki verileceğine kişi o anda karar vermelidir.

Hayat böyledir..
Onun için hazırlık
yapamazsın..
Onu hazır bir şekilde
bekleyemezsin..
Güzelliği bu, anlamı
bu.
Her zaman şaşırtır ve
sürprizlerle gelir.
Her anın sürprizlerle
dolu olduğunu ve önceden hazırlanan hiç bir yanıtın uygulanabilir olmadığını
görürsün...
Eğer gözlerin varsa…''


UBUNTU :)

UBUNTU :)
Afrika'da çalışan bir Antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir, ağacın altına koyduğu meyvalara ilk ulaşanın ödülü o meyvaları yemek olacaktır.Onlara "hadi, şimdi başlayın birinci olan ödülü alacak" der.O anda bütün çocuklar elele tutuşur, koşup ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyvaları yemeye başlarlar. Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu yanıtı verirler; Bu UBUNTU'dur. Nasıl olurda diğerleri mutsuz iken birimiz o ödülü yiyebilir ki ? Ve UBUNTU'nun anlamını açıklarlar onların dilinde UBUNTU "Ben biz olduğumuz için ben'im" demekmiş

Bob says

Bob says
Onun ilk aşkı olmayabilirsin, son aşkı da; hatta bir tanesi de, daha önce aşık oldu, tekrar olabilir. Ama şu an seni seviyorsa daha ne olabilir ki? Tıpkı senin gibi, o da mükemmel değil ve ikiniz birlikte asla mükemmel olamayabilirsiniz. Ama şayet o seni güldürebiliyorsa, iki kez düşündürebiliyorsa kabul edersin ki; insanlar hata yapar onu seninle tutmaya çalış ve ona verebileceğin herşeyi ver. Seni günün her anında düşünmüyor olabilir ama sana kırabileceğini bildiği bir parçasını verecektir. Kalbini. Yaralama onu, değiştirmeye çalışma, çözümlemeye kalkma ve verebileceğinden fazlasını bekleme. Seni mutlu ettiğinde gülümse, kızdırdığında fark etmesini sağla ve yokken özlediğini bil.
Dünyayı daha kötü hale getirmeye çalışanlar bir gün bile durmazken, ben nasıl durayım?

Ömer Hayyam;


Evvela;

Benim rızam olmaksızın

Dünyaya getirildim.

Hayatta;

Hayretimden başka bir şeyim artmadı

Sonra yine elimde olmadan

Bu dünyadan göçeceğim

GELMEKTEN, KALMAKTAN, GÖÇMEKTEN

Maksat ne?

Hala anlamış değilim!

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı